ZÜHD NEDİR?

ZÜHD NEDİR?

Bir arkadaşımız, “Dünyayı terk etmeden ahretin kazanılamayacağını” söyleyince, sorular çoğalmaya başladı.  Gerçekten de, dünya zevklerini ve mal biriktirmeyi terk etmek manasındaki zühd olmazsa insanın hakiki ihlasa ulaşması çok zordur. Ancak “Dünyayı terk etmeden iman kazanılmaz” sözü mücerret olarak tartışmalı bir sözdür ve izah edilmesi gerekir. Evet, hem Kur’an’da hem de hadislerde zühd tavsiye ediliyor. Biz önce Allah’ın, dünyanın ziynetleri hakkındaki buyruklarını görelim:

“Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir. (Nihayet hepsi yok olur gider). Tıpkı şöyle: Bir yağmur ki, bitirdiği bitki çiftçilerin hoşuna gider. Sonra kurumaya yüz tutar da sen onu sararmış olarak görürsün. Sonra da çer çöp olur. Ahirette ise (dünyadaki amele göre ya) çetin bir azap ve(ya) Allah’ın mağfiret ve rızası vardır. Dünya hayatı, aldanış metaından başka bir şey değildir.” (Hadid, 29)

“Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.” (Al-i İmran, 14)

“Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.”  (Şura, 20)

“Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekâtı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da ‘Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?’ dediler. Onlara de ki: “Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez.” (Nisa, 77)

“Temizlenen, Rabbinin adını anıp O'na kulluk eden kimse kuşkusuz kurtuluşa ermiştir. Fakat siz (ey insanlar!) ahiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz.” (Ala, 14,15,16,17)

Bu ayetlerin tümünde dünya zevklerinin geçici, kararsız ve zevksiz olduğu, fakat ahret hayatının baki, kararlı ve zevklerinin daha çekici olduğu vurgulanmıştır. Ancak şunu bilmeliyiz ki zühd, dünya malını tamamen terk etmek demek değildir. Zira Hz. Davud ve Hz. Süleyman peygamberler zahit oldukları halde dünyada en çok mal sahibi olan kimselerdi. Hz. Peygamber (s) de, her açıdan insanlığın medar-ı iftiharıydı ama dokuz eşi vardı. Hz. Ebubekir, Hz. Osman, Abdurrahmen b. Avf ve Zübeyr b. Avam da zengin oldukları halde ashabın en zahit şahsiyetleriydi. Bediüzzaman zühdle ilgili ayetleri tefsir ederken şöyle der:

İ’lem Eyyühel-Aziz! Dört şey için dünyayı kesben değil, kalben terk etmek lâzımdır:

1- Dünyanın ömrü kısa olup, sür’atle zeval ve guruba gider. Zevalin elemiyle, visalin lezzeti zeval buluyor.

2-Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır.

3- Seni intizar etmekte ve senin de sür’atle ona doğru gitmekte olduğun “kabir”, dünyanın zînetli, lezzetli şeylerini hediye olarak kabul etmez. Çünki dünya ehlince güzel kabul edilen şey, orada çirkindir.

4- Düşmanlar ve haşerat-ı muzırra arasında bir saat durmakla dost ve büyükler meclisinde senelerce durmak arasındaki müvazene, kabir ile dünya arasındaki aynı müvazenedir. Bununla birlikte, Cenab-ı Hak da bir saatlik lezzeti terk etmeye davet ediyor ki, senelerce dostlarınla beraber rahat edesin. Öyle ise, kayıtlı ve kelepçeli olarak sevk edilmezden evvel Allah’ın davetine icabet et. (Mesnevi-i Nuriye)

Şu halde zühd, bu dünyada helalleri kendi nefsi için haram edip dünyayı bir zindana çevirmek değildir. Asıl zühd, dünyadaki nimetleri ve ve mülkleri, Allah’ın yanındaki nimetlerden ve mülkten daha değerli görmemektir. Peki, neden insanlar dünyayı ahrete tercih ediyorlar? Bunun iki sebebi vardır. Kişinin ya aklı aklı mükemmel değil, ya da dini eksiktir. Bu konuda en büyük rehberimiz Resûl-i Ekrem (s) ve ashabıdır. Dünya ellerine geçtiği halde önemsemediler. Gözlerini ta ötelere, Allah’ın yanındaki mülke diktiler.