Zalim Ve Cahil

Zalim Ve Cahil


 

Kur’an-ı Kerim, insanın zalim ve cahil olduğunu söyler. Bu, tabii bütün insanlar zalim ve cahildir anlamına gelmez; zalim ve cahil olmanın insanın potansiyelinde olduğuna bir işarettir. Tıpkı meleklerden üstün olma potansiyelinin olması gibi.

            En büyük zulüm şirk (Başka güçleri veya güç vehmedilen şeyleri Allah’a ortak koşmak) ; en büyük cehalet de, Hakk’ı (Allah) tanımamaktır. Bu anlamlarıyla zulüm ve cehaleti birbirinden ayırmak mümkün değildir. Aslında bilinen yaygın anlamlarıyla da bunlar birbiriyle yakından ilişkilidir.

            Dün Şah Rıza Pehlevi, Enver Sedat, Saddam, bugün Zeynel Abidin Bin Ali, yarın (belki bu yazıyı okuduğunuz zaman) Hüsnü Mübarek…

            Oysa her biri çok geniş yetkilerle işbaşında idiler. Ellerinin altında devasa imkanlar vardı. Güç, iktidar, para vb.

            Yıllarca zulmettiler. Hakk’ın halklarına bahşettiği zenginlikleri onlardan esirgediler. Onların çoğunluğu sefalet içinde yaşarken kendileri ve aveneleri lüks ve şatafat içinde günlerini gün etmeye çalıştılar. Halklarının inancını yasakladılar. Direnenlere yapmadıkları eziyet kalmadı. Halka despot kesilen yüzleri, düşmanlarının karşısında zillet içindeydi. İsrail’e, Amerika’ya, Avrupa ülkelerine karşı en ufak bir direnç gösteremediler, hatta Müslümanlara karşı işbirliğine soyundular, hıyanet ettiler. Hüsnü Mübarek’in, İsrail’in insanlık dışı ablukasındaki Gazze’ye yardım götürülecek Refah Kapısını nasıl kapattığını hatırlayalım.

            Gittiler, gidiyorlar, gidecekler.

            Ne kaldı geride onlar için. Zilletten, utançtan başka. İşin uhrevi boyutu da var, o bizim işimiz değil.

            Öncekilere ne kalmış ki, bunlara kalsın?

            Oysa başka türlü olabilirdi her şey. Ellerindeki iktidar gücünü, maddi imkanları Hakk’ın ve halkın emrine verebilirlerdi. Onların refahı için harcayabilirlerdi. Adaletle hükmedebilirlerdi. Özgürlüğü yayabilir, huzur getirebilir, insanlarına onurlu ve mutlu bir hayat sunabilirlerdi.

            Ne kaybederlerdi o zaman? Hiçbir şey! Yine rahat yaşarlardı. Yine çok güzel evlerde yaşarlardı. Yine istediklerini yer, istediklerini giyerlerdi.

Üstelik korkmazlardı halklarından. Rahatça çıkarlardı insanların içine. İnsanlar onları severdi. Bağrına basardı. Hayır dua ederdi. Dışardan gelen tehditlere karşı canlarını siper ederlerdi. Onlar da hizmet etmenin, sevmenin, sevilmenin mutluluğunu yaşarlardı.

             Bunu tercih etmek varken, öbürünü, yanlışını, kötüsünü, çirkinin tercih ediyorlar. Şaşırıyorum, aklım almıyor bir türlü.

            Olmadı, olmuyor, bir türlü ders almıyor bu insan müsveddeleri. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile “zalim” ve “cahil” bunlar.

Şu fıkra da onların psikolojisini çok veciz bir şekilde veriyor.

Hüsnü Mübarek çevresindekilerden birisine sorar:

- Söyler misin, ben mi büyüğüm, yoksa Nasır mı büyük?

- Elbette siz büyüksünüz.

- Neden?

- Çünkü Nasır İsrail'den korkardı, siz korkmuyorsunuz.

- Peki, söyle bakalım Enver Sedat mı büyük, yoksa ben mi büyüğüm?

- Elbette siz büyüksünüz

- Neden?

-Çünkü Enver Sedat Müslüman Kardeşler Örgütü'nden korkardı, siz korkmuyorsunuz?

Çağdaş Firavun bu cevaplarla iyice kabarır ve haddini aşarak su soruyu da sorar:

- Söyle bakalım ben mi büyüğüm, yoksa Ömer mi büyük? (Hz. Ömer)

- Elbette siz büyüksünüz.

- Neden?

- Çünkü Ömer (Hz) Allah'tan korkardı, siz Allah'tan korkmuyorsunuz?