Yine ortalığı karıştıracak bir yazı!

Yine ortalığı karıştıracak bir yazı!

Yazdığı bir köşe yazısı Teodora Doni hanımefendiyi bizlere tanıtmaya yetti!

Teodora Doni, Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde 21.02.2011 Pazartesi günü “Kadının bütün musibetlerin sebebi olduğunu düşünenler” başlıklı makalesinde savunmacı ve saldırgan bir üslupla, bütünlükten yoksun bir şekilde Prof. Dr. Orhan ÇEKER’e çamur atma görevini devam ettirmiş, ama bu arada da muhakemesinin ve anlayışının ne kadar derin ve çarpıcı olduğunu bizlere gösterme imkanı sunmuşlardır.

İki haftadan beri, belli bazı odakların yaylım ateşi altında kalan, değerli görüşlerini kamuoyu ile paylaşan Prof Dr. Orhan ÇEKER’i linç etmek isteyenlerin kervanına bu hanımefendi de katılmışlardır. Gerçeği aramaya odaklanmak yerine gazetecilik kurallarını hiçe sayarak, dedikodular üzerine kurulmuş ve manüplasyon amaçlı haberlerin tesiriyle bilinçli, maksatlı ve art niyetli olarak yapılan karalama kampanyasına destek vermeyi bir marifet zanneden sayın Teodora Doni hata etmişlerdir.

19.02.2011 tarihinde Ayşe Böhürler hanımefendinin düştüğü yanlışa düşmekten kurtulamayan sayın Teodora Doni hanım, benzer şekilde Sayın ÇEKER’in görüşlerini sağlam kaynaklardan okumadan, araştırmadan, sormadan ve incelemeden, doğrudan dedikodu ürünü yalan haberlere dayanarak İslam Hukuku sahasında uzman ve saygın bir bilim adamı olan Prof. Dr. Orhan ÇEKER’i suçlayıcı, rencide edici ve karalayıcı ifadeleri tekrarlamaktan kaçınmamışlardır.

Teodora hanım dünkü makalesinde aynen şunları söylemektedir.

“Sorunun odağında kadın var. Sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmaz. Tahrikten sonra sonucundan şikâyet etmen makul değil" diyen İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı ise ve konuya ilişkin açıklamalarını İslam'ın görüşü olarak sunuyorsa buna karşı tepkisiz kalmak, ses çıkarmamak mümkün değil.”

Kanaatimizce Teodora Doni hanım sayın ÇEKER’in bilimsel çalışmalar sonucu ulaştığı bulgularını, akademik özgürlükler çerçevesinde açıklamasından rahatsız olanlara özenerek, hocanın görüşünü “İslam’ın görüşü” şeklinde sunduğunu ifade etmiş ve yanılmışlardır. Oysa sayın ÇEKER bir İslam hukuku profesörü olarak sadece kendi düşüncesini açıklamıştır. Bu düşünce ve görüş kimseyi bağlayıcı değildir. Zaten kendisi de “bu İslam’ın görüşü” dememiş “ben böyle düşünüyorum” demiştir.

Fikir ve ifade özgürlüğünü savunduğunu her fırsatta söyleyen, Türkiye’nin birikimi olduğunu tekrarlayan, bununla da övünen bir gazetenin köşe yazarının, bilimsel bilgiye ve akademik özgürlüklere bu şekilde cephe alması ve bir üniveriste hocasının fikirlerini açıklamasından rahatsızlık duyması oldukça düşündürücüdür.

Sanırız söz konusu gazetenin sahipleri bu durumu değerlendireceklerdir. Onlar değerlendirmeseler bile, kaliteden anlayan okuyucularının bu ibret verici yaklaşımı bir kenara not edecekleri ve Türkiye’nin bu birikiminden (!) istifade edip etmeyeceklerine bir karar verecekleri muhakkaktır.

Teodora Doni hanım “tepkisiz kalmamak ve ses çıkarmak” adına bu köşe yazısını kaleme aldığını ifade ederken, kafasının ne denli karışık olduğunu da bizlere gösterme fırsatı vermişlerdir.

Öncelikle bilmelidir ki din ayrı, o dinin yorumu ise ayrı ayrı konulardır. Dinin yorumları zamana, mekana, coğrafyaya, bilimsel gelişmelere, tecrübeye, muhakeme yeteneğine ve kültüre göre değişebilir ve farklılık arz edebilir. İlahiyat sahasında çalışan akademisyenlerin sahaları ile ilgili ulaştıkları sonuçlar “İslam’ın görüşü” değil, o kişinin kendi kanaatleridir ve kimseyi bağlayıcı tarafı da yoktur. Dileyen kimse, eğer o akademisyenin ilmine, ahlakına ve kişiliğine güven duyuyorsa o bilgiyi alır ve kullanır. Uygulamayana ise kimsenin karışmaya ve söz söylemeye hakkı olmadığı gibi görüşünü açıklayan saygın bir ilahiyatçıya da “sen neden böyle düşünüyorsun arkadaş?” diye hesap sormaya ve böyle bir pervasızlığını sergilemeye de hakkı ve yetkisi yoktur. Zaten üretilen bilgi kaydedeğer ise bir mü’min onu alıp kullanacak, değilse, denizin yabancı maddeleri sahile attığı ve kabul etmediği gibi, o bilginin de hiç bir alıcısı olmayacak ve o bilgi kütüphane raflarındaki yerini alacaktır.

“Teodora Doni hanım: “Söz konusu açıklamalar herhangi bir kişinin kendi görüşü olsaydı, fikir özgürlüğü var, beğenmesek de kendi fikri veya "zırva" deyip geçerdik. Lakin konu bu kadar basit değil... Nitekim Sayın İlahiyat Profesörü eleştirilere karşı hâlâ ısrarla sözlerinin doğru olduğunu ancak yanlış anlaşıldığını iddia ediyor.”diyerek bir akademisyenin fikir özgürlüğüne hala karşı çıkmakta ve sözlerinin çarpıtılmasından rahatsızlık duyan ve görüşlerinin doğruluğunu savunmakta ısrar eden sayın ÇEKER’i anlamaya çalışmak yerine, “ısrarla ve inatla yalan haber üreterek hocayı susturmaya çalışanların” yanında yer almayı tercih etmektedir.

Teodora Doni hanımın, adeta meslek dayanışması sergileyerek bu şekilde meseleyi sulandırmaya çalışması ve sayın ÇEKER’in beyanından ziyade onun hakkında uydurulan yalanlara sarılarak hoca hakkında bir yazı kaleme alması doğrusu son derece ilginçtir.

“Teodora Doni hanım: “Çünkü ne yazık ki toplumda Prof. Dr. Orhan Çeker'in dile getirdiği görüşün çok ciddi bir karşılığı var. Nitekim konudan haberdar olmamı sağlayan bir okuryazar(!) kendi çapında bir araştırma yaptığını; eşi, annesi, arkadaşları ve yakın çevresinin ilahiyatçı profesör gibi düşündüğünü söyledi bana.” diyerek okuryazarının (!) dedikoduları üzerinden bir köşe yazısı yazdığını da ortaya koymuş ve bunu da itiraf etmiş olmaktadır.

Pek tabiidir ki saygıder ve sahasında otorite bir ilim adamını yakından tanıyan çevresi örnek alacak ve söylediklerine itibar ederek onu dinleyeceklerdir. O haberi Teodora hanıma taşıyan kişi, her ne kadar dedikodu üretse de, bir gerçeğin anlaşılmasına bilerek ya da bilmeden katkı sağlamış olmaktadır ki, bu durum hocanın saygınlığına apaçık bir delildir ve yakın çevresinin hocaya ne kadar  güvendiğini göstermesi bakımından da dikkatle tahlil edilmesi gereken bir husustur.

Teodora Doni hanım: “Gerçekten sinirlerim bozuldu. O yaşa gelmiş, profesör unvanı almış bir insan bir konuya nasıl bu kadar sığ bakabilir ve sonuçları nasıl düşünmez.” derken giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinin olmadığı köşe yazısında sayın ÇEKER’in meseleye sığ baktığını söylerken sanki kendisini tarif ediyor gibidir.

“Sonuçlarını nasıl düşünemez” derken, acaba koskoca bir İlahiyat profesörünün “kitman-i ilim” yapmasını ve “fincancı katırlarını ürkütmemesini istemesi” konusunda kendilerinin ne kadar haklı olduklarını bir kez daha derin bir şekilde düşünmesi, belki de okuyucularının ondan bir dileği ve arzusu olabilir.

Diğer taraftan, bilinçli ve akıllı bir Müslümana düşen görev, birilerine şirin ve sevimli görünmek değil olduğu gibi görünmek ve ilkeli ve tutarlı olmaktır. Kınayanın kınamasına aldırmadan her zaman doğruların, haklının ve adaletin yanında yer almaktır.
“Teodora Doni: “Her nedense suç hep kadınlarda, suç hep kızlarda... Kur'an'da uyarının önce erkeklere yapıldığı hep gözardı ediliyor her nedense.” derken de meseleyi çarpıtmakta ve Kur’an’ın hem erkekleri hem de kadınları benzer ifadelerle uyardığını söylemek yerine, sadece erkeklere yapılan uyarıyı zikretmektedir. Bu da meseleye nasıl tek taraflı baktığını ve savunmacı bir üslup sergilerken nasıl hakikattan ve adaletten sapabildiğini göstermesi bakımından kaydadeğerdir

Yazdığı makalenin başlığıyla hiç alakası olmayan bir şekilde sözlerine şöyle devam eden Teodora Doni: “Daha doğumdan itibaren annenin çocuğunu emzirmemesiyle başlayan yanlışlıkları kadının dekoltesine bağlamak nasıl bir anlayış. Eğitim(!) için çocuklarımız daha küçücük yaştan itibaren sistem tarafından ellerimizden alınıyor. Çocuklarımızın kokusuna hasret yaşıyoruz ve çocuklar da annelerin sevgisinden, ilgisinden mahrum kalıyor.” demektedir.

Gerçekten konu ile hiç ama hiç alakası olmayan mevzulara daldıktan ve lüzumsuz bir sürü şeyden bahsettikten sonra: “Havva Ana'nın yalnızca Adem Baba'nın kaburga kemiğinden ibaret olduğuna inananlar.” diyerek bir şiir alıntısı yapmaktadır.

Şurası bir gerçektir ki, Havva’nın Adem (as)’ın kaburga kemiğinden yaratıldığını söyleyen Yahudiler olup bu tür anlayışlar oralardan İslami eserlere girmiştir. Ancak İslam alimlerinin bir kısmı, bu bilgilerin doğru olmadığını belirterek bu gerçeğe işaret etmişlerdir. İsrailiyyat olduğu bilinen bu tür mesnedsiz ve tutarsız bilgileri İslam’a yamamak ve buradan genellemelere gitmek son derece yanlıştır.

Bu itibarla, bilgi sahibi olmadan uzman olmadıkları sahalarda kalem oynatanların iki değil, on defa düşünmeleri yerinde olacaktır sanırız.

Kadınlara da köşe yazısı yazdırmak adına, kaliteden taviz vererek bu tür yazıların çıkmasına vesile olmak, bütünlüğü ve derinliği olmayan üçüncü ya da beşinci sınıf  köşe yazıları ile okuyucuların kafalarını bulandırmak ve karıştırmak doğru ve isabetli bir yaklaşım olmasa gerektir.

Dolayısıyla, dinin toplumsal alanda da görülür, bilinir, tanınır ve yaşanır olmasından rahatsız olan, bunu içine sindiremeyen bir takım çevrelerin oyununa gelerek ciddi delil ve birikimden yoksun şekilde, dedikodular ve İsrailiyyat üzerine köşe yazısı kaleme almak ve böyle bir yorumu yapmak Teodora Doni hanıma ve gazetesine hiç ama hiç yakışmamıştır.

Oysa araştırsalardı göreceklerdi ki sayın ÇEKER, “taciz” yapan erkekleri suçlu bulmaktadır ve “tecavüzden” hiç bahsetmemektedir. Sayın ÇEKER’in sözleri aynen şu şekildedir:


“Bu konuda suçu işleyenleri savunduğum anlaşılmasın. Elbette işlenen suç son derece iğrençtir. Lakin bu suçun işlenmesinde dekolte ve tahrik edici kıyafetler giyinen kadının da etkisi küçümsenmeyecek kadar büyüktür. Bu konuda tabi ki erkek suçludur ama kadının da suçu gözardı edilirse meseleyi çözümde yanlış adım atmış oluruz. Bu olayda her iki taraf da suçludur."

Böyle diyen bir akademisyenin sözlerini çarpıtarak, yalan haber yapanlara kanan Teodora Doni hanım çok yanlış yapmıştır.

Dolayısıyla Teodora Doni hanımın tıpkı Ayşe Böhürler gibi, sayın Orhan ÇEKER hocadan ve okuyucularından özür dilemesi gerekmektedir. Çünkü her ikisi de “muhafazakâr kesimin kadınlarından olarak” okuduklarını doğru anladıklarını ve kaliteli köşe yazıları yazdıklarını göstermek durumundadırlar. Yoksa sırf “kadınları savunacağız” derken meseleye tek taraflı bakmak ve bu tür köşe yazılarını iki gün ara ile kaleme almak sorumluluk ve vebal gerektiren hususlardandır. Ciddi olması beklenen konuların bu tür ucuz polemiklere kurban edilmemesi ve meselenin çok yönlü tahlil edilmesinin öğrenilmesi bir zorunluluktur. Gazeteciliğin ciddi ve saygın bir meslek olduğunu meslektaşlarımızın bilmesini, hatırlamasını ve göstermesini beklemekte bizim hakkımızdır.

Belli medya organlarının çığırtkanlık yaptığı, bir bardak suda fırtına koparttığı, akademik özgürlüğün doğal bir sonucu olarak fikir üretme ve kamuoyu ile paylaşma hakkını bir ilahiyat hocasına çok gördüğü, ortaya konulan düşünceyi çağırarak, bağırarak ve homurdanarak tesirsiz hale getirmeye çalıştığı herkes tarafından bilinmektedir. Bu durumu göz ardı ederek meseleye bakan bazı muhafazakar kesim aydınlarının da çok kolay aldanacağının tipik örnekleri maalesef karşımızda durmaktadır.

Sonuç olarak, gazetecilik etik, ilke ve kurallarını göz ardı ederek, dedikodular ve bir takım yanlış yönlendirmeler sonucu kaleme alındığı belli olan, içeriği ve derinliği çok zayıf, hissi ve keyfi bu köşe yazısı sebebiyle gazeteci Teodora Doni hanımın kamuoyundan özür dilemesi ve Orhan ÇEKER hocadan helallik istemesi farz olmuştur.

Bunu yapmadığı takdirde saygın ve sahasında otorite bir İslam hukuku hocasını susturmak, sindirmek ve linç etmek isteyenlerin değirmenine su taşıması nedeniyle vebalde kalacağını hatırlatıyor ve kendisini derin bir muhasebeye ve muhakemeye çağırıyoruz. Umarız bu çağrımız karşılıksız kalmayacak ve kendileri de tıpkı diğer meslektaşları gibi hatalarını anlama ve gereğini yapma erdemini gösterebileceklerdir.


DİYANETHABERLER.COM