YA, ALLAH BAŞARAMADINIZ DERSE…

YA, ALLAH BAŞARAMADINIZ DERSE…


Allah zamanı bazen lehimize, bazen aleyhimize çevirir:
“Eğer size bir zarar dokunduysa, elbet benzer bir zarar (başka) insanlara da dokundu. Zira o (iyi ve kötü) dönemleri biz insanlar arasında döndürür dururuz ki, Allah iman eden kimseleri seçip ayırsın ve sizden hakikate şahit olanları tespit etsin; çünkü Allah zalimleri sevmez” (Al-i İmran, 3/140)
Ayet Uhut Savaşı üzerine nazil olmuş. Bedir’de Müslümanlar kazanmıştı; Uhut’ta okçuların, Hz. Peygamber’in yerinizden ayrılmayın emrini dinlemeyip ganimet telaşına düşmeleri üzerine, kazanılmak üzere olan savaş kaybedilmişti.
Zaman zaman bu ilahi çerçeveden 28 Şubat Dönemi ile bugünü karşılaştırıyorum:
O dönemde dindar kesimler zor bir imtihandan geçmişti. Çok ağır baskılara maruz kalmışlardı. Hak hukuk ayaklar altına alınmıştı. Din hafife, dindarlar alaya alınıyor, her gün bunun akla hayale gelmedik örnekleri yaşanıyor; sırtını güç odaklarına yaslayanlar, içlerindeki kini her fırsatta kusuyordu. İnancına göre yaşamaya çalışanlar, resmi sivil bütün kurum ve kuruluşlardan dışlanmışlardı. Kebapçılar bile fişlenmişti. Başörtülülere karşı korkunç bir sürek avı başlatılmıştı. Gümüş yüzük takmak, dizlerinin ütüsü bozulmuş pantolonla dolaşmak, konuşurken Allah, din, iman demek cesaret gerektiriyordu. Detaylarını yaşayanlar iyi bilir.
Gerçi bir kısım kimseler o zor dönemlerde imtihanın gerektirdiği cesareti ve dirayeti gösteremediler ve çözüldüler. Ama büyük bir kısmı direndi, bilendi, mücadeleyi sabırla sürdürdü. Ve dünyevi olarak kaybetmiş gibi görünse de kazandı.
Belki de o basiretli, cesaretli, dirayetli kimselerin çabasının, emeğinin ve duasının sonucu olarak, Allah’ın da yardımı ile bazılarının bin yıl sürecek dedikleri o dönem 2000’li yılların başından itibaren sona ermeye başladı. O karanlık ve zor günler, yerini yavaş yavaş aydınlığa, özgürlüğe, rahatlığa bıraktı.
Bugün en tepeden en aşağıya kadar hemen hemen her kademede inançlı insanlar söz sahibi. Mevki, makam dindarların elinde ve kontrolünde. Yasaklar kalktı, özgürlüklerin kapısı ardına kadar açıldı. Zulmün sembolü olan başörtüsü yasağı bir iki yer hariç kalkmakla kalmadı, en üst düzey protokole girdi. Dindar kesimler para musluklarının da başına geçtiler ve hızla zenginleşmeye başladılar. Düne kadar hayal bile edemeyeceğimiz gelişmeler yaşandı. Yazmak uzun sayfalar alacak çok önemli şeyler oldu.
İlahi düzlemden değerlendirecek olursak dindar insanlar bu sefer varlıkla imtihan edilmeye başlanmıştı.
Peki, bugün bu imtihanda ne durumdayız?
Hani biz gelirsek her yer güllük gülistanlık olacaktı. Biz adaletle yönetecektik. Bize karşı olanlar bile adaletimizden emin olacaktı. Bizde torpil yoktu, emaneti ehline verecektik. Bizde hırsızlık, yolsuzluk olmazdı; yemezdik, yedirmezdik; ihaleye fesat karıştırmazdık. Kamunun malını Beytülmal bilirdik, dokunmak ateşti; kendi keyfimiz için harcamak, israftı, haramdı. Lüks bize göre değildi. Biz dürüsttük, çalışkandık. Hizmetin en iyisini yapardık. Hatır gönül ile iş yapmak, rüşvet, haksızlık, yalan dolan olmazdı bizde. İşlerimizi istişare ile şeffaf bir şekilde yapardık. En güzel hizmeti biz verirdik. Mevki, makam, şan, şöhret, mal, mülk, para, pul, işleri dünyevileşme alameti idi, bize göre değildi. Bizde kibir, enaniyet olmazdı. Biz Hesap Gününe inanırdık. Veremeyeceğimiz hesabın içine girmezdik. Biz dünyanın değil ukbanın peşinde idik; hatta Cennet bile değildi peşinde olduğumuz, Allah’ın rızası idi…
Daha neler neler diyorduk, iyi de diyorduk, doğru da diyorduk. Müslüman dediğimiz gibi olmalıydı.
Ama olduk mu? Savunduğumuz ölçülere uyduk mu? İnancımızı en güzel şekilde temsil ettik mi?
Bugün insanlar, “He ya, şu dindarlar, ne mübarek, ne temiz, ne dürüst, ne çalışkan, ne adil insanlarmış” diyorlar mı? “Keşke biz de onlar gibi olabilsek diyorlar mı? Bizim şahsımızda inancımızı seviyorlar mı? Sezai Karakoç’un o meşhur sözünden iktibasla söyleyecek olursak" dün bizi öldürmeye kastedenler bugün halimize bakıp bizde diriliyorlar mı?”
Yoksa, “sizin de bir farkınız yokmuş diğerlerinden” mi diyorlar. “Sizin de ayarınız çıktı ortaya, siz de hariçten gazel okumuşsunuz bugüne kadar” mı diyorlar. Ve sadece bizden değil, bizim inancımızdan da mı uzaklaşıyorlar?
Çok uzağa gitmeyelim ve kendi kendimize soralım: Bugün dünden daha dindar olduğumuzu iddia edebiliyor muyuz? Allah ile aramızın eskisinden daha iyi olduğunu, mesela namazlarımızı daha huşu içinde kıldığımızı söyleyebiliyor muyuz?
Bazen bunları düşününce çok korkuyorum.
Ya Allah, “size bir fırsat verdim ama başaramadınız, daha savaş bitmeden ganimete daldınız, size bahşettiğim nimetlerin şükrünü eda edemediniz, siz de öncekiler gibi varlık imtihanında sınıfta kaldınız” dese… Dese ve alıverse elimizden.
Şu ayetler yeterince uyarıcı değil mi?
"Ey insanlar! Allah dilerse sizi yok eder ve yerinize başkalarını getirir. Allah’ın gücü buna yeter./Kim dünya nimetini isterse, bilsin ki, dünyanın ve ahretin nimeti Allah'ın katındadır. Allah işitir ve görür. (Nisa, 4/133-134)