Ve (Efsane)Mona Rosa, Sezai Karakoç'u anlattı

Türk Edebiyat ve fikir dünyasının anıt isimlerinden Sezai Karakoç imzalı Türk Edebiyatı'nın şiir anıtlarından Mona Rosa'ya konu olan Muazzez Akkaya konuştu:

Ve (Efsane)Mona Rosa, Sezai Karakoç'u anlattı
Sezai Karakoç'un 14 kıtalık "Mona Rosa" şiirinin kıta başlarındaki harflerin yan yana getirilmesiyle ortaya çıkan "Muazzez Akkaya'm" akrostişi, 56 yıldır edebiyat çevrelerinde cevabını arıyordu. Efsanenin kahramanı Muazzez Akkaya o günleri anlattı.

Şehir efsaneleri diyordu ki: "Sezai Karakoç bir kıza aşık olur,ama bunu ne o kıza ne de başka birine anlatabilir. Kız bir şeylerin farkındadır ama emin değildir. En yakın arkadaşı Sezai Karakoç'un şiire olan merakını biliyordur ve bir davete katılması için ısrar eder. O da kıramaz ve katılır.programı sunan da o arkadaşıdır. Gecenin sonuna doğru söze başlayan arkadaşı,aralarında da güzel şiirler yazan birinin olduğunu söyler ve Sezai Karakoç'u sahneye davet eder. Sıkıla sıkıla çıkar Karakoç ve Mona Roza’yı okumaya başlar. Kız da ordadır ve nişanlanmıştır. Emindir artık emin olamadıklarından. Bakışırlar bir süre,sonra Karakoç daha fazla dayanamaz ve koşarak sahneyi terk eder. Kız arkasından koşar hemen. Yetişir Karakoç'a. Parmağındaki yüzüğü göstererek der ki; "bir tek sözüne bakar,çıkarıp atarım".Sezai Karakoç da "artık senin aşkın benimkine yetişemez" der. O gece kız intihar eder.Sezai Karakoç hala evlenmemiştir..."

Oysa Muazzez Erkaya'nın ölmediği ve yaşadığı biliniyordu. Ancak kapılarını kimseye açmıyordu. Bir yerel site, ulusal medyanının başaramadığını başardı ve Türk Edebiyatının şiir anıtları arasında yer alan Mona Rosa'ya ilham kaynağı olan Mona Rosa ile sohbet gerçekleştirdi...

Muazzez Akkaya'nın aile dostu Geyveli şair Fahri Ersavaş ve Eşme köyü web sitesi editör ve geyve.com yazarı Şeref Elma Muazzez Akkaya (Giray)'ı ziyaret etti.

Muazzez Giray, iddialara ve anlatılanlara cevap verdi. İşte o röportajdan önemli satırbaşları ve söz konusu röportajın tamamı:

Kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
-1930 yılında Akhisar'da (Pamukova) doğdum. Babam memur, reji diyorlar sonra Tekel oldu. Türkiye'nin nüfusu az olduğu için,
çocukları büyüdükçe ortaokullu bir şehre, mesela ablam liseye başlayınca lise olan bir şehre tayinini istedi. Hemen Eskişehir'e yolladılar, üniversiteye gelince Ankara'ya tayinini istedi ve oraya yolladılar.

İlkokul 3'e kadar Sögütlü'de, 4 ve 5. sınıfı Eskişehir'de okudum. Ortaokulun ilk senesini yine Eskişehir'de okudum, sonra babam Ankara'ya tayin oldu. Ortaokulu Ankara Anafartalar Ortaokulu'nda okudum oradan mezun oldum.

Bir arkadaşım bahsetmişti Leyli meccali (Fransızca: yatılı okul) imtihanına niye girmiyorsun diye... Ve oraya girdim, tesadüfen İstanbul Kandilli Kız Lisesi'ni kazandım. Orada 3 sene en büyük zevk-i tahsilim, en güzel arkadaşlıklarım, tüm anılarım hala devam ediyor, buluşuyoruz görüşüyoruz. Yatılı okul olunca kardeş gibiyiz. Sonra bir arkadaşım vasıtasıyla, abisi hariciyeci imiş, Siyasal Bilgilerin imtihanına girelim dedi. O kazanamadı, ben kazandım. Yıl 1950 ve 4 sene de orada okudum. 1954'te mezun oldum.

Sonra Maliye Bakanlığı'nda, bir ara DSİ'de, tekrar Maliye Bakanlığı'nda çalışırken eşim Orhan Giray ile tanıştım. O da Umum Müdür Muavini idi, orada tanıştık. Sonra ben onu ziyarete geldim ve arkadaşlığımız devam etti. 1958 yılında da evlendik. 4 çocuğum oldu, 2 kız, 2 erkek... Ayşegül, Ela, İhsan, Özgür Sinan, ... Hepsinden memnunum, hepsi aklı başında çocuklar, yüksek tahsillerini yaptı.

Eşimin esas görevi Maliye Müfettişi iken evvela Kıbrıs'a Maliye Ateşe olarak tayin oldu, orda da 1963 olayları çıktı. Hemen yanıbaşımızda Rum komşularımız vardı, orada doktorun ailesini katlettiler... Oradan İsrail'e Telaviv'e tayin oldu. 2 sene orada kaldık. Ve 1966 yılında Türkiye'ye döndük.

Ben daha önce Hukuk imtihanını da vermiştim. O arada gizli gizli staj da yaptım. Ve hazinede, Hazine Avukatlığı yapmaya başladım. Ama Telaviv'e giderken dondurmuştuk. Dönüşte tekrar Ankara Muhakematı'nda başladım. Eşim de döndükten sonra Devlet Malzeme Ofisi'nde (DMO) Umum Müdürlüğü yaptı. 1967'den 1973'e kadar 5-6 yıl görev yaptı. Daha sonra Anadolu Bankası Umum Müdürü olarak İstanbul'a geldik. 2-3 sene de burada görev yaptı. Sonra başka tayinler çıktı, O da Marmara Transport diye bir gemi tersaneciliği vardı, orada Murahhas üye olarak devam etti. Sonra da bir hevesle inşaat işine kalkıştı. Eskiden beri inşaata hevesi vardı. Kozyatağı'nda bir arsa almıştık orada biraz inşaata girişti, diğer işleri bıraktı. Zaten yaşlanmıştı, o inşaatı bitirdikten sonra oğlumuz İhsan'a devretti. İçerenköy'de inşaat yaptı. Ve sonrada böbrek yetmezliğinden hasta oldu. Diyalize girdi, gerçi çok fazla giremedi ama... 6 ay kadar ancak dayandı. 2006'da vefat etti.

Ben de kızım Ela ve torunum Deniz'le birlikte üçümüz beraber yaşıyoruz. İyi ki varlar, 5 tane torunum var, 6'ncı da yolda. ... kardeş geliyor. (Bu arada İdil'i kastederek kıskançlık başlar mı diye soruyoruz) Hayır abla olacak, (Gülüşmeler) sanmam...

Pabucu dama atılmayacak değil mi?
-Yok yok, mesela en büyük torunum Deniz, Marmara Maliye Bölümü'nü bitirdi master yapmaya gidecek, O'nun pabucu dama atılmadı. Arkalardan geldi hepsi mesela... Her yeni gelen seviliyor.


Geyve'de nerede oturdunuz, komşularınız ve hatırladığınız isimler kimlerdir?
Geyve'de Gazisüleymanpaşa Mahallesi'nde eski yazlık sinemanın olduğu yerde oturduk.


Yanımızda dava vekili Şefik Bey vardı, çocukları Dilaver, Sezai, Gülen, torunları Menderes İstanbul'a yerleşti. Diğer komşularımız Saatçi Fahri, Şaziye Hanım ve kızları Nuray, Ayşe, Fatma.
Sakibe Hanım ve kızı Keriman. Karşımızda Rüştü Bey vardı. Diğer hatırladıklarım Sadettin Enişte, Mehmet Dinçer öğretmen. Asiye Karabaş ve kızı Sinem ve Serdar Geyve'de kalan akrabalarımız.

Bu arada biraz geriye dönerek, masa tenisi (ping pong) şampiyonluklarınız varmış, biraz bahseder misiniz?
-Mülkiyedeyken (Siyasal Bilgiler) Ülker Akçakoca (Köksal) diye bir arkadaşım vardı. Onunla beraber ping pong oynayalım dedik, 1-2 ping pong oynayan arkadaşlarla birlikte... derken ilerlettik bunu. Bu sefer fakülteler arası ping pong müsabakaları oldu. O zamanlar tabi bu kadar spor yapan ve ping pong oynayan yoktu. Fakülteler arası Dil Tarih'te oynayan bir asistan vardı. Oraya çağırdılar, benim daha önceden haberim yok, 'Haydi Muazzez maça' dediler. Gittik orada, işte 5-6 kişiydik sanırım iştirak eden, orada 1.'lik aldım. Tesadüfen yendim hepsini.


Arkadaşlarınızı not almışım, onlarla sağ olanlarla görüşür müsünüz hala?
-Cengiz Aren vefat etti sanırım. Ülker ile görüşüyorum mesela. Neriman ile Burhaniye'de yazlığa gittiğimde görüşmüştüm. Ülkü ile mezun olduktan sonra eşi çimento fabrikasında vazifeliydi, bir ara görüşmeler olmuştu sonra dağıldık. 2004'te 50'. yıl mezunları biraraya gelmiştik. İlhan Evliyaoğlu... Suzanlar vardı 2 Suzan...


Mezuniyet fotoğrafında yoktu... Siz ne diyorsunuz o güne?
-İnek Bayramı, özel bir gündür.


Siyasal Bilgilerin özel Bayramı mıdır?
-Evet, okulun en sonunda bir inek getirirler. O sınıfın da ineğini seçerler. O, ineği gezdirir böyle. Yani çok çalışan, iyi notlar alan öğrenci, okulun etrafında böyle dolaşır, işte şarkılar söylenir, marşlar söylenir. O arada salonda da toplantılar yapılır, şiirler okunur, çok güzel geçer...


Eşinizle nasıl tanıştınız?
-Maliyede çalıştığım dönemde tanıştık. Ben Maliyede çalışırken O'da Hazinede Genel Müdür Yardımcısı idi. Ve onun bürosunda çalışmaya başladım. O İstanbul'a döndü. İstanbul'a dönünce telefon ettim... koşarak geldi. Ondan sonra arkadaşlığımız devam etti. Bir-bir buçuk sene arkadaşlığımız oldu, sonra evlendik.


Sizin bir Avukatlık süreciniz var ondan bahseder misiniz?
-Benim avukatlığa başlamam 1960 yılında oldu. Baş Hukuk Müşavirliğinde avukat olarak başladım, eşim Kıbrıs ve Telaviv'e atanınca ücretsiz izin aldım. Dönüşte, baş hukuk müşavirliğinde değil de, Ankara Muhakemat'ta başladım. Orada da çok iyi arkadaşlıklarımız oldu. 10 kadar avukat arkadaşımla hala görüşürüm.


DSİ'de de görev yaptınız...
Evet, avukatlığa başlamadan önce Devlet Su İşleri'nde çalıştım. Şakir'de (Eşmeli) orada çalışıyordu. Sonra avukatlığa geçmek için ordan ayrıldım.


Şimdi en kritik soruları başlayacağız ancak sizi rahatsız etmeden soracağız. Şimdi sınıf arkadaşınız Sezai Bey'le (Karakoç) olan şiirle ilgili... Siz bu şiirin farkına ne zaman vardınız?
-Ben o şiiri... Yazılmış benim hiç haberim bile yoktu, hatta Altan Öymen'in eşi Aysel bir sınıf aşağıdaydı sanırım. O söyledi 'Sınıfınızda çok güzel şiirler yazan birisi var' diye. Ben de öyle şiirlerle falan aram yoktur, matematiğe daha ilgiliydim. Derken açığa çıktı. Çok fazla üzerime düştü bilmiyorum, biraz tutku halini aldığı, onunda bu şeye saplanmamasını arzu ederdim. Saplantı haline gelmemesini isterdim... Kendisi bir hayat kursaydı daha mutlu, huzurlu olurdum.


Öğrencilik döneminde ilgisini size hissettirdi mi, yoksa siz bunu daha sonra mı öğrendiniz?
-Hissettirdi tabii... Çok şiirler verdi, ne bileyim yazılar verdi, kitaplar verdi, ama yakınlık duyamadım.

Kısaca elektrik alamadınız..
-O'nu diyorsanız evet elektrik alamadım.


Bu şiir (Mona Roza) daha önceleri hiç bir yayınevi tarafından yayınlanmamış, o güne kadar (internet dönemi) teksirle fotokopiyle çoğaltılarak okunmuş ve belli kesimler tarafından bilinirdi. İnternetin ortaya çıkmasıyla 2002'de dikkat çekmiş, gençler arasında paylaşılarak daha bir önem kazanmış... Şiirin en önemli özelliği mısralarının baş harflerini birleştirdiğimizde (akrostiş) sizin isminiz yazıyor. Kamuoyunda bilgi kirliliği var, bir sürü hikayeler, uydurmalar, şehir efsaneleri söz konusu. Bilinmeyenler ne kadar açığa çıkarsa, yalan yanlış bilenen herşey ortadan kaybolur. Sizin üzerinizden dedikodu üretilmektedir. Bu anlamda bizi ilgilendiren kısmı Geyveli olmanızdan ötürü Muazzez Akkaya'nın kendisidir. Muazzez Akkaya ne düşünüyor, onun yaşamı nasıldır, meslek hayatı iş hayatı nasıldı, kimle evlendi, çoluk-çocuk durumu nedir vs... Bizi en fazla rahatsız eden kısmı sizin üzerinizden dedikodu üretilmesidir. Mesela, Cemal Süreya'dan bahsederler...

Hiç size bu konuyla ilgili bir bilgi geldi mi?
-Cemal Süreya'dan nasıl bahsediyorlar?


İnternette dolaşan bahse göre, çok enteresandır Cemal Süreya, Sezai Karakoç ve siz Siyasal Bilgiler'de sınıf arkadaşısınız... Cemal Süreya ve Sezai Karakoç size ilgi duymakta, kendi aralarında sizin gönlünüzü kazanmak için farkınızda olmadan iddiaya girerler. Size yakınlık kurmaya çalışırlar...
-Cemal Süreya'dan... Şimdi açınca... Ben de konuyu açayım. Kendisi hiç belli etmedi hakikaten. Ama ne zaman sınıfa girsem, tahtaya şiir yazardı. Bir de mantomu aşağıda hocaların olduğu yere asardık ve orada cebime hep şiirler gelirdi. Ama kim olduğunu bilmezdim. Ve aynı yazı tahtada da görünce onları Perihan diye bir
arkadaş vardı, hatta ona da 'Bak aynı çocuk' falan diye... Sonradan kafama jeton düştü... Çünkü 1-2 defa Todori'de karşılaştık, ilk zamanlar maliyenindi orası. Orada evliliğimi sorardı, ben de 'Gayet iyi gidiyor' falan deyince, 'Benim de iyi gidiyor neden iyi gitmesin' diye... O yazdıklarını biraz hissetmiştim ama şimdi daha iyi anlamış oldum. Bak ben bunu bilmiyordum. Kimden duydunuz?

İnternette okumuştuk veya bir dost meclisinde konusu geçmiş olabilir tam hatırlamıyorum. Ama çok öne çıkan bir bilgi bu... İnternette buna benzer pekçok iddia var. Bir tanesinde sizin intihar ettiğinizden bahsediyor.
-Evet onları yazdı Ahmet Hakan...


Bizim esas amacımız, sizin bir kişiliğiniz var, siz bir Muazzez Akkaya olarak, sizin hakkınızda bir sürü dedikodular üretiliyor ve bu dedikodular karşısında biz de bir Geyveli olarak ister istemez sorumluluk duyuyoruz. Amerika'daki kızınızın Ahmet Hakan'la yaptığı görüşme çok yararlı oldu.

Bir iddiada konferans salonunda size karşı şiir okuduğu, sizin ağlayarak salonu terk ettiğiniz söyleniyor...
-Şiir gününde çıktı okudu gerçekten...

Bu şiiri mi okudu? Mona Roza'yı mı okudu?
-Vallahi şu an onu bile hatırlamıyorum, hangisini okuduğunu... Ben de okul gecesi olduğu için gitmiştim, ama ne kaçtım ne de bir şey yaptım, sakin sakin oturdum.


Sizin için Grace Kelly gibiydi diyorlar...
-Yok kadıncağız mezarında ters dönecek (gülüşmeler)... Sanırım bir-iki kişi iltifat olsun diye söyledi ama alakası yok tabii.


Cemal Süreya konusuna dönecek olursak eksik olan kısmını tamamlayayım. Cemal Süreya ve Sezai Karakoç sizin kalbinizi kazanmak için iddiaya giriyor. İddia sonunda kaybeden hayatının sonraki aşamasında bir iz taşıyacaktı. Anlatılana göre Cemal Süreya iddiayı kaybeder ve 'Süreyya' olan soy isminden bir tane 'y' harfini nüfustan sildiriyor.
-Hımmm o sebeple sildiriyor öyle mi?


Evet
-Allah Allah (ben neymişim dercesine gülüşmeler)


Böyle bir silinme olayı var mı?
-Var. Tabi Süreyya idi bizim zamanımızda


Silinme hikayesini biliyormuydunuz?
-Yok hiç bilmiyordum, ama Cemal Süreyya idi, 'y' harfini sonradan kaldırdığını biliyorum.


Ne olarak kaldırmış olabilir?
-Hiç bilmiyorum.


Bakın burası çok enteresan, ben 'y' harfini kaldırdığını bilmiyordum. Ancak siz bu olayı onaylıyorsunuz...
-Evet evet Süreyya idi 'y'yi kaldırdı.


Çünkü orada iddiayı kaybettiği için...
-Ama ikiside kaybetmiş oluyor o zaman...


Hayır kendi aralarındaki iddianın farkında değilsiniz... İddiayı kaybeden Cemal Süreyya soy isminden bir tane 'y' harfini kaldırıyor. Bakın o dönemdeki anlayışa Eğer doğru ise bugün böyle bir iddiayı günümüzde kim yerine getirir ki...
Tabi bu iddia olayı kulaktan dolma bir bilgi de olabilir... Olay şöyle devam ediyor, Sezai Bey'in size olan sevgisini aşkını iddiaya kurban etmesinden dolayı onunla olan ilişkinizi kesmişsiniz, hiç konuşmamaya başlamışsınız...
-Bilemiyorum, Allah Allah (gülüşme)


Bu olaydan sonra Sezai Bey içine kapanmış, hiç evlenmemiş vs... Halbuki siz bu yaşanan olayların hiç farkında değilsiniz
-Evet hiç farkında değilim..


Hatta sizin ping pong'a olan ilginizden dolayı bir şiiri var
-Evet öyleymiş, onu da Ahmet Hakan'dan öğrendim.


O dönemde okul yaşantısı, arkadaşlıklar nasıldı?
-O dönemde erkek arkadaşlar çoktu. O yüzden biz kız arkadaşlar daha fazla birbirimizle kaynaşıyorduk. Ama ben daha çok Ülker Akçakoca ile takılırdım. Beraber Suriye'ye Lübnan'a, Kıbrıs'a seyahatlerimiz olurdu. Sömestr Şubat tatilinde okulca sınıfta da 8 kızdık. Sınıfımızda güzel güzel kızlar vardı ama neden bana yazılmışlar bilmiyorum. Üniversiteye başlayan genç delikanlılar, onun için yakınlarında kim varsa veyahut hoşlarına gidin başka bir yerde olsaydı başkasına ilgi olacaktı. Çok şükür fakülte hayatımız çok güzel geçti. Ping pong oynamamız da devam etti bizim, 4 sene boyunca... Güzeldi bilmiyorum... Hocalarımızda gayet iyiydi... Coşkun Bey vardı, Bülent Bey vardı, Fadıl Bey vardı...


New York'ta kızınızda ne kadar kaldınız? Gelip gitme mi oldu?
Evet gelip gitme oldu. Devamlı kaldığım olmadı. En çok 3 hafta kalmışımdır. Ama torun doğduğunda bir 25 gün olabilir.


Üniversite döneminde öne çıkan arkadaşlarınız var mıydı?
Atilla Karaosmanoğlu vardı, Planlama Teşkilatının başına geçmişti, İlhan Evliyaoğlu milletvekili olmuştu, Ümit Özkan vardı... Erkek arkadaşlarla fazla da bağlantımız olmadı. Ülker ile birkaç toplantılara gittik, sonra baktık onlar da rahat konuşamıyor bir daha katılmadık.


Eşinizden bahsedecek olursak, O'nu da rahmetle analım, ona olan ilginiz, kısaca onu nasıl anlatırsınız? Herkesin peşinde olduğu Muazzez Akkaya'nın gönül verdiği insan nasıl biriydi?
-Orhan Giray çok efendi, saygılı birisiydi. Hani eskiden söylerlerdi ya İstanbul Beyfendisi, şimdi bilmiyorum, sanırım onun devreleri de öyleydi. Sınıf arakaşlarının arkadaşlıkları da seviyeli saygılı kişilerdi. Belki o devrin yetiştirdiği insanlar, Atatürk devrinin insanları oldukları için hem kadınlara saygılı, hem etraflarına saygılı... Tabi aramızdaki sevgi çok kuvvetliydi, zaman geçtikçe yerleşti. Tabi çocuklarımız olunca onu perçinlediler... Çok güzel, huzurlu bir 48 sene geçirdik beraber. Güzel bir evlilikti bizim için.


Bize kapınızı açıp, vermiş olduğunuz bilgiler için çok teşekkür ederiz. Umuyoruz, bilinmeyen merak edilen pekçok konu sizin açınızdan aydınlığa kavuşsa da bazı yaşanmışlıklar gizemini korumaya devam edecektir. Size ve çocuklarınıza, torunlarınızla birlikte sağlıklı bir ömür dileriz.

Yüzyılın Aşk Şiiri Mona Roza'nın Öyküsü

AŞK VE ÇİLELER / SEZAİ KARAKOÇ

Monna Rosa, siyah güller, ak güller;
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa, siyah güller, ak güller!

Ulur aya karşı kirli çakallar,
Bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.
Monna Rosa, bugün bende bir hal var,
Yağmur iğri iğri düşer toprağa,
Ulur aya karşı kirli çakallar.

Açma pencereni, perdeleri çek:
Monna Rosa, seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek;
Anla Monna Rosa, ben oteliyim...
Açma pencereni, perdeleri çek.

Zeytin ağacının karanlığıdır
Elindeki elma ile başlayan...
Bir yakut yüzükte aydınlanan sır,
Sıcak ve minnacık yüzündeki kan,
Zeytin ağacının karanlığıdır.

Zambaklar en ıssız yerlerde açar,
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
Işıksız ruhumu sallar da durur,
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.

Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi...
Ellerinden belli olur bir kadın.
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin, ellerin ve parmakların.

Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna;
Saat on ikidir, söndü lambalar.
Uyu da turnalar gelsin rüyana,
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;
Zaman çabuk çabuk geçiyor Monna.

Akşamları gelir incir kuşları,
Konarlar bahçemin incirlerine;
Kiminin rengi ak, kiminin sarı.
Ah, beni vursalar bir kuş yerine!
Akşamları gelir incir kuşları...

Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni
İncir kuşlannın bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar... Su kenarında
Ki ben, Monna Rosa, bulurum seni.

Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa:
Henüz dinlemedin benden türküler.
Benim aşkım uymaz öyle her saza,
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler...
Kırgın kırgın bakma yüzüme Rosa.

Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı,
Artık inan bana muhacir kızı.

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak:
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.

Altın bilezikler, o korkulu ten,
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;
Bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,
Bir tüy ki, kapalı geceye, güne;
Altın bilezikler, o korkulu ten!

Monna Rosa, siyah güller, ak güller,
Gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister;
Ah, senin yüzünden kana batacak,
Monna Rosa, siyah güller, ak güller!


Haber 7