VALİ TARAFINDAN İMAMA VERİLEN ÖDÜL

VALİ TARAFINDAN İMAMA VERİLEN ÖDÜL

Ahmed yılmaz Hoca’dan dinlemiştim. Nizip’te Müftülük yaptığı sıralarda ilçede görevli Cudi Hoca isminde bir imamı vardı. Doğu vilayetlerinden birisinin köylerinde imam iken başından geçen bir öyküyü Ahmed Hoca’ya nakletmiş; o da bize aktarmıştı.

Köyde yapan Cudi Hoca kendi halinde, gariban sayılabilecek kişiliğe sahip bir insandı. Güneydoğu’da görev yapan tüm hocalar gibi o da köy yerinde namaz kıldırır, kendi köyünde veya çevre köylerde meydana gelen ihtilafları barışçıl bir şekilde çözmeye çalışır, yazın çocuklara, diğer zamanlarda öğrenmek isteyen her kese Kur’an dersi verirdi.

Cudi Hoca’nın hayatı bu şekilde sürüp giderken bir gün maaşını almak üzere İl Müftülüğüne gittiğinde Müftülük kendisine önemli bir bilgi verir: “Hocam bir hafta sonra sayın valimiz, incelemelerde bulunmak üzere sizin köyü ziyaret edecektir. Ben de kendisiyle birlikte geleceğim. Vali beyin öğle yemeği için köyde kalıp kalmayacağını bilmiyorum, ama siz yine de hazırlıklı olun. Aman gözünü seveyim, dikkatli olun: Sayın valimize karşı bir hatamız olmasın.”

Köy imamı Cudi Hoca Müftü Bey’den aldığı bu emir üzerine heyecanla köye döner ve vali Bey’ingeleceği gün için hazırlıklar yapmaya başlar. Hocanın eşi, “Hocam, bizim bu yörede perdeli pilav meşhurdur. Belki sayın valimiz böyle bir yemek yememiştir. Ben kendisi için perdeli pilav pişireyim, ne dersiniz” der. Perdeli pilav fikri Cudi Hoca’nın aklına yatar ve o gün için hazırlık yapılır.

Vali Bey köye ziyareti gerçekleştirir. Gerekli incelemeleri yaptıktan sonra Müftü Bey, “Sayın Valim, köy hocamız Cudi bey bizim için yemek hazırlamıştır. Buyurun yemeğe gidelim” der. Vali bey kabul eder ve Cudi Hoca’nın evine gidip yemek yerler. Vali Bey perde pilavı o kadar beğenir ki, teşekkür ettikten sonra yemeği kimin yaptığını sorar. Cudi Hoca, perdeli pilavı eşinin yaptığını söyler.Vali Bey ve arkadaşları köyden ayrılırlar. Yolda Müftü Bey’e, “Hocam, bu imamınızın hazırlamış olduğu perdeli pilavı çok beğendim. Bu mütevazı insanın eşine bir ödül vermeyi düşünüyorum, ne dersiniz?” der. Müftü Bey, “Çok yerinde bir iş olur Sayın Valim. Cudi Hoca bu yemek için değil ama gerçekten ödül hak edecek kadar görevine de bağlı bir insandır. Ödül düşünceniz çok makbule geçer Sayın Valim der.

Aradan 10 gün geçer Müftülük vasıtasıyla Cudi Hoca’ya bir yazı ulaştırılır. Yazı şöyle: “Sayın Cudi… Köyünüze yapmış olduğum ziyaret esnasında, görev bilinciyle göstermiş olduğunuz misafirperverlikten, heyet olarak çok memnun kaldık. Bu samimi ve gösterişten uzak hizmetinize mukabil valilik olarak eşinize bir ödül vermeyi kararlaştırmış bulunuyoruz. …..tarihinde, valiliğin önünde yapılacak bir törenle ödülünüz sizinle birlikte eşinize takdimedilecektir. Durumun bildirilmesi, gereğinin yapılması ve anılan tarihte Valilik önünde hazır bulunmanız konusunda bilgilerinizi rica derim. ….. Valisi.

Cudi Hoca mektubu alır almaz hüzünle karışık bir sevinç yaşar. Her şeyden önce bir karşılık beklemek için yemek hazırlamış gibi bir havanın oluşmasından üzüntü duydu. Fakat durum ne olursa olsun, bir amir tarafından takdir edilmek hoş bir duyguydu. Kendisine yarayacak bir ödülün eşine verilecek olması da ayrı bir sevinç kaynağıydı. Cudi Hoca ve eşi kararlaştırılan günü heyecanla beklediler.

Belirlenen gün gelince Cudi Hoca eşiyle birlikte Valiliğin önünde bulunan Atatürk’ün büstü etrafında toplanmış olan resmi zevatın arasına katılır. Önce Müftü Bey, sonra vâsi Bey birer konuşma yaparlar. Sonra Cudi Hoca ve eşi çağrılırlar ve bir pakete sarılı bulunan ödülleri kendilerine takdim edilir. Resmi tören de böylece sona ermiş olur.

Cudi Hoca ve eşi şehirden ayrılmak üzere köy garajına gelirler. Bir an önce müsait bir yer bulup paketi açmak ve ödülün ne olduğunu öğrenmek istiyorlardı. “Acaba bu paketin içinde ne var?” diye çok merak ediyorlardı. Onlar daha çok para ödülü beklerken böyle büyükçe bir paketin kendilerine takdim edilmiş olmasını garipsediler. Paketin içinde para olsa işlerine yarayacaktı. Fakat paketin içindeki, para gibi durmuyordu. “Acaba paketin içinde ne vardır? Eğer içinde para varsa büyük bir miktar olur. Hayır, hayır… Bu kadar para mümkün değil.” Bu düşüncelerle köyün dolmuşuna binerek eve geldiler. Paketi heyecanla açtıklarında küçük bir Atatürk büstüyle karşılaştılar. Yani Köyün İlkokulu önündeki büstten çok daha ufak bir Atatürk büstü…

Hoca ve eşi gözlerine inanamadılar. Onlar, ödül olarak bir maaş ikramiye beklerken bir büstle karşılaştılar. Bu büstü ne yapacaklardı? Ne işlerine yarayacaktı?Büyük bir tedirginlik onları çepeçevre kuşatmıştı. Bir ara, “Vali Bey bana bir ödül değil, başıma bir bela sardı” diye düşünmeye başladı. Çünkü o büstü görev yaptığı camiye koyamazdı; evine, köylülerinin geldikleri odaya bırakamazdı. Büste ne yapabilirdi? Hâsılı onlar gibi, ödül töreninden haberdar olan bütün dostları da hayal kırıklığına uğramışlardı.