VAKIFTA TASARRUF ETMEK İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR

VAKIFTA TASARRUF ETMEK İÇİN GEREKLİ ŞARTLAR

Son zamanlarda devletin özel hastanelere kullandırılmak üzere vakıf arazilerini özel sektöre kiralaması üzerine bazı sorular sorulmaktadır. Acaba böyle bir işlem vakıf ruhuna uygun mu? Acaba hastane sahibinin, vakıf arazisi üzerinde yapacağı tesisten para kazanması helal mi? Devletin elindeki vakıf mallarına, kiralamak veya satın almak suretiyle talip olmak doğru mu? Bu sorulara cevap bulabilmek için öncelikle bazı hususları bilmek gerekir. Şöyle ki:

Vakıf meşrudur; hatta vakıf (Allah’a) bir yakınlık olup şer’an teşvik edilen bir iştir. Vakfın meşru olduğuna Kur’an’dan, Hz. Peygamber’in sünnetinden, sahabe ve onlardan sonra gelenlerin fiillerinden deliller getirilmiştir. Evet, vakıf, “İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy”[1] ayetiyle desteklenen Hz. Peygamber’in hem sözleri, hem fiilleri, hem de büyük sahabenin icmaıyla meşrudur.

Vakfedenlerin, vakıflarında ileri sürdükleri şartlar çoktur. Çünkü bu şartlar vakfedenlerin amaçlarına bakar. Herkesin hususi bir amacı olduğuna göre şartların çok olması da normaldir. Ancak İslam Fıkıh bilginleri, vakıfla ilgili kurallar üzerinde konuştuktan sonra bazı şartlar öne çıkarmışlar ve bu şartların beş tane olduğuna karar vermişlerdir.

Kuşkusuz vakfeden kişi, vakfında hür ve serbesttir. Çünkü vakıf isteğe bağlı bir yakınlık olup istediği yere ve istediği şekilde yapabilir. Vakfeden kişi (vâkıf) bu seçimini, vakfın kuruluşu esnasında kaleme alır. Vâkıfın iradesinin açık olarak yazıldığı vakıf belgesi, vakfın anayasası sayılmaktadır.[2]

İbnu Abidin’in Haşiyesinde şöyle denilmiştir: Şeriata muhalif olmadığı sürece vakfedenlerin şartları dikkate alınır. Çünkü onlar mülk sahibidirler. Günah olmadıkça vâkıf istediği şartı koşabilir.[3]

Malikilerin kitabı olan ed-Derdir’in Şerhu’l-Kebir’inde şöyle denilmiştir: Şer’an caiz olduğu takdirde vakfedenin şartları dikkate alınır. Eğer şer’an caiz değillerse dikkate alınmaz.[4]

Şafiîlerin el-Muğnil-Muhtaç adlı kitabında şöyle denilir: İçinde vakfa aykırı olanlar olmadığı sürece vakfedenin şartlarına riayet edilir.[5]

 

Vâkıfların (vakfedenlerin) vakıflarında ileri sürdükleri şartlar şunlardır:

1) Ziyade ve Noksan: Ziyade bir payda yapılan artıştır. Noksan ise, hak sahibi belli bir paydan yapılan indirim, payın azaltılmasıdır. Bunun anlamı şudur:

Bir kimse özel bazı insanlara ve onlardan sonra gelenlere bir vakıf tahsis ettiği zaman, bu malın gelirini kesintisiz bir şekilde vakfetmiş ve her birisinin aylık ya da senelik alacağı belli bir hisseyi tayin etmiş demektir. Bu hususta, bu hakkı kendi nefsi için saklamadıysa vakfedenin şartları dikkate alınır ve o şartlara muhalif hareket edilmez.[6]

Yani Vakfeden kişi, bir hak sahibini bütün haklarından mahrum bırakmaya yetkili değildir. Ancak birsinin hakkını arttırır ya da azaltabilir.[7]

2) İdhal ve İhrac: Vakfeden kişi, hak sahiplerine ilaveten istediği yeni bir pay sahibini listeye ilave etmeyi vakıf senedinde şart koşabileceği gibi, istediğini listeden çıkarmayı, ayrıca çıkardığını yeniden listeye koymayı ve ilave ettiğini yeniden liste dışı bırakmayı da şart koşabilir. Vakfeden kişi böyle bir şart koştuğu takdirde kendisi şartına göre amel edebilir. Ancak ondan sonra gelecek olan mütevelli, kendisi için yapılan şartlar dışında,  vakfedenin şartlarıyla amel edemez.[8]

Bir kimse malını hayır için vakfederse, onun vakfı fakirlere tahsis edilir. Eğer vakıf kitabında istediğini çıkarmayı ve istediğini koymayı kendisi için şart koşarsa böyle bir hakka sahiptir. Eğer vakfeden ölür de, koştuğu şartla amel edilmezse, paylar, vakfın başlangıcında olduğu gibi taksim edilir. [9]

 

3) I’ta (Vermek) ve Hirman (Mahrum Etmek): I’ta bazı hak sahiplerine bir müddet için ya da sürekli olarak vermekle diğerlerine tercih etmektir. Hirman ise, bazı hak sahiplerini bir müddet için ya da sürekli olarak gelirden mahrum bırakmaktır.[10] Şöyle ki:

Eğer vakfeden kimse, vakfını ebedi olarak bir cemaate, ardından da fakirlere vakfetse ve vakfın kitabesinde kendisi için, vakfın gelirinden istediğine vermeyi şart koşsa bu şart geçerlidir. Bu durumda, her zaman veya bir müddet için, vakfın gelirinin tümünü ya da bir kısmını hak sahiplerinden birisine tahsis edebilir. İsterse de geliri bütün hak sahiplerine dağıtabilir. Ayrıca onları sıraya da koyabilir. Bu durumu değiştirme hakkını kendisi için şart koşmadığı takdirde yaptıklarında değişiklik yapamaz. Eğer henüz hayatta iken bir değişiklik yaparsa yaptığı değişiklik dikkate alınır. Eğer onlardan birisi için bir tahsis yapmadan ölürse onun tasarruf yetkisi ortadan kalkmış olur. O zaman vakfın geliri bütün hak sahipleri arasında, vakıf metnine göre taksim edilir.[11]

4) İbdal ve İstibdal: İbdaldan maksat, vakfedilmiş malın satılmak suretiye yerine başka bir malın alınmasıdır. Bedel ise, satın alınan malın, satılan malın yerine konmasıdır. İstibdal, birinci malın yerine ikinci bir malı satın almaktır. Bu hususta özetle şu söylenebilir:

İbdal ve istibdal aslında birbirininin yerine kullanılabilen ve birbirini gerektiren iki anlamdır. Çünkü bir mal, satılmak suretiyle vakıftan çıktığı zaman, yerine ikinci bir malın konulması vaciptir.[12]

Eğer vakfeden kişi kendisiyle birlikte başkasına da değiştirme hakkı tanımış ise, değiştirme işini tek başına da yapabilir. Şartlara göre, vakfeden kişi veya başkası değiştirmeyi yapabiliyorlarsa, vakfa mütevelli olması veya bunun için vekil tayin etmesi de caizdir.[13]

5) Tafdil ve Tahsis: Tafdil, vakfedenin hak sahiplerinden bazılarının paylarında artış yapması ve diğerlerinin paylarında yapmamasıdır.

Örneğin, bir kimse vakfının gelirlerini hastane, sığınma evi ve dini okul gibi üç şeye eşit bir şekilde dağıtacağını yazmıştır. Eğer kendi nefsi için tafdili (hisse artışını) şart koşmuş ise, isterse sığınma evinin payını hastane payından v.s. daha fazla yapabilir. Ancak bu şart, hak sahibi kurumlardan birisini ebedi olarak veya geçici bir süre için gelirden mahrum bırakma yetkisini vakfeden adama vermez. Çünkü tafdil (artış)  sürekli vermeyi ve ortak bir noktada eşitliği gerektiriyor.

Tahsis ise, başkalarına vermediği bir şeyi bazı hak sahiplerine tahsis etmektir. Bu iki şart vakıf için caizdirler. Eğer vâkıf, bazı hak sahiplerini bazılarına tafdil ederse (bazılarının hisselerini arttırırsa) bu şart sahihtir ve onunla amel etmek caizdir. Eğer vakfeden kişi ölünceye kadar bu şartla amel etmezse, öldükten sonra vakfın geliri eşit bir şekilde dağıtılır.

Vakıf Mütevellisi

Vakfın velisinden maksat, elini mevkufa (vakfedilen mala) koyabilme gücüne sahip olan kimsedir. Istılahta buna “vakfın bakıcısı” da denir.[14] Dolayısıyla vakfedilen mal, onu gözetecek, yıkılmış olan kısımlarını ıslah edecek ve mevkufun, tümüyle faydalı ve gelir getirici bir durumda olmasını sağlayacak birisine muhtaçtır.

Vakıf velayeti aslında vâkıfın (vakfedenin) yetkisindedir. Eğer vâkıf velayet şartını kendisi için, ya da üzerine vakfedilen kişiler için veyahut bunların dışındakiler için şart koşmuş ise, bu iki şekilde olabilir. Tayin ya isim belirlemekle olur (falancayı bu iş için tayin ettim, demek gibi) veya vasıfla olur (En çok doğru yolda olanı, en çok bileni, en büyük olanı tayin ettim, demek gibi). Kendisinde bu vasıflar bulunan bir kimse vakfın mütevellisi olur.[15]

Ebu Davud’un Ömer b. Hattab’tan (r.a) rivayet ettiği hadiste vakıf senedi şöyledir:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla… Bu Allah’ın kulu Emirü’l-Müminin Ömer’in vasiyetidir. Eğer başına bir şey gelirse, Semga adındaki arazi ve içindeki köle ile birlikte Sarma b. el-Ekva’, ayrıca içindeki köle ile birlikte Hayber’deki pay, Muhammed’in bana verdiği yüz yük (Hafsa yaşadığı sürece onun mütevellisi olacak, ardından Resûlullah’ın ailesinden fikir sahibi olanlar mütevelli olacak)… Bunlar alınıp satılamayacak. Mütevellisi onu dilenci, yoksul ve akraba gibi uygun gördüğü kimselere sarf edecek. Ona mütevelli olarak tayin edilecek kimsenin yemesinde ya da bir köle satın almasında üzerine bir günah yoktur.”[16] Eğer vakfeden şahıs herhangi bir mütevelli tayin etmemiş ise, vakıf için bir bakıcının tayin edilmesi yönünde iş hâkime bırakılır.

Sonuç

Bu duruma göre, şu anda devletin tasarrufunda olan vakıfların vakıf senetlerinde hangi şartların yazılı olduğunu bilmiyoruz. Fakat Hz. Ömer’in vakıf senedinde yazdığı gibi, o senetlerde de vakıf gelirlerinin kamu yararına sarf edilmesi ön şart koşulmuştur. Şu anda vakıf arazilerinin mütevellisi Devlet Bakanlığıdır. Bu Bakanlığın kiralama veya satma gibi tasarrufları, eğer kamu yararını gözetilerek yapılırsa mahzurlu değildir. Ama eğer vakıf arazileri, bazı şahısları zenginleştirmek amacıyla satılırsa, o takdirde hem satın alan adam vakıf malını yağmalamış olur, hem devlet Bakanlığı vakıf mallarını talan etmiş olur. Meseleye bu açıdan bakmak gerekir.

Diyelim ki, bir adam vakıf arazisini 25 yıllığına kiraladı ve oraya bir Hastane inşa etti. Sonra da bu işletmeden çok para kazanıp zengin oldu. Kazancı haram mıdır? Hayır, haram değildir. Eğer devlet 25 yıl sonra bu tesisi adamdan devralıp kamu yararına kullanacaksa -ki ben öyle biliyorum- o zaman kim para kazanırsa kazansın, vakıflar da, kamu da kazanmış demektir.



[1] Enam, 6/90.

[2] Muhammed Ebu Zehre, Muhadaratun Fi’l-Vakf, s. 145.Daru’l-Fikri’l-Arabî, Kahire.

[3] Haşiyetu İbnu Abidin, III/361-416.

[4] Eş-Şerhu’l-Kebir (Üzerinde Disukî’nin Haşiyesi, vardır), IV, 88.

[5] Muğni’l-Muhtaç, II/386.

[6] Muhammed Zeyd el-Ebyanî Beg, Mebahisu’l-Vakf, s. 37.

[7] Burhan et-Tarablusî, el-İsa’f Li Ahkami’l-Evkaf, s. 35.

[8] Dirasatun Fi İtari’r-Ruyeti’l-İstitraciyeti li’n-Nuhudi bi’d-Devri’t-Tenemmuviyyi Li’l-Vakf, Devletü’l-Kuveyt, el-Emanetu’l-Amme Li’l-Evkaf.

[9] Muhammed Ebu Zehre, Muhadaratun Fi’l-Vakf, s. 160.

[10] Muhammed Ebu Zehre, Muhadaratun Fi’l-Vakf, s. 150.

 

[11] Muhammed Zeyd el-Ebyanî, ebahisu’l-Vakf, s. 39.

[12] Muhammed Ebu Zehre, Muhadaratun Fi’l-Vakf, s. 152.

[13] Muhammed Zeyd el-Ebyanî, Mebahisu’l-Vakf, s. 43.

[14] Ahmed Ferac Huseyin, Ahkamu’l-Vasaya ve’l-Evkaf,

[15] Neylü’l-Mearib, II/19.

[16] Ebu Davud, Sünen, III/76; Bu hadisi ayrıca Beyhakî es-Sünenü’l-Kübra’da zikretti, IV/ 160;