Türkiye'nin AB Üyeliği Ve Farklı Kültürler Arasındaki Diyalog (3)

Türkiye'nin AB Üyeliği Ve Farklı Kültürler Arasındaki Diyalog (3)

 Türkiye'nin 40 yılı aşkın AB'ye üyelik başvurusu 95'li yıllardan sonra, diyalog çağrılarıyla Batı'nın gündemine oturdu. Türkiye'nin başvurusunu yenilemesi ve Batı'lı devletlerin bunu kabul etmesi aslında bir diyalog çağrısıdır. Ancak bu üyeliğe karşı çıkanlar da vardır. Bunları iki kısımda ele almak gerekir: AB üyesi Batı'lı devletler ve Türkler.

Batı'da Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkanların en önemli kesimleri, din faktörü üzerinde duruyor. Nitekim AB anayasası hazırlanırken bu konuda sert tartışmalara şahit olduk. Anayasaya “AB'nin dini Hıristiyanlıktır” diye yazdırmak isteyenlerle bunlara karşı çıkanların argümanlarını dinledik.

Hatta laik Fransız aydınları “AB anayasasında dine yer verilmemesi tarihin ve aklın inkârı anlamına gelir” dediler. Kuşkusuz Fransız aydınları gibi düşünmeyenler de vardır. 
Ancak şunu söyleyebiliriz: Batı'lıların, Türkiye'nin AB üyeliğine sıcak bakmamalarının asıl sebebi, dinlerine bağlı olan Türklerin, Avrupa'daki sistemi tümden rahatsız etmeleri ve Avrupalıları konfor ve rahatlarından etmeleri endişesidir. 

Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen az sayıdaki Batılılar da, Türkiye'de ılımlı İslam'ın gelişmesini istemektedirler. Çünkü Batı'lı biliyor ki, İslam, Hıristiyanlıktan çok farklı bir aksiyon ve Batı ile asla bütünleşmeyecek olan bir itirazdır. AB'ye tam üyelik söz konusu olduğunda iki sert cismin karşı karşıya kalması gibi karşı karşıya kalabilirler. İşte diyalog çağrıları bu sert karşılaşmayı yumuşatmak içindir.

Batı, İslam'ı diğer kültürler gibi kolay yutamayacağını ve İslam'ı iddialarından asla vazgeçiremeyeceğini bildiği için onu değişmeyen şekliyle kabul etmek istemiyor. Aksine İslam'ı değiştirerek, yumuşatarak, amiyane tabirle, laytlaştırarak kabul etmek istiyor
Türkiye'ye gelince… Türkiye'deki bir kısım elit tabaka Türkiye'nin AB'ye girmesini istemiyor. Bu kesimler, şartların değişeceğini bildikleri için Türkiye'yi istedikleri gibi yönetemeyeceklerinden endişe ediyorlar. Bu kesimler imtiyazlı statülerini ve emek sarf etmeden elde ettikleri avantajlarını kaybetmek istemiyorlar. Eğer Türkiye AB'ye girerse, ellerindeki imkânlar kaybolur, diye endişe ediyorlar.

Bir de “Türkiye asla AB'ye girmemelidir” diyen dindar kesim vardır. Bunlar da “Türkiye AB'ye girerse dini hayat zayıflayacak ve Müslümanlar Hıristiyanlaşacaklar” diye endişe ediyorlar.

Türkiye'nin mutlaka AB'ye girmesini isteyen kesimlere göre Türkiye bu sayede küresel bir güç haline gelebilecek ve Başbakan'ın dediği gibi medeniyetler buluşması yaşanacaktır.

Görüldüğü gibi AB'ye girmek ve girmemek hakkında kategorik olarak iki tez bulunmaktadır. Ancak bunlardan hangisinin doğru olduğunu bilmek oldukça zordur. Bence ihtiyatlı olmakta yarar vardır. Çünkü dindarların şu anda şikâyetçi oldukları din ve vicdan özgürlüğü ile dini kamusal alanda yaşama yönündeki talepleri, AB müktesebatı içinde dindarlar için hayal kırıklığına yol açabilir. Eğer “Dinimizi yaşamakta daha çok özgür olacağız” diye AB'ye girmemizi arzu edenler varsa çok ihtiyatlı düşünmelerini tavsiye ederim. Çünkü AB ülkeleri,  Türkiye'nin şu andaki başörtüsü ve dini kamusal alanda yaşatmama şeklindeki baskıcı rejiminden oldukça memnundurlar.

Bir de unutmamalıyız ki, AB'ye alındığımız zaman kişilik haklarını eşit olarak koruyan eşit ortaklar değil, kendi kendini sömürgeleştirmiş nesneler durumuna düşebiliriz. Çünkü sömürgeleştirmek ve başkalarının durumundan avantajlar sağlamak Batı'nın doğasında vardır ve bu değişmemiştir. Kuşkusuz biz de uyanık olmalıyız.

Batı'nın bu olumsuz yanlarını göz önünde bulundurduğumuz zaman iki açıdan Batı'yı diyalog konusunda samimi bulmuyorum. Başka bir ifade ile Batı'nın bizi AB'ye almak istemesi konusunda samimi olmadığını düşünüyorum.

a) Batı'nın sistemi, iddia edildiği gibi dinler üstü bir sistem değildir. Hatta Batı'nın tüm girişimlerinde kilisenin rolünün büyük olduğuna inanıyorum. Yani her olayın arkasında mutlaka kilise vardır.  Acaba Vatikan'ın izni olmadan Amerika Afganistan ve Irak'a girebilir miydi? Üstelik Papa bu iki İslam ülkesinde yaşanan trajedileri hiç kınamamıştır. Onun için Batı'nın geliştirdiği tüm senaryolardan kilisenin haberi vardır, denilebilir.

b) Batı'nın Türkiye'nin AB üyeliğinden, dolayısıyla diyalogdan umudu, Türkleri ve Müslümanları dönüştürmektir. Başka bir ifade ile İslam'da reform çabalarını hızlandırmaktır.
     
 Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Diyalog çağrıları samimi olmamakla birlikte Müslümanların diyalogdan kaçınmamaları gerektiğini düşünüyorum. Bizler Müslüman aydınlar olarak hem Türkiye'nin AB'ye girmesini desteklemeliyiz, hem de diyalog çağrılarına olumlu cevap vermeliyiz. Ancak bilmeliyiz ki, Batı bizi gerçek İslam'a dönük farklı yüzümüzle kabul etmek istemiyor. Batı bizi değiştirmek istiyor.
Biz çağdaş Müslümanlar olarak 21. yüzyıl dünyasında yerimizi almak istiyoruz. Batı ise bizi kendisine benzeterek bizimle işbirliği yapmak istiyor. Bu tutum, diyalogtaki samimiyetsizliğin de bir işaretidir.

Bakacağız ve göreceğiz. Elbette ki kim çok çalışırsa talih ondan yana olacaktır.