Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir Anahtar: Merkez-Çevre İlişkileri

Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir Anahtar: Merkez-Çevre İlişkileri

Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir Anahtar: Merkez-Çevre İlişkileri

Kamu yönetimi uzmanı, Eğitimci/araştırmacı/Yazar Mehmet Akbaş, Türkiye siyaseti ile ilgili çarpıcı bir analiz yaptı. İşte “Türk Siyasasını Açıklayabilecek Bir Anahtar: Merkez-Çevre İlişkileri” başlıklı analizi;

 

  Türk parti sisteminin kökeninde bir Merkez-çevre karşıtlığının olduğu konusu çoğu kimsenin hemfikir olduğu bir konudur. Burada merkez, milliyetçi,  laik , devletçi merkeziyetçi ve elitlerden ; çevre ise , devlet otoritesi karşıtı gibi  ve dini eğilimlere sahip çeşitli unsurlardan oluşmaktadır.

 

Merkez-Çevre bölünmesinin Türk siyasetine hala hakim olup olmadığı da tartışmalıdır. Modern anlamda bürokrat yetiştirme, 18. yüzyılın sonu ile 19.yüzyılın başlarında ciddi olarak ele alındı. Şerif Mardin’e göre, “Laik bürokratın idealizmi geriye atarak, toplumdaki iktidar etmenlerine ilişkin gerçekçi değerlendirmelere öncelik vermesinin nedeni bu arka plan gibi görünmektedir.” 

 

1960’lardan bu yana Sosyo-kültürel bölünmelere, laik-dini, Sünni-alevi etnik ve sivil milliyetçilik, Kürt ve Türk milliyetçiliği çizgilerin eklendiğini ifade edebiliriz.Türkiye siyasetinde asıl bölünme sağ-sol bölünmesidir. Sağ sol eksenin büyük ölçüde kültürel farklılaşmayı yansıtan merkez-çevre ekseninde fazla farklı olmadığı görülmektedir.

 

 Burada merkez ve çevre kavramlarının, coğrafi yada sınıfsal değil, daha çok kültürel anlamda kullanıldığına işaret etmek gerekir. Ancak, Türkiye siyasetinde merkezin kültürü laikliğe güçlü biçimde bağlı olduğu çevrenin kültürü ise İslami unsurlara daha fazla yer verdiği için , merkez-çevre bölünmesinin , laik – İslami bölünmesi ile önemli ölçüde örtüştüğü söylenebilir. AK parti bu anlamda bir çevre partisi olarak tanımlanabilir. Ama yakın zamanda merkeze oturmaya çalıştığını söyleyebiliriz. AK Parti siyasal temsiliyet açısından çevreyi merkeze taşırken, büyük burjuvaziyle ve küresel güçlerle olan ilişkileri açısından kapitalizmin kurumsallaşmasına yönelik aktif politikalar izlemektedir. CHP ise devlet eliyle kontrollü bir kapitalizmi savunurken toplumsal grup olarak asker, sivil bürokrat ve aydın denklemini siyasal söyleminin merkezine almaktadır.  Aslında merkezi değerlerin ve çıkarların savunucusu tek bir partinin(CHP)  Türkiye’de olmadığı gibi çevreninde çok bölünmüşlük hali siyasi tabloyu daha karmaşık hale getirdiğidir. Yani merkez eski merkez değildir. Çevre ise bölünmüş durumdadır.

 

Şerif Mardin’in“merkez-çevre” denklemi: Merkezi asker-bürokrat-şehirli kesimler oluştururken, çevre eşraf-aşiret kalıntıları-köylüler hatta şehirlerdeki alt sınıflardan oluşmaktadır. Merkezi temsil eden partilerin, örneğin CHP, sistemin yönetici seçkinleri olduğunu ve ilerici görüntülerine rağmen aslında değişimden yana olmadıklarını söyler. Bunun karşısında çevreyi temsil eden kesimlerin ise İslamcı-doğucu bir ideoloji içinde modernleşmenin öncüleri olduklarını, özellikle kapitalist ilişkilerin gelişmesi açısından önemli adımları bu çevreler tarafından atıldığını belirtmektedir.

 

Cumhuriyet Halk Partisi ideolojik olarak İttihat Terakki geleneğinden gelen oluşumları tarihsel miras olarak benimserken, özellikle devleti kuran parti kimliğini öne çıkarmaktadır. Geleneksel olarak orduya ve devlet içindeki bürokratik yapılara yakın dururken söylemlerinde yer verdiği, sol bir ideolojinin destekleyicisi olan çalışan kesimlerle siyasal bağlar kurmak istese de, bunu gerçekleştirememenin, bu yüzden de sol bir ideolojiyi politik hayata geçirememenin zorluklarını yaşamaktadır.

Metin Heper, Türkiye’nin bugünkü siyasal sistemini bir “parti merkezli siyasal sistem” olarak tanımlamakta ve bununla , Osmanlı –Türk devletinin tarihsel gelişimde güçlü bir burjuvazinin var olmayışı nedeniyle , sosyal gruplardan büyük ölçüde özerk bir parti Sistemi’ni kastetmektedir.

 

CHP geleneği modernleşmeyi sadece üst yapı kurumlarının batıdan alınmasına dayandırıp, devlet güdümünde kapitalist bir modeli savunurken, Demokrat Parti geleneği bu bağlamda daha çok ekonomik dinamikleri merkeze alan büyük burjuvazinin ve batı sermayesinin öncülüğünde, ancak çevrenin söylemini sahiplenerek kalkınmacı bir politikayı savunmuştur. Cumhuriyetin kuruluş sürecinde modernleşmenin öznesi olarak karşımıza, asker, bürokrat ve aydın çıkarken, Demokrat Parti iktidarı ile birlikte modernleşmenin öznesi olan sınıflar açısından tarihsel bir değişim ortaya çıkmıştır. DP çevrenin merkeze  karşı şikayetlerini ustaca kullanarak iktidara gelmiştir.

Şerif Mardin merkez – çevre ilişkisini  Türk siyasasını açıklayabilecek bir anahtar olarak görmüştür.  Batı toplumlarının aksine Osmanlı-Türk modernleşmesinde merkez ve çevre arasındaki ilişkinin daima gerilimli bir ilişki olduğunu belirtmiş ve merkezin çevreyi dışlayan bir öğe olduğunun altını çizmiştir.

 

Şerif Mardin görüşüne göre merkez daima çevrenin niyetlerinden kuşku duydu, çevre de merkeze duyduğu güvensizlik nedeniyle merkezle işbirliğine gitmedi ve sürekli bir gerilim ve çatışma ortamı doğdu. Bu gerilim merkezin rahatlıkla hukuk dışına çıkmasına neden oldu. Böylece tüm sorunlar bölünme korkusu içinde güvenlik boyutuyla idari sorunlar olarak algılandı. Cumhuriyet, Osmanlı’daki devlet-teba çatışmasını devam ettirdi. Bürokratik seçkinlerin devlet anlayışı daha çok devlet-daha az toplum (güçlü merkez-güçsüz çevre) sonucunu doğurdu. Bugün yaşanan gerilim, bu tarihsel geleneğin sonucudur.

 

Aslında Türkiye’de demokratikleşme hareketleri daha çok  çevreyi ifade eden değerlerin , merkez tarafından  durdurulmak isteğidir. Kimse, çevredeki değerleri sorun etmiyor, asıl sorun haline getirilen durum, bazı değerlerin  merkeze gelme meselesidir.

Cumhuriyet dönemi Türk siyasetindeki merkez-çevre ilişkilerinin yansımalarının ana ekseni, bir anlamda ordu-siyaset ilişkilerinin yönü ve seyri ile de özdeşleştirilebilir.Modern harbiye den yetişen, Batılı fikirlere aşina Türk subayı ile eski sistemden yetişen muhafazakâr alaylılar arasında baş gösteren alaylı-mektepli çatışması yine merkez –çevre ilişkisi içinde değerlendirilebilir.

 

Türkiye’de partiler ve parti  sistemi 1970’den beri parçalanmışlık göstermektedirler. 1940 ile 1960 yılarında iki parti özeliğini taşımaktaydı.1970yılarından sonra ideolojik kutuplaşmalar  olarak tanımlanabilir.  2000 yılarında bu parçalanmalar daha da arttı.2001 yılında Adalet Ve Kalkınma Partisi İslamcı merkez -sağ aşırı milliyetçi ve bir kısım sol seçmenden oy alarak birinci parti konumuna geldi.Merkez sağ DP ,AP , DYP ve ANAP ile devam etmekteydi.

 

Merkez sol ise CHP ve DSP tarafından temsil edilmekteydi. MHP ve BDP ise toplumun belli kesimlerini temsil eden siyasi partilerdir.Türk siyaseti genel olarak hala parti siyasetidir. İnsanlar demokraside siyasal partilere alternatif olmadığının farkındadırlar. Bu nedenle Türkiye’deki tartışmaların çoğu, partileri daha çok demokratik ve duyarlı yapmaktır.

Çevrenin merkeze yürüyüşünden rahatsızlık duymamak gerekir. Millet, çevre ve merkeziyle bir bütün olmalıdır. Çünkü her yurttaş, yasalar karşısında eşittir. Çevre-merkez ilişkileri tanımının dışına çıkarak bütün farklılıklarımızı bir kilimin desenleri gibi zenginlik kaynağı olarak görürsek, sorunları rahatlıkla çözebiliriz. Katılımcı demokrasinin gelişim gücünü artırabiliriz. Mehmet AKBAŞ /   Kamu Yönetimi Uzmanı