Toplum, Suç Algısı, Günahkar, Yardımlaşma Ve…
İnsanlara (hatta tüm canlılara) kaybettiren zaaflarıdır. Merhamet ve vicdan da çoğu zaman kısa vadede kişiye kaybettirir. Ancak uzun vadede vicdan ve merhamet sahipleri kazanır. Zira Allah merhametlidir, merhametli olanları sever. Bu yüzden atalarımız; “doğru duvar yıkılmaz” demişlerdir. Hatta bu sözün daha da genişletilmişi; “doğru duvar sallanır ama yıkılmaz” denilir halk arasında…
İyi niyetle zaaf birbirinden farklıdır. Yaratıcı iyi niyetli olmayı, merhamet ve vicdanlı olmayı emretmiş, ancak zafiyeti men etmiştir ki; zafiyet çoğu zaman nefsin ve şeytanın peşinden gitmenin diğer adıdır.
Tarihte makam-mevki, zenginlik vd. önemli değerlerini kaybedenlerin çoğu zaafları yüzünden kaybetmiştir. Çünkü zafiyetin tabiatında kaybetmek vardır. Galibiyet vardır.
Dolayısıyla zaaflarını kontrol altına al(a)mayanlar ve yanlış zaaflarından kısa sürede kurtul(a)mayanlar, büyük sıkıntı yaşarlar.
İşin sosyolojik kısmını sosyologlara bırakarak, işin görünen ve bilinen yönüyle bu konuda birkaç söz söylemek istiyorum. Yanlış hatırlamıyorsam, Victor Hugo Sefiller adlı meşhur romanında “suçu; çoğu zaman toplum hazırlar, kişiler işler..” diye yazmıştır.
Ben bu söze çoğunlukla katılıyorum. Çünkü toplumlar (dünyanın her bölgesinde ve her inançtan insanlar için geçerli olsa da; Müslümanlar da hiç olmaması gereken, tam tersi olması gereken bir görev olduğu halde maalesef…!) sıkıntıya girmiş, suça bulaşmış, bulaşma ihtimali olan, ticaretinde zarar etmiş, yanlış yaptığı için veya kendi ihmali olmadan zor durum da kalmış vs.vs. kimselere kimse yardım etmez, elinden tutmaz, hatta insanlar çoğu zaman bunlardan uzak durur.
Yani toplumlar düşenin elinden tutmaz çoğu zaman, sebebini bilmez, ama suçlar, yardım etmez, onu çamurdan-sıkıntıdan -yanlıştan kurtarmayı düşünmez. Çünkü bunun için bir bedel ödemesi gerekecektir. Ancak kimse bedel ödemek istemez. Lakin bedavadan suçlamak kolaydır, nasıl olsa parası pulu gitmiyor. Fedakârlık yapmaz. Çünkü fedakârlık zordur. Yiğitlerin işidir. Cömertlerin işidir. Bilinçli insan işidir…
Hz. İsa Ve Kim Günahkar, Kim Günahsız?
Hikaye şöyle; “Hz. İsa (as) bir su kenarında oturmuş, elindeki küçük bir çubukla önündeki Toprağı/kumu karıştırmaktadır. Tam o sırada büyük bir kalabalık, bir ‘kadını’ yaka paça sürükleyerek, hakaretler ederek, döverek Hz. İsa’nın yanına getirirler. “Kadının üstü başı kan ter içinde, elbiseleri yırtılmış, tam bir sefalet ve rezalet hali, kalabalık halk kitlesi onu Hz. İsa’nın yakınına atarlar” ve Hz. İsa’ya hitaben; “Ey öğretmen bu kadın kötülük yapmıştır. Buna gereken cezayı ver. Adaleti sağla derler.”
Hz. İsa’nın sırtı onlara dönüktür. Hz. İsa döner ve arkasına bakar, öfkeli kalabalığı şöyle bir inceden inceye süzer, iyice süzdükten sonra kalabalığa şöyle seslenir: “içinizde günahsız olan ilk taşı vursun” der. Bunu söyledikten sonra önüne döner ve elindeki çubukla tekrar önündeki kumu/toprağı karıştırmaya başlar.
Bilge öğretici Hz. İsa bir müddet sonra kalabalığın ve günahkâr kadının olduğu yöne döner ve bakar ki kadının başında kimse yoktur. Kadın yalnız başına mahcup, ürkek ve korkak bir şekilde beklemektedir.
Hz. İsa kadına; “ne oldu başında kimse kalmadı mı, seni suçlayanlar nere gitti,” der. Kadın; “bilmiyorum anlamında başını sallar” Hz. İsa kadına “öyleyse sende kalk, kalk git ve temizlen, bir daha da günah işleme…” diye öğütlerde bulunur.
Bakınız o topluluk, o kalabalık halk kitlesi, kadını yakalayıp gururla, suçluyu yakalamış bir kahraman edasıyla getirmiş ve kadına ceza verilmesini istemişlerdi. Ancak hiç kimse günahsız değildi diye bir taş bile vuramadılar.
Bence o insanlar yine de şimdi ki insanlardan daha dürüst davranmışlar ki; taşlamamışlar kadını… Şimdi olsa o kadınla beraber suç işleyenler ilk başta taş atarlardı diye düşünüyorum, toplumda ki değer yargılarımıza ve vicdani davranışlarımıza bakınca… Vesselam…