Toplum Olarak Sorumluyuz-2
Toplumsal bilince yönelik davranış becerilerini kazanmak ve kazandırmak için, uzun ve emek isteyen bir süreçtir. Çoğu zaman kişi başkaları ya da toplum için sorumluluk aldığında, kendisiyle çelişkiye düşebilir; çünkü burada kendisinden bir şeyler verecektir. İnsanın bunu öğrenmesi ve uygulaması kolay değildir. Pozitif sorumlu davranışın nasıl geliştiğine dair çok farklı görüşler vardır. Bazı bilim adamları bunun genetik olduğunu savunurken, bazı başka araştırmacılar ise bunun öğrenilen davranışlar olduğunu, özellikle de sosyalleşme süreçleri sonucunda oluştuğunu ifade etmektedirler. Diğer bir görüş, beklenen sosyal davranışların belli gelişimsel devrelerin sonucunda kazanıldığı bir süreçtir.
Bazı uzmanlara göre, toplumsal bilinç içgüdüsel olarak kazanılmaktadır. Bu düşünceye göre insanoğlu, çevresine karşı duyarlı olma ve çevrede oluşturduğu etkinin, yani Allah insanoğlunu, davranışlarının sonuçlarını düşünme içgüdüsüyle yaratmıştır. Bu nedenle bebekler ellerindeki bir oyuncağı masaya vurur ve ne olduğunu, nasıl bir etki uyandırdığını merakla izlerler. Allah’ın biz insanlara doğuştan verdiği bu içgüdü, çocukluk ve gençlik yılları boyunca desteklenirse ve gelişirse, davranışlarının sorumluluğunu alan, topluma karşı duyarlı bireyler yetişir. Bu içgüdünün desteklenmediği ve gelişemediği durumda ise, sorumsuz ve duyarsız bireyler yetişir ve sorun olmaya devam ederler. Örneklersek: Madde bağımlılığı, kumar, zina, alkol, ahlaksızlık, saygısızlık gibi...
Bireylerin bu duyarlılığı geliştirmesinden, başta bireyin içinde bulunduğu aile, arkadaş, okul olmak üzere toplum olarak sorumluyuz. Her bireyin kendi sınırları ölçüsünde bulunduğu ortamın gelişimini etkileme potansiyeli ve sorumluluğu vardır. Şimdi sizlere nette okuduğum duyarlı olma içgüdülerine sahip olduğunu gösteren gerçek bir olayı paylaşmak istiyoruz:
“Birkaç yıl önce, Seattle Özel Olimpiyatlarında, tümü fiziksel ve zihinsel özürlü olan dokuz yarışmacı, 100 metre koşusu için başlama çizgisinde toplandılardı. Yarışmacıların tümü yarışı bitirmek ve kazanmak için istekliydiler. Yarışa başlar başlamaz, içlerinden genç bir delikanlı tökezleyip yere düşmüştü ve ağlamaya başladı. Diğer sekiz kişi oğlanın ağlamasını duydular, yavaşladılar ve geriye baktılar. Sonra hepsi yönlerini değiştirdiler ve geriye dönüp, gencin yanına geldiler. İçlerinden Down Sendrom’lu bir kız eğilip oğlanı öptü ve:
-Bu onun daha iyi olmasını sağlar, dedi.
Sonra dokuzu birden kol kola girdiler ve bitiş çizgisine doğru hep birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp, dakikalarca onları alkışlamışlardı. Orada bulunan insanlar hâlâ bu öyküyü anlatırlar. Neden? Çünkü bu hayatta önemli olan şey, kendimiz için kazanmaktan, çok daha ötede olan bir şeydir. Bu hayatta önemli olan, diğerlerini de anlamak, yavaşlamak ve rotamızı değiştirmek pahasına olsa bile, diğerlerinin kazanması ve başarılı olması için yardım etmektir. Toplumsal duyarlılık ve bilinç bunu gerektirir bu şekilde gelişir “
Toplum İçindeki Sorumluluklarımız Nelerdir? 1-Topluma karşı sorumluluklarımızın başında, birbirimizi sevmek ve karşılıklı haklarımıza saygı göstermek gelmektedir. 2-Toplumsal görevlerimizden biri de iyilikte yardımlaşmak, muhtaçlara yardım elini uzatmaktır. 3-İmkân ve olanaklar ihtiyaca göre en uygun bir şekilde kullanılmalı, ahlakî ölçülere göre gereken yerlere, gerektiği kadar harcanmalıdır. Bunların toplumun zararına kullanılması; harcamada lüks ve israftan kaçınılmalıdır. 4-Çalışmak, üretmek ve kazanmak bireysel bir hak olduğu gibi, aynı zamanda kendimize, ailemize ve topluma karşı bir vazifedir. Kendimizin ve bakmakla yükümlü olduğumuz aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılamak, yakınlarımıza ve topluma yük olmamak için çalışmak, sosyal görevlerimiz arasındadır. 5-Toplumsal görevlerimizden bir diğeri de, kamu mallarını korumak, haksız yollarla bunları elde etmeye çalışmamaktır. Bu haklar, af, sulh gibi bir yolla ıskat edilemez, kaldırılamaz veya değiştirilemez. Toplumda bütün fertlerin, bu hakları koruma, kollama hak ve sorumluluğu vardır.
Müslümanların, karanlık gecede yağmura ve fırtınaya tutulmuş, kurtların hücumuna uğramış, çobansız bir koyun sürüsüne dönmüş olmasına çok ağlamalıyız. Milyonlarca Müslüman vatandaşın, öğrenilmesi farz olan ilmihalini, ahlakını, akaidini bilmeme cahilliği çukuruna düşmüş olmasına biz ağlamayacağız da Yahudiler ve Nasranîler mi ağlayacak. Bir kısım kadınların ve kızların uygunsuz şekilde açılmasına ağlamalıyız. T.C başlıklı vesikalarla KDV’li yasal seks köleliği yapılmasına ağlamalıyız. Ceza Kanunundan zina suçunun kaldırılmasına ağlamalıyız. On milyonlarca Müslümanın 1928’den önce yazılmış ve basılmış kitapları, hatta atalarının Türkçe mezar taşlarını okuyamayacak kadar kara cahil bırakılmasına ağlamalıyız. Sabah namazlarında camilerin tenhalığından sorumluyuz.
Şu ahir zamanda sabahleyin evinden Müslüman olarak çıkıp da akşama kâfir olarak dönen gafillerin haline ağlamalıyız. Müslüman hanelerindeki deccal ve kezzap televizyonlardan taşan fuhuş ve günah lağımlarından sorumluyuz. Azgınlıkların aşikâre olup sokaklara, meydanlara taşmasından dolayı toplum olarak sorumluyuz. Ahir ve ağır zaman fitneleri içinde biz Müslümanlar olarak sorumluyuz. Şuna bakın şuna, nasıl da gaflet içinde ben çok iyiyim, Cennetliğim diyor. Vatanımızdan sorumluyuz… Devletimizden sorumluyuz… Suriye için sorumluyuz… Filistin için sorumluyuz… Yaklaşan zelzele için ağlayalım… Gaflet kirini gözyaşları yıkar temizler. Gecelerin sessizliğinden ıssızlığında tenhada ağlayalım. Ücret karşılığında ağlayan ağlayıcı karılar gibi ağlamayalım.