Toplum Olarak Sorumluyuz-1

Toplum Olarak Sorumluyuz-1

 

Yüce Rabbimiz insanoğlunu “eşrefi mahlûkat” yani yaratılanların en şereflisi ve yeryüzünün halifesi olarak yaratmıştır. Bu meyanda yüce Allah insanoğluna sorumluluklar vermiştir. Hepimiz (her Müslüman) sorumluyuz. Müslümanlar herkesten daha fazla sorumludur. İbn-i Ömer Radiyallahu anhüdan rivayet edildiğine göre: Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumludur.

Buhârî, Cum`a 11

Toplum olarak en küçük birim olan aileden başlayarak kişinin konumuna göre değişen sorumluluk alanları ölçüsü itibarı ile: akrabalardan, komşulardan, sokağımızdan, mahallemizden, beldemizden, ilçemizden, ilimizden ve devlete kadar herkes çobandır ve idare etmekle sorumlu olduğu kişilerden sorumludur. Yani hiç kimse çobanlık konumundan dışarı çıkamaz. Az da olsa çok da olsa mutlaka idare ettiği bir grup vardır. Çocukların ve gençlerin eğitiminden ve bilgisizliklerinden dolayı kötü yollara düşmeleri ve kötülüklere bulaşmaları halinde özellikle, öncelikle anne baba ile toplumun her kesimi ve diğer sorumlular bu işin günahını yükleneceklerdir. Her Müslüman bu sorumluluk bilinci altında hayatını sürdürmeli ve İslami eğitim ve bilgilendirme işinde ihmal ve tavize hiç yer vermemelidir. 

 

Çünkü bizler “Elest Bezmi’nde, Kalu belâ” gününde Allah ile yapmış olduğumuz ahd ve misaka sadık kalmışız. Hepimiz sorumluyuz… Hazret-i Ömer, Dicle kenarında bir kurt bir kuzuyu kapsa ilahî adaletin bunu Ömer’den soracağından korkuyorum diyerek ağlarmış. Hepimiz ağlamalıyız. Bunca imkân ve fırsat varken yeteri kadar hizmet edemediğimiz yahut hiç hizmet etmediğimiz için sorumluyuz. Din iman Şeriat elden gidiyor, biz keyfimize bakıyoruz, ağlamamız gerekir. Bir, Ehl-i Sünnet ve Cemaati yıkmaya çalışan din tahripçilerinin gayret, inat ve azimlerine; bir de bizim gayretsizliğimizden sorumluyuz. Ümmet birliğinin yıkılıp yerine yüzlerce, hatta binden fazla, birbirinden kopuk bağımsız İslamcılık, hizip, fırka gelmesinden sorumluyuz.

Toplumsal duyarlılık veya bilinç, yaşadığımız dünyayla ve yaşadığımız olaylarla ilişki kurmak ve bu konuda sorumluluk almaktır. Pozitif sosyal davranışlar, başkasının ya da başkalarının ihtiyaçlarına yönelik olan davranışlardır. Bir kişinin sosyal sorumluluk içeren davranışlarda bulunması için, başkalarının ihtiyacını, hedeflerini anlaması ve de buna uygun davranışları üretmesi gerekmektedir. Bu davranışlar maddi ve manevi olarak çok çeşitli şekillerde olabilir.  Toplumsal gelişmelere verilen uygun bir tepki de toplumsal bilinç içeren bir davranıştır.  Bu tür davranışlarda önemli olan büyük ya da küçük bir topluluğa hizmet etmekten çok, destek olunan amaca ne ölçüde hizmet edilebildiğidir.

Öncelikle neden sorumluyuz? Bu konuyu biraz irdeleyelim. Toplumsal bir varlık olan insan, çevresine karşı duyarlı olmak durumundadır. Birbirinden kopuk bir ada değildir insanoğlu”, birine zarar veren bir olay, diğerlerini de etkiler.  Suya attığımız minicik bir taşın etkisinin halka halka yayılarak genişlemesi gibi, pozitif veya negatif etki yaratan sosyal hareketler de dalgalar halinde büyüyerek yaygınlaşır ve bizi bir şekilde etkiler. Yaşadığımız  dünyaya, çevremize karşı ne kadar  duyarlıysak, bu duyarlılık olumlu veya olumsuz olarak bize geri dönecektir. Örneğin, çocuklarımıza otobüste, trende vb. Yerlerde yaşlılara, güçsüzlere, ihtiyacı olanlara öncelik duyarlılığını kazandıramamışsak, gelecekte ihtiyacımız olan anlarda o dönemin çocukları da bizlere anlayışlı davranmayacaklardır. Çünkü onları biz yetiştiriyoruz ve onlar bizim ürünlerimiz... Bu nedenle iş işten geçtikten sonra çevremizden duyarlılık beklemek gerçekçi değildir.  Önemli olan, gerekli duyarlılığı yerinde ve zamanında gösterebilmektir.

Özellikle yaşadığımız çağda toplumsal duyarlılık daha da fazla önem kazanmaktadır.  Sanayileşen toplumlarda teknoloji ile birlikte ekonomik gelişmeyle birlikte insanların bireyselleşmesi ve sonucunda insanın yalnızlığa itilmesi gerçeğiyle karşı karşıya kalmaktayız.  Bu bireyselleşme ve yalnızlaşma,  duygusal körlüğe neden olmakta ve insanı kendisine ve yaşadığı topluma yabancılaştırmaktadır. Bu yabancılaşma, insan yaşamına anlam veren önemli bir boyutun ortadan kalkmasına neden olmakta ve de toplumun çözülmesine dair riskleri beraberinde getirmektedir.  Sağlıklı insanlar yetiştirebilmemiz için gelişen ekonominin yanında insani değerleri de ön planda tutan, insanı makine gibi görmeyen, insana değer veren sosyal yapıyı da geliştirmemiz gerekmektedir. Ancak bireyler bulundukları toplum için üretip, emek harcarlarsa, yaşadıkları topluma aidiyet hissini yaşarlar ve kendilerini güvende hissederler.