TEVEKKÜL VE RIZA
Allah şöyle buyurur:
Hoşunuza gitmese de savaş sizsin için farz kılındı. Hem sizin hoşlanmadığınız bir şey sizin için daha hayırlı, sizin hoşlandığınız bir şey de sizin için daha şerli olabilir. Allah sizin bilmediklerinizi de bilir (bakara, 2/216)
Bu ayette, kullar için, başta tevekkül dersi olmak üzere çok sırlar ve hikmetler vardır. Eğer bir kul, iyiliğin bazen kötülük, kötülüğün de bazen iyilik getirdiğini bilirse, sevinç zamanlarında kendisine bir zararın gelebileceğini akıldan uzak tutmayacağı gibi, başına gelen kötü şeylerden bir iyiliğin gelebileceği konusunda da ümitli olur. Çünkü hiçbir şeyin akıbeti hakkında kulun bilgisi yoktur. Böylece korku ile ümit arasında yaşar ki, bu durum kulluğun en tabii olan halidir. O zaman ayet bizlere şunları emrediyor ve diyor ki:
1) Ey İnsan, İşlerin sonucunu bilen zata tam tevekkül et ve tafviz-i ümûr eyle. Sen sadece Allaha güven ve onun her zaman senin için hayırlı şeyler yapacağından emin olmalısın. Sana Namaz için uykunu boz ve kalk dediyse bu senin için daha hayırlıdır. Malının bir kısmını muhtaçlara ver dediyse bil ki, bununla hiçbir zaman fakirleşmeyeceksin. Cihad için savaşmalısın dediyse, sonunda ölüm olsa bile senin için şehitlik mertebesi de var; bunu unutma!
2) Ey İnsan, belki de yarın yapacağın o neşeli ve güzel işin arkasında sana zarar verecek bir şey de olabilir. Sen bunu bilemezsin. O zaman Allahtan hep sana menfaatli olanı değil, hüsn-ü akibeti taleb eyle. Sen de Resûl-i Ekrem (s.av) gibi Allahım! Her işimizde akibetimizi hayr eyle şeklinde dua et. Çünkü senin için en menfaatli olan şey budur.
3) Sen Rabbine tafviz-i ümûr edersen, Allah bütün işlerini kolaylaştırır. Sen hayatın ağır yükünü omzuna alıp zahmet çekmek yerine, yükü omzundan indir; her şeyde hüsn-ü akibeti iste, o sana yeter.
4) İşi Allaha bıraktığın zaman gönül rahatlığı içinde her işini rahatlıkla yaparsın. Unutma! Her şey kader ile takdir edilmiştir. Sen kısmetine razı ol ki, rahat edesin.
5) Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek ve esbaba teşebbüs ise bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Hakkdan bilmek, neticeleri Ondan istemek ve Ona minnettar olmaktan ibarettir.
Son olarak şunu söylemek gerekir:
Tevekkül yüksek bir haslet, ulvî bir seciyedir. İnsan ruhu için ayrı bir terakki vesilesidir. Kul ile Rabbi arasında manevî bir rabıtadır. Allaha tevekkül eden insan, kalben Ona teveccüh etmiş demektir. Bu teveccüh, başlı başına bir neticedir. Dünyevî gaye gerçekleşsin veya gerçekleşmesin, uhrevî mahsûl alınmış; ruh, huzurun zevkine ermiş, Allahı anmanın safâsını sürmüştür. Allahı zikretme, yâni Onu hatırlama, yâd etme sadece bildiğimiz ibadetlere mahsus değildir. Sabır, teslim, rıza, havf, reca her biri ayrı bir zikirdir. Tevekkülü de böyle ulvî bir zikir olarak kabul etmek gerek.
Müslüman, dünya hayatını daha rahat, faydalı ve huzurlu geçirmek için sebeplere tam olarak teşebbüs eder. İyi hallerin bazen kendisi için kötü, kötü olayların da bazen kendisi için hayırlı olacağına inanır. Ama şunun da çok iyi farkındadır: Bu dünya her zaman zevk ve lezzet yeri değil, ancak imtihan meydanıdır ve âhiretin tarlasıdır. İmtihanda, tarlada, sıkıntı vardır. Ferah, imtihan ötesi ve hasat sonrasıdır. Bunun için dünyanın musibet ve sıkıntılarına karşı psikolojik olarak bir ön hazırlığa sahiptir. Müslüman, herkesi misafir ve her şeyi geçici bilir. Hiçbir hâdiseye olduğundan fazla kıymet vermez. Ve ömrünü huzur içinde geçirir.