TESETTÜR MODA DEĞİLDİR (1)
8 Mart Kadınlar Günü Dolayısıyla Yazarımız Musa Kazım Yılmaz Tesettürle ilgili yazı yazdı

8 Mart Kadınlar Günü tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kutlandı. Yine kadın haklarından, özgürlüğünden ve iş hayatına olan katkısından ve kadın istihdamının azlığından söz edildi. Kadınlar mutlu oldular mı, bilemiyorum. Ama ben size, dünya kadınlar gününde az konuşulan fakat doğrudan kadının kaybolan kişiliğini ilgilendiren bir meseleden bahsetmek istiyorum. Tesettürden ve tesettürlü kadınlara yönelik saldırılardan…
Hicrî on beşinci asra giriş tüm dünyada, özellikle İslam ülkelerinde canlı ve dinamik gelişmeleri de beraberinde getirdi. Yaklaşık 45 yıldan beri dünyada hızlı bir değişim süreci yaşanıyor. Batıdaki ihtida olaylarıyla birlikte artan İslam odaklı kültür ve fikir hareketleri İslam’a karşı olan güçlerin dikkatlerini çekmeye başladı. İslâmî sosyo-kültürel gelişmeler bu güçler tarafından taassup ve bağnazlık olarak empoze edilirken İslâm’ın belli başlı kurumları, özellikle tesettür ve aile yapısı hakkında tenkidin çok ötesinde tahripçi yayınlar başlatıldı. Bu yayınların amacı, İslâm toplumunda fuhşu ve ahlaksızlığı yaymak, aileyi yıpratmak, Müslüman aydınları, gençleri ve özellikle de kadınları İslâm’dan soğutmaktır.
Kaynağını Batı’dan alan tesettür aleyhindeki dalganın mucitleri ve onların bizdeki savunucularına göre güya İslam hukukunda kadının aleyhinde birçok madde bulunmaktadır. Bunların başında da Tesettür geliyor. Güya İslamiyet tesettür emriyle kadını aşağılamıştır. Oysa polemikten uzak ve bilimsel bir gözle meselelere bakıldığı zaman iddiaların tutarlı olmadığı görülecek ve kadının aleyhinde sanılan bu durumların kadının lehinde olduğu anlaşılacaktır.
Çünkü İslam’ın bütün emirleri gibi tesettür emri de fıtrîdir, kadının lehine ve yararınadır. Tesettür fıtrat kanununa uygundur. Tesettüre riayet etmeyen bir kadın, kişiliğinden çok şey kaybedebilir. Eğer tesettür kadınlar için bir haksızlık ve bir baskı unsuru olarak kabul edilseydi Müslüman kadınlar daha ilk zamandan bu emre karşı gelirlerdi. Oysa tesettür emrinin nazil olmasından sonra Müslüman kadınlar bu emre hemen uymuşlar ve tesettür emrini duydukları yerde bellerindeki kuşaklarını çıkararak başlarını ve boyunlarını örtmüşler, evlerine yeni kıyafetleriyle dönmüşlerdi.
Kimse kusura bakmasın; eğer bugün bazı Müslüman kadınlar tesettürü değil de açık saçıklığı tercih etmişlerse onlar sadece tesettürden vazgeçmemişler, dinlerinin birçok emrinden de vazgeçmişler. Bu itibarla Kur’an’ın kesin emriyle sabit olan tesettür kadının vakarını ve manevi haysiyetini koruma altına almış, onun kadınlık ve annelik vasıflarını güçlendirmiş ve kadını çeşitli fitne yuvalarından uzaklaştırmıştır.
Tesettürü basit bir örtünme biçiminden ya da bir modadan ibaret sananlar yanılıyorlar. Tesettür basit bir örtünme biçimi ya da bir moda kıyafet değildir. Mümin olduğunu idrak edenler için söyleyeyim: Tesettür Allah’ın emridir. Dolayısıyla tesettüre aykırı kıyafetleri tercih etmek Allah’ın emrini çiğnemektir. Tesettür sayesinde toplumun nizamı sağlam esaslara dayandırıldığı gibi, cinsel uyarılmaya vesile olan objeler önlenmiş; daha açık bir ifadeyle, zina kapısı kapatılmıştır.
İslam’da tesettürün sosyal önemini, ahlakî boyutlarını ve İslam toplumuna kazandırdığı yüksek karakter vasıflarını kavrayabilmek için tesettür ayetlerinin nüzulünden önce Medine’de meydana gelen bazı tarihî olaylara kısaca göz atmak gerekir:
Hatırlayalım; Bedir zaferinden sonra (Hicrî 2. yıl) Medine’deki İslamî hareket her geçen gün biraz daha güçleniyordu. Gün geçtikçe Müslümanların çoğaldığını gören müşrikler Medine’ye saldırmaya ve Müslümanları toptan yok etmeye karar verdiler. Hendek savaşı bu amaçla düzenlenmiştir. Savaşın yapıldığı günlere gelindiğinde (Hicrî, 5. yıl) on binleri bulan birleşik küfür orduları Medine savunmasını aşamayıp bir ay boyunca sürdürdükleri çetin kuşatmayı sonlandırmış, ardından bozguna uğrayıp kaçmışlardı. İşte hicretin 5. yılında İslami hareketin gücü böyle bir seviyeye ulaşmış bulunuyordu.
Birleşik küfür ordularının Medine kuşatmasına son vererek geri çekilmeleri, artık müşrik ordular tarafından başlatılan saldırı savaşlarının sona erdiğine işaret ediyordu. Nitekim savaştan sonra Resul-i Ekrem (s.a.v) arkadaşlarıyla durum değerlendirmesini yaparak şöyle buyurmuştur: “Kureyş bir daha size saldıramayacaktır. Artık hücum sırası size geçmiş bulunuyor.”[1]
Kuşkusuz Müslümanları savaş meydanlarında üstün kılan şey onların manevi ve ahlakî yönden üstünlükleriydi. İslam düşmanları Hz. Peygamber ve ashabının temiz yaşayışları ve yüksek karakterlerinin halkın kalbini fethettiğini artık anlamışlardı. Ama ahlaksız insanlar, rakiplerinin üstün meziyetleri karşısında kendilerine çeki-düzen vereceklerine rakiplerini iftiralarla karalamaya çalışırlar.
İşte bu amaçla Hz. Peygamber ve ashabı aleyhinde iftiralarda bulunmak için münafıklardan da yardım istediler. Münafıklık… Allah’ın bir insana vereceği en büyük bela ve en büyük şahsiyetsizlik… Dünya, özellikle İslam dünyası münafıklardan çok çekmiştir. İkiyüzlü oldukları için bir yüzleriyle müşrikleri diğer yüzleriyle de Müslümanları idare ediyorlardı.
Münafıklık başlı başına bir makalenin konusu olduğu için kısa kesiyoruz. Sonuç itibariyle, İslam düşmanları çatışmayı ahlak cephesine kaydırmışlardı. İftiralara maruz kalan Müslümanların işi artık daha zordu.
(Devam edecek)
[1]İbnHişam, Siyer, III, 266.