'Tek din'li bir devlet mi dediniz?

Haksöz Haberden 'Selahaddin E. Çakırgil' yazdı: AK Parti Kadın Kolları Başkanlığı'nca hazırlanan anayasa tasarısında, genel olarak kamu hizmetlerine çalışanların kıyafetlerinin serbest ve ama, mesleği öğretmenlik, polislik ve yargıçlık olan hanımların başlarının açık olması gerektiği gibi bir maddeye de yer verilmiş..

'Tek din'li bir devlet mi dediniz?
Anlaşılıyor ki, onlar, kemalist-laiklerin, bütün kamu hizmetlerinde memur(e) olarak çalışacak olanların 'başörtülü olmamaları' gerektiğine dair görüşlerini biraz daraltıp, birkaç meslek grubuyla sınırlandırarak kabul etmişler.. (Bilindiği üzere, örtülü olmak, ancak hizmetçi, temizlikçi, çaycı, vs. gibi müstahdem durumundakiler için fiilen caiz görülmüştür, laik zorbalarca..)

'Bu sınırlandırma niyedir?' denildiğinde ne diyeceklerdir, bilinmez.. Ama, aynı konuları, daha önce kemalist-laik zorbalar, yıllardır dile getirip durmuyorlar mıydı? Herhalde, o görüşlerin zımnen kabul edildiği yüzünden sergilenmiştir, bu çarpık zihniyet.. Geçmişte dile getirilen bu gibi çarpık akıl yürütmeleri herhalde bu tasarıyı hazırlayanlar da kabullenmişler ki, böyle bir şeye cesaret edebilmişler..

Ne deniliyordu, bütün kamu hizmetlerinde memur/ memure olarak çalıştırılanların laik ölçüler içinde olmaları gerektiğini savunanlar?

Efendim, meselâ, başı örtülü bir kadın yargıç karşısında, başları açık olan hanımlar kendilerine adâletin tatbik edilmeyebileceği zehabına, şübhesine kapılırlar ve toplumda adâlet anlayışı topal ördek durumuna gelirmiş..

Aynı şekilde, başı örtülü bir polis hanımın karşısında, örtülü olmayan hanımlar güven içinde olamazlarmış.. Ya da, başörtülü öğretmen hanımlar, henüz yeni yeni eğitilmekte olan körpe çocuklar için, başı örtülülüğün gerekli olduğu gibi bir yanlış örnek oluştururlarmış..

Peki, aynı durum, tersinden düşünüldüğünde, başları örtülü milyonlarca hanım için de düşünülüyor mu idi?

Hayır, orada, laik rejimin ceberrutluğa dayalı egemenliği hatırlatılırdı..

*

Böyle bir anayasa tasarısının yüzlerce benzerinin de hazırlanıp ilgili mercilere verildiğine bakılarak, 'Nihayeti, bir tasarıdır, üzerinde bu kadar durmaya değmez' denilip geçilemez.. Çünkü, bu, sıradan bir derneğin, meslek teşekkülünün ve partinin değil; 10 yıldır iktidarda bulunan bir partinin önemli bir kolunun hazırladığı bir tasarıdır.. O parti ki, en üst dereceli liderlerinin aileleri, inançlarının ölçülerine bağlı kalmak dikkatini gösterdikleri için, ne büyük engellemeler ve tehlikelerle ve hattâ, partileri kapatılma tehdidiyle karşı karşıya kalmıştı, şimdi değiştirilmeye çalışılan 12 Eylûl 1980 Darbesi'nin dayatması olan mevcud Anayasa'nın yorumlamalarına göre..

Bu bakımdan, şimdi sergilenen bu mantık bir köle ve esaret mantığından kurtulamayışın göstergesidir..

Tayyîb Bey, kendi hayatında korumaya dikkat gösterdiği gözlenen değerlere karşı Genel Başkanı olduğu partisinin alt kademelerinde geliştirilmeye çalışılan bu gibi çarpık zihniyet tezahürlerine ne diyordur?

Biz açıkça belirtelim ki, bu çarpık zihniyetli yaklaşımı, bizzat Tayyîb Erdoğan, Abdullah Gül ve Bülend Arınç gibilere karşı sergilenen bir zihniyettir..

Ve bu da gösteriyor ki, önümüzde daha çoook ve derin- görünmez engeller, zihniyet kelepçeleri bulunuyor.. Ve demek ki, biraz fırsat bulsalar, bu alt birimler de, yeni kemalist zorbalık tezahürlerini sergileyeceklerdir..

Unutmayalım ki, kemalist laik diktatörlük, ilk 20 yıllık uygulamasının sonunda, kendi resmî ideolojilerini, topluma bir yeni din olarak dayatmak cür'et ve küstahlığını bile bulmuşlar ve 'TDK'nın 1944'lerde yayınladığı bir sözlükte, 'Kemalizm, türkün dinidir..' hezeyanını bile açıkça yazacak bir azgınlık merhalesine bile vardırmışlardı işi..

*

Devlet dayatması bir 'resmî din' anlayışından diğerine mi?

Tayyîb Erdoğan, iki ay kadar öncelerde, 'Biz dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz..' demişti.. Ama, siyasetçilerin ülke faydasına olacağına inandıkları hedeflerini açıklamalarından tabiî bir şey olamaz.. Onlar görüşlerini açıklar, halk da onlara destek verir veya vermez..

Bu bakımdan Tayyîb Erdoğan'ın da bir siyasetçi olarak niyetini ortaya koyması ve öyle bir açıklama yapmasında bir anormallik yoktu..

Nitekim, o sözü alkışlayan ve destekleyenler oldu, eleştirenler de.. Ve o tartışma unutuldu bile..

Ama, Tayyîb Erdoğan'ın, 5 Mayıs günü partisinin Maraş İl Kongresi'nde yaptığı konuşmada, 'Tek bayrak, tek millet, tek devlet' şeklinde zaman zaman dile getirdiği sloganik sözleri tekrarladıktan sonra, bunlara 'tek din..' gibi bir diğer ekleme daha yaptığı görüldü.. Ve, herhalde bazılarının yanlış anlamış olabileceklerini gözönüne alarak, 'Dil değil, din, din..' diyerek de vurgu yaptı.. -Kaldı ki, 'tek dil' vurgusu da fıtrata karşı çıkan bir tavırdır..-

Bu 'tek din..' lafı bir sürç-ü lisan mıdır, yoksa, diyabetlilerde kan şekerinin düştüğü veya yükseldiği anlarda rastlanabilen bir kontrol zayıflamasının neticesi midir; bilinmez.. Ama, her ne ve nasıl olursa olsun, bu lafın, -siyasî getiri ve götürüleri bir yana-, itiqadî ve aklî bakımdan yanlış olup olmadığı düşünülmelidir..

*

Herhangi bir 'Devletin bütünlüğünün ve bölünmesinin tartışılamazlığı' görüşü, sosyo-politik açıdan mantıkî bir gereklilik olarak kabul edilebilir.. Uluslararası dengeler gereği oluşturulan sun'î devletler hariç, hiçbir devlet, kendi bütünlüğünü, bölünmezliğini tartışma konusu ettirmek istemez..

Keza, 'tek bayrak' sloganı da tıpkı 'tek devlet' gibi değerlendirilebilir.. Çünkü, devletleri temsil eden resmî 'bayrak'ların da tek olması şartı, sosyo-politik açıdan bir gereklilik olarak görülebilir.. Ama, 'tek millet', 'tek dil' ve 'tek din..' gibi sloğanlar?

Eğer, millet'ten, aynı inanç dairesine mensub olmak kasdediliyorsa; o zaman bile, bu bir ütopik ideal olarak bazılarınca düşünülse bile, pratik hayatta mümkün değildir.. Çünkü, bir toplumda, bütün insanların aynı din ve inanç dairesi içinde olması zorlanamaz ve hedeflenemez.

Unutulmamalı ki, müslümanlar bir millet sayıldığı gibi, hristiyanlar, yahudiler veya başka dinlerden olanlar da ayrı ayrı 'millet'lerden sayılmaları gerekir ve 'tek millet' arzusu, hiç de gerçekçi değildir ve arzu edilmesi de gerçekçi olmayışı yüzünden bile sakıncalıdır..

Aynı şekilde, 'tek dil' dayatması da yapılamaz..

Her devletin bir veya birkaç resmî dili olabilir ve bu 'ortak dil veya diller'i, bir devletin vatandaşlarının iradesine göre, siyasî irade kurumu belirler.. Ve kendi sosyal bünyesi içinde, başka dillerde konuşan insanlar ve kitleler, sosyal gruplar varsa ve bir rejim de, o dilleri yok sayıyor ve baskı kurarak önlemeye çalışıyorsa, aslında kendi ayağına kurşun sıkıyor demektir..

Ve hele de 'tek din' sözü!

Nasıl olur da, bir devlet sistemi, bir rejim ve o rejimin başında bulunan yöneticiler, 'tek din' taleblerinde bulunamazlar; bulunmalarının ötesinde, onu hedef olarak da düşünmemelidirler..

*

Gerçi, bazı kaynaklarımızda, 'halk, melikinin dinindendir..' şeklinde 'rivayet'ler de vardır, ama, bu söz, o kalıbın içinde ele alınırsa, o zaman, bir insanı, vatandaşı olduğu rejimin başında bulunan kişilerin, sultan, melik, kral, şef, c.başkanı, vs.'nin dininde bilmek gibi bir tablo çıkar ki, bunun sağlıklı bir mantığının olup olmadığı düşünülmelidir.. Tek dinli bir toplum, belki çok küçük ve kapalı toplumlarda sözkonusu olabilir; ama, hele de bugünkü dünyada, coğrafî sınırları büyük çapta etkisiz hale getiren iletişim imkanlarının bütün dünyaya hâkim olduğu bir sırada, 'tek din'li bir toplumun düşünülmesi korkunçtur.. Çünkü, bu durumda, bir toplum düzeni içinde, farklı inanç ve din'lere mensub olanların varlığı kabul edilmemiş olacak ve dahası, onların yok sayılması veya yok edilmesi yolunda, Ortaçağ'da Engizisyon Mahkemeleri'nde görülen ve insanların inançlarını, kalblerini kontrol etmeye yönelik bir zorbalığı mâkul zanneden bir sosyal eğilim ortaya çıkacaktır.. Ve bugün, hemen hemen bütün devletler ve toplumlarda bir 'tek dinlilik' sözkonusu değildir; ve ayrıca, onmilyonlarca insan, göçler veya başka sebeblerle başka ülkelerin vatandaşları da olmuşlardır.. 'Tek din' söylemi mâkul görülecek olunursa, her bir toplum veya rejimdeki hâkim gücün veya çoğunlukta olan toplum kesiminin inanç dairesine sokulması gibi bir neticeyi ortaya çıkarır ki, bunun kabul edilemezliği açıktır ve Kur'an, 14 asır önce, insanlara, 'Lâ ikrahe fi'd-dîn' /Dinde zorlama yoktur..' hükmünü bildirmiştir. Müslüman toplumların 14 asırlık geçmişlerinde, bir çok konuda ideal uygulamalar sergilenememiş olsa bile; en azından, başka dinlerden olanların dinlerine müdahale olmaksızın yaşandığına dair, müslümanlara iftihar veren bir uygulama geleneği vardır. Halbuki, başta Avrupa olmak üzere, başka coğrafya ve toplumlarda, daha şu son yüzyıllarda bile ne korkunç inanç ve mezheb dayatmaları yaşanmıştır..

*

Bu bakımdan, günümüz dünyasının pratikleri açısından bu gibi taleblerin pratize edilmesi neredeyse imkânsızdır.. Ama, bu gibi olabilirlik ihtimalinin de ötesinde, müslümanlar, Allah'u Tealâ'nın da, kullarını mutlaka bir 'tek din'i kabullenmeye zorlamadığını düşünmek zorundadırlar..

'Siz hiç günah işlemeyen bir toplum olsaydınız, sırf günah işlemeleri için bir halk yaratırdım..' meâlindeki Kur'an hükümlerini hatırlayalım..

Her devlette, her rejimde, yönetimi kuralları vardır ve büyük ekseriyetin iradesine görme bir engel düzenlemesi yapılması normaldir, ama, büyük ekseriyetin dışında kalan sosyal kesimlerin veya tek kişi bire olsalar ferdlerin kalblerine zorla egemen olunmaya çalışılması gibi bir çağrışımı uyandıran 'tek din' talebi, bu açıdan kesinlikle sözkonusu ve her halde, tekrar edilmemesi gereken bir yaklaşım tarzıdır..

*

Umulur ki, Tayyîb Bey bu sözünü tekrarlamayacaktır.. Ayrıca, onun başbakan da olsa yanlış yapmak hakkının bulunduğunu söyleyen yakın çalışma arkadaşlarının, yardımcılarının olduğunu görmek de umut vericidir.. Nitekim, AK Parti Gen. Başk. Yardımcılarından Çelik, 8 Mayıs günü medyaya yansıyan açıklamasında, 'bir toplumda tek dinlilik gibi bir şey düşünülemez, başbakan da olsa, yanlış yapmıştır..' diyebilmiştir ve Tayyîb Erdoğan'ın da kendisine yanlışlarını böylesine açıkça söyleyecek kadar yardımcılar seçmiş olması görülmelidir..

*

NOT:

Elekronik adresime gönderilen mesajlarda, önceki yazımın sonunda değinilen, müslümanlar adına 'redd-i miras' söylemini kimin yaptığının üstü kapalı olarak geçilmesinin sebebi sorulmakta..

Mes'elemiz kişiler, isimler değil, zihniyetlerdir.. Kişileri veya isimleri değil, düşünce tarzlarını ele almak ve doğrusunu -yanlışını ortaya koymak asıldır..

*

Bu vesileyle, 02 Mayıs tarihli Takvim'de, Zafer Emanetoğlu imzasıyla ve 'Anti-Kapitalist Müslümanlar' başlığıyla yayınlanan bir yazıdaki bir özel ismi noktalayarak, gerisini aynen buraya aktarıyor ve altına imzamı atıyorum.. Yazıda şöyle deniliyor:

'İslam dini; dünya hayatını her yanı ile kuşatan, bireylere ve topluluklara daha düzenli, daha huzurlu, daha güvenli bir hayat yaşamalarını sağlayan kuralları ve öğretileri içerisinde barındıran, Kur’an’i deyimle “kemale erdirilmiş, mükemmelleştirilmiş” bir dindir.

Dolayısıyla bir insan aradığı her sorunun cevabını bulabilir, her sorununu, bulacağı bu cevaplarla çözebilir. Hal böyleyken neden birileri çıkar da İslam’ın ya da Müslümanlığın önüne illa seküler bir takım kavramlar iliştirir.

Amaç, İslam’ı birilerinin gözünde meşrulaştırmak ise vay hallerine. Amaç toplum içerisinde bizatihi kendilerini meşrulaştırmak ise diyecek bir şeyimiz yok.

Bir Müslüman zaten anti-kapitalisttir. Bunu Müslümanlığının önüne bir sıfat olarak yerleştirmenin gereği var mı? Bir Müslüman sadece anti-kapitalist değildir. Anti-emperyalisttir, anti-siyonisttir, anti-marksistir. Bu listeyi uzatarak yazıyı bitirebiliriz.

Bütün bunlar Müslümanlığın gereğidir. Bir insan Müslüman ise bütün bunlardır.

1Mayıs’ta (...) anti-kapitalist Müslümanlar diye yürüyen bu arkadaşlar, Kudüs gününde de anti-siyonist Müslümanlar olarak yürümek zorundalar bu bakış açıları ile.

Oysa sadece Müslümanlar olarak yürümeleri, her haksızlığa, her zulme, her zalime, her emperyaliste, her kapitaliste karşı Müslüman olarak karşı çıkmaları, seslerini yükseltmeleri gerekir.

İslam tek başına yeter.'

Haksöz Haber 'Selahaddin E. Çakırgil'