TEBLİĞ (ULAŞTIRMAK)
Tebliğ: sözlük anlamı itibariyle ulaştırmak manasına gelir. İslam edebiyatında bir terim olarak Tebliğ sözcüğü, Kur’an ve Sünnetin mesajlarını birilerine ulaştırmak anlamına gelir. Tebliğin ilk safhası Hz. Peygamberin Kur’an metnini insanlara ulaştırması ile gerçekleşmiştir. İkinci safhası, insanların bilmediği hususları, bilmediği Kur’an ayetlerinin manasını onlara ulaştırmak, bildirmek, beyan etmektir. Kur’an’da bu safha “tebyin=beyan etmek, açıklamak” olarak ifade edilmiştir.
Bu anlamda İslam da ilk tebliği bizzat Hz. Peygamber (S.A.V) yapmıştır. Daha sonraki süreçlerde ise hem Allah’ın emri ve aynı zamanda sünnet olduğu için sahabeler tarafından yapılmıştır. Sahabe-i kiram daha önceleri Müslüman olmayan bu günkü İslam coğrafyasına dağılarak bu tebliğ işini insanlarla birebir görüşmeler yapıp insanoğlunu İslam’a davet edip İslamın yayılmasını sağlamış ve günümüze kadar gelmesine vesile olmuşlardır. Bu günde Hz. Peygamberin ümmeti ve varisleri olan biz Müslümanların üzerine farz olan tebliği Âdemoğullarına yapmakla mükellefiz. Bu işi asıl görev olarak yapan merkezi Pakistan’da olan ciddi bir cemaat var Sünni "Tebliğ Cemaati", geçen asrın başında Hint asıllı Muhammed İlyas Kandehlevi (1885–1944) tarafından kuruldu.
Cemaat üyeleri, ulaşabildiği herkese İslâmın emir ve yasaklarını anlatmak ve açıklamakla sorumludur. Cemaatin her mensubu, zamanının büyük bir bölümünü İslam dinini öğretmeye ve yaymaya ayırır, bu amaçla maddi imkânlarının el verdiği ölçüde kısa ve uzun süreli seyahatler yapar. Dini tebliğ amacıyla seyahate çıkan üyeler yanlarına basit bir yatak, az miktarda yiyecek ve temizlikte kullanılmak amacıyla su kabı taşır, tebliğ görevini yaparken siyaset ve aktüaliteden uzak durarak ümmet olma liyakati içinde olurlar.
Cemaatin en büyük özelliği ise tebliğe çıkarken kendi imkânları ile tebliği başka ülkelerde yapmak. Gittikleri ülkelere göre yanlarında mutlaka tercüman bulunduruyorlar. İşte bu cemaat üyesi 7–8 kardeşimiz, Fransa’dan, Fas’tan, Cezayir’den ve Zambiya’dan Ülkemize gelerek yanlarına İstanbul’dan aldıkları tercümanlarla ilimizi de ziyaret ederek mahalle ve sokakları dolaşarak hane reislerini cami’ye davet edip Hadis ve Ayetlerle İslamı anlatıyorlar. İnsanları namaz kılmaya ve cami cemaati olmaya davet ve tebliğ görevlerini yapma gayreti içindeler. Allah onlardan ve tüm Müslümanlardan razı olsun ve namaz kılmayan kardeşlerimize de hidayet nasip eylesin inşallah. Değişik kaynaklardan aldığım bilgiler aşağıdadır.
İrşad kavramı; Kur’an’da rüşd, reşad, râşid, reşîd ve mürşid şeklindeki türevleriyle geçmektedir. İrşat: İnsanlara hak yolu göstermek, dünya ve âhiretle ilgili zarar ve yararları anlatmaktır. Fert ve cemiyet olarak insanlığın yararına olan faydalı ve hayırlı yola“rüşd”, bu doğru yolu kendi şahsında benimseyip gösterenlere “reşîd”, “râşid”; onu başkasına gösterip benimsetmeye çalışan kimseye de “mürşit” adı verilir.
İrşat kelimesi, maddi mânâda da "yol gösterme" anlamında kullanılması mümkün olmakla beraber, asıl kullanılışı, aklî-manevî yolu göstermek içindir. Dolayısıyla irşat, din terminolojisinde hidâyet kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Ancak "hidâyet" kavramı genellikle Allah’a nispet edildiği halde, "irşat" kavramı insana da nispet edilmektedir.
Emri bil-maruf ise, güzel şeylerin yapılmasına gayret etmektir. Maruf, sözlük anlamı itibariyle, marul olan, tanınan-bilinen şey demektir. Terim olarak iyilik anlamına gelir. Çünkü iyi olan şeyler genelde herkes tarafından bilinir, tanınır. Ancak, emri bil-maruf kavramı, Allah’ın emrettiği güzelliklerdir. Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre, Allah neyi emretmişse o iyidir, güzeldir, neyi yasaklamışsa, o çirkindir, kötüdür. Yüce Rabbimiz bizleri kendine gereği gibi kulluk yapmaya çalışan kullarından eylesin inşallah… AMİN.