T.C Devletinin Milliyetçilikle İlgili Politikaları
Avrupa'da baş gösteren milliyetçilik hareketleri 20. yüzyıl itibariyle Asya kıtasında uyanan kavimler arasında da yayılmaya başladı. Uyanan ve Avrupa'nın parlak uygarlığına kapılan kavimler her konuda olduğu gibi milliyetçilik konusunda da Avrupa'yı körü körüne taklit etmeye başladılar.
Bediüzzaman "Halbuki her milletin kamet-i kiymeti ayrı bir elbise ister" diyerek bu taklitçiliğe karşı çıkmaktadır. Ona göre Avrupa ve Asya insanları bir cins kumaş bile giyecek olsalar tarzları ayrı ayrı olmak lazım gelir. Söz gelimi, bir ihtiyar hocaya tango bir kadın elbisesi giydirilmediği gibi, bir kadına bir jandarma elbisesi giydirilmez.
Avrupa bir dükkân ve bir kışla ise, Asya bir çiftlik ve bir cami hükmündedir. Bir dükkâncı dansa gider ama bir çiftçi gidemez. Aynı şekilde cami kıyafeti ile kışla kıyafeti bir değildir. Bu ifadeler, taklitçiliğin kendi milliyetini inkâr anlamına geldiğine işaret etmektedir.
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti devletini idare edenler, her hususta Batı'yı taklit ederek açık bir şekilde ulusçuluğu ve Türk milliyetçiliğini esas aldılar. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için kendilerine iki ana hedef seçtiler. Birincisi, başka kavimleri yok sayma politikasıdır. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde başka kavimlerin varlığını inkâr etme politikası her zaman devletin değişmez politikası olmuştur.
Kürtler üzerindeki baskıların bugün nelere mal olduğunu artık bilmeyen yoktur. İkinci hedef olarak da, dinin Anadolu halkı üzerindeki etkisini yok etmek için büyük çabalar sarf etmişlerdir.
Kur'an harflerinin Latin alfabesiyle değiştirilmesi, din derslerinin kaldırılması ve kadınla ilgili kültürleri kökten değiştirme gayretleri, hep dinin halk üzerindeki tesirini yok etmeye yönelik çabalar olarak tarihe geçmiştir. Devlet başkanlarının etrafında kümelenen kimi aydın ve yazarlar da bu değiştirme politikasına çanak tutmuşlar ve "Kâbe Arab'ın olsun Çankaya bize yeter" diyecek kadar eblehleşmişlerdir.
Devleti idare edenleri kullanmak isteyen gizli komiteler, Türkçülüğü ve menfi milliyetçiliği reddeden Bediüzzaman ve onun gibi insanları da Kürtçülükle itham etmişlerdir. Bediüzzaman, kendisini Kürtçülükle suçlayan Türkçülere cevap verirken aynı zamanda Kürtçülük yapmanın vahim sonuçlarına da işaret ediyor; özetle şöyle diyor:
"Ben elhamdulillah Müslüman'ım. Her zaman kutsal milletimin 350 milyon (şimdi 1.5 milyar) efradı vardır. Böyle ebedi bir uhuvveti tesis eden ve dualarıyla bana yardım eden ve içinde Kürtlerin ekserisi bulunan 350 milyon kardeşi menfi milliyet fikrine feda etmek ve o mübarek hadsiz kardeşlere bedel, Kürt adını taşıyan ve Kürt milletinden olan dinsiz veya mezhepsiz bir mesleğe mensup birkaç kişiyi kazanmaktan yüz bin defa Allaha sığınıyorum.
Ey Mülhit! Senin gibi ahmaklar lazım ki, Macar kâfirleri ya da dinsiz olmuş ve Batılılaşmış üç beş Türkün muvakkat kardeşliğini kazanmak için, 350 milyon hakiki ve nurani bir cemaatin baki kardeşliğini terk etsin."
Bu ifadelerden anlaşıldığına göre, ırkçılık yapanlar bütün İslam âlemiyle kardeş olma gibi değerli bir avantajı kaybediyorlar. Bediüzzamana göre Kürtçülük ya da Türkçülük yapan bir kimse, 1,5 milyarlık İslam kardeşlerini kaybediyor, onun yerine dinsiz veya mezhepsiz birkaç dostu kazanıyor.
Bu kaybı göze almak büyük bir ahmaklıktır.
Bediüzzaman'a göre menfi milliyet esası üzerinde Türkçülük yapanlar gerçekte Türk düşmanı olan ve kendi menfaati uğruna her türlü mukaddesatı feda edebilen hamiyet-füruş dinsizlerdir. Bediüzzaman onlara hitaben özetle şöyle diyor: "Ey mülhitler! Ben Türk denilen bu vatanın ehl-i iman olan kısmıyla, İslamiyet milliyeti ve ebedi ve hakiki bir kardeşlik ile alakadarım. Bin seneye yakın bir zamandır; Kur'an'ın bayrağını cihanın her tarafında galibane gezdiren bu vatan evlatlarını, büyük bir övünçle ve İslamiyet hesabına seviyorum."
Ona göre milliyetçiliğin ölçüsü İslam dinine bağlılık ve sevgidir. Eğer İslamiyet'e inanmıyorsanız, ya da inandığınızı söylediğiniz halde gerçekte sevmiyorsanız Türkçülük iddiasında bulunmanız bir aldatmacadır.
Bediüzzaman gençlere yönelik olarak kurulan ve gençleri İslam'dan uzaklaştırmak için akla zarar programlar uygulayan "Halk Evleri" gibi müesseselerin faaliyetlerine büyük tepki göstermektedir. Gençlere yönelik olarak hazırlanan bu tür faaliyetlerin Türk gençliğini zehirlemeye yönelik olduğuna işaret ediyor. Ona göre Milliyetçilik ve Türkçülük perdesi altında bu faaliyetleri yürütenler gerçekte Türk düşmanı olan gizli komitelerdir. Özetle şöyle der:
"Sen ise ey sahtekâr! Türkün hakiki ve milli iftihar vesilelerini unutturacak bir şekilde Türklerle mecazi ve muvakkat bir kardeşliğin vardır. Sana soruyorum: Türk milleti yalnız 20-40 yaş arasındaki gafil ve heveskâr gençlerden mi ibarettir? Acaba onların menfaati ve onlar için yapılması gereken hizmet, sadece onların gafletlerini arttıran ve ihtiyarlıkta onları ağlattıracak şekilde muvakkat bir güldürmekten mi ibarettir? Eğer hamiyet-i milliye bundan ibaret ise ve ilericilik ve hayattaki mutluluk bu ise, ben o Türkçülükten ve o milliyetçilikten kaçıyorum; sen de benden kaçabilirsin."