SURİYE’DEKİ KATLİAMLARIN TEK SUÇLUSU BEŞŞAR ESED Mİ?

SURİYE’DEKİ KATLİAMLARIN TEK SUÇLUSU BEŞŞAR ESED Mİ?

ABD, Rusya ve Avrupa ülkeleri, Beşşar’ın elinde kaç ton kimyasal silah bulunduğunu ve bu silahların nerelerde saklandığı önceden biliyorlar. Nasıl bilmesinler ki, bu silahları Esed’in babasına onlar vermişler. Hatta Hafız Esed, Kimyasal silahların mühim bir kısmını Fransa ve Almanya’dan satın almıştı. İç savaştan bu yana İran da Suriye’ye silah temin eden ülkelerden biri oldu. Ancak İran silahları Suriye’ye, parayla değil meccanen veriyor.  Rusya ve Çin’in neden Beşşar Esed rejiminin devam etmesini istediklerini anlamak zor değildir. Çünkü bu iki ülke de, uzun yıllardan beridir Suriye’ye büyük miktarda silah ve mühimmat satmışlar ve henüz tüm paralarını almamışlardır. Suriye’li bir yetkili 2008 yılında bana şunu söylemişti: “Biz 40 yıla kadar da Rusya ve Çin’den aldığımız silah ve mühimmatın parasını ödeyemeyiz.” Bu demektir ki, Suriye halkı 40 yıl sonra bile fakir olmaya devam edecektir. Bunu bilmeyen toktur. Asıl anlaşılması zor olan, İran ve Hizbullah’ın sosyalist ve jakoben-laik Esed rejimini desteklemeleri, hatta Suriye’de laik rejime karşı çıkan Müslümanlarla savaşmalarıdır.

Madem Batı ve Rusya Esed’in elinde ne kadar kimyasal bulunduğunu biliyorlar, nasıl oluyor da, sonsuz Adalet (!) peşinde olduklarını iddia eden ABD ve müttefikleri bütün günahı Beşşar’ın omzuna yıkmaya çalışıyorlar? Şu anda Suriye’de devam eden katliamların birinci derecede sorumlusu, “Süper Güç” olduklarını iddia eden ABD, Rusya ve Batılı güçlerdir. Libya’da petrol olduğu için Batılılar oraya müdahale etmek ve savaşı sona erdirmek için birbirileriyle yarışırken, sıra Suriye’ye geldiğinde ABD, “Başkalarının iç savaşına müdahale edecek değiliz” demeye başladılar ve savaşı bir an önce sona erdirecek olan silahlı müdahaleden vazgeçtiler.

Kuşkusuz İran ve Lübnan’daki Hizbullah da bu katliamlardan sorumludur. Çünkü hem İran hem Hizbullah,  25-30 yıldan beri tüm dünyada İslam düşmanlarına karşı gösterdikleri dik duruş sebebiyle, İslam dünyasındaki Sünni ulemanın ve İslamcı gençliğin sempatisini ve muhabbetini kazanmışlardı. Şimdi ise, sosyalist-laik bir rejimi temsil eden ve Hıristiyan olan Michel (Mişel) EFLAK tarafından kurulmuş olan Hizb el-Ba's el-Arabi el-İştiraki (Arap Sosyalist Diriliş Partisi)nin destekçisi oldular. Oysa B’as partisinin, Kurulduğu 1953 yılından beri İslam düşmanlığını yaptığı ve jakoben-laik bir düzeni temsil ettiği hususunda hiç kimsenin şüphesi yoktur. Buna rağmen üç yıldan beri devam eden Suriye savaşında, İran ve Hizbullah’ın B’as rejiminin yanında yer alması tüm Müslümanları şaşırtmış ve hayal kırıklığına uğratmıştır. Birden bire herkesin kafasında, “İran ve Hizbullah’ın İslam’ı ve Kur’an’ı değil, Şiiliği ve Nusayriliği savunduğu ve bu mefkûreyi her şeyin üzerinde tuttuğu” şüphesi uyanmaya başlamıştır. Böylece İran, Suriye savaşında jakoben-laik bir rejimi desteklemekle Sünni Müslüman gençliğin kafasındaki olumlu imajını kaybetmiştir.

Diğer taraftan İran’ın ve Hizbullah’ın B’as rejimini savunmak üzere Suriye’ye asker göndermesi Sünni İslam ülkelerinin İran ve Hizbullah hakkındaki olumlu düşüncelerini de yok etmiştir. Maalesef, bu hengâmede İran ve Hizbullah rasyonel aklı terk ederek, eskiden beri iddia ettikleri dünya Müslümanlarının menfaatlerini göz ardı etmişlerdir.  Sonuçta mezhepçilik akılcılığa galip gelmiş, Suriye istihbaratı, İran ve Hizbullah’ın stratejilerine uyarak Antakya ve Reyhanlı’da terör olaylarını çıkartmış ve 50’den fazla vatandaşlarımızın ölümüne de sebep olmuştur. Hatta Türkiye’yi zayıflatmak için İran’ın gezi olaylarına bile destek verdiği istihbarat raporlarından anlaşılmıştır. Bunun tek amacı Türkiye’de, İran Şiiliğine ve Hizbullah’a uzak duran Nusayri ve Alevileri kışkırtıp onları İran Şiiliğinin tarafına çekmektir. İran’ın, Çaldıran meydan muharebesinden bu yana ilk kez Anadolu Alevilerinden onlarca dedeyi Tahran ve Kum’a davet ederek onlarla görüşmesi dikkat çekici değil midir?

Demek ki, ABD ve Batı kadar İran ve Hizbullah da 110 bin insanın ölümünden sorumludurlar. Şu anda İran’ın tek amacı, % 15 gibi bir azınlığa sahip olan Suriye’deki Nusayrilerin iktidarda kalmalarını sağlamaktır. Eğer bunun için Tüm Halep, Hama, Humus, Deyruz-Zor, Rakka ve İdlib şehirleri yerle bir bile olsalar gam yemezler. Yete ki Şiilik koridoru eski konumunu muhafaza etsin.

Ancak bu olaylar bir hakikati de şerh etmiş oldu. O da şu: Artık Batılılar, “Biz halkların demokratikleşmelerini istiyoruz” diyemezler. Çünkü tek amaçları vardır; o da petrol yollarını açık tutmaktır. Onların yalan söylediklerini artık herkes biliyor. İran ve Hizbullah da, “Biz Batı emperyalizmine karşıyız. Batı’nın İslam üzerindeki hegemonyasına karşı direneceğiz” deseler kimseyi inandıramazlar. Çünkü İslam’ın en büyük düşmanlarından olan ve Batı tarafından desteklenen jakoben-laik B’as rejimine sahip çıkarak gençlerin, kadın ve çocukların ölümüne seyirci kalıyorlar.