Suriye Yangını, Bütün Ortadoğu'ya Sirayet Edebilir..
Hâşimî, Mâlikî'nin giderek diktatörleştiğini söylemekte.. Ve bu hususda, bilindiği üzere, Barzânî de benzer eleştirileri sık sık tekrarlıyor, son zamanlarda.. 'Mâlikî, ya masaya oturur ya da başka bir yola başvururuz' demekte, Barzanî...
Suriye yangını, bütün Ortadoğu'ya sirayet edebilir..
Irak'daki, 35 yıllık Saddam diktatörlüğü rejiminin Amerikan emperyalizmi eliyle de olsa, -ki, yine o emperyalizmin desteğiyle palazlandırılıp ne korkunç katliâm ve cinayetler işletildikten sonra- çökertilmesiyle, Irak Kürdistanı'nda yıllardır, güçlü bir bölgesel / özerk yönetim modeli geliştiren ve zaman zaman, müstakil/ bağımsız bir Kürdistan devletinin ilan edilebileceğini ve ama, bunun için bölge ve dünya şartlarını da gözetmek gerektiğini söyleyen Mesud Barzânî, 19 Nisan günü, İstanbul'a gelerek, Tayyîb Erdoğan'la önemli bir görüşme yaptı..
Her ne kadar bu görüşmenin muhteva ve sonuçları henüz bilinmiyorsa da, bu görüşmeye, Başbakan Yardımcısı Beşîr Atalay, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Feridun Sinirlioğlu'nun da katılmış olması, bu toplantının son derece önemli olduğunu anlatmaya yeter.. Kezâ. Barzânî henüz gelmeden bir gün önce, 18 Nisan günü, DTP Genel Başkanı Selahaddin Demirtaş'ın yaptığı soğuk bir 'Hoşgeldin' konuşması mahiyetindeki sözleri üzerinde durulması gerekir.. 'Barzani'nin, Türkiye ve ABD tarafından "Kürdlerin ortak lideri" haline getirilmeye çalışıldığını' vurgulayan Demirtaş sözlerini şöyle sürdürmüştü: 'Barzânî üzerinden bütün kürdler ile irtibat kurmak istiyorlar. Barzânî iyi bir politikacıdır, bölgesel bir liderdir, iyi bir siyasetle bölgesini federal bölge yaptı ve bağımsızlığa götürüyor, ama aynı karşılık Türkiye, İran ve Suriye kürdlerinde yok. Kürdler, Talebânî ve Öcalan'a karşı da aynı hissiyatı duyarlar. Bu liderlerden birini öne çıkarıp, alternatif haline getirip, sorunları onun üzerinden çözme girişiminin sokakta, Türkiye kürdlerinde karşılığı yok. Barzani'nin PKK üzerinde ikna gücü, ancak Türkiye'de hükümetin çözme sürecine girmesi halinde olabilir, Barzani'nin PKK üzerinde Öcalan gibi talimat ve askeri bir baskı uygulama ve yönetme gücü de yoktur..'
Evet, Demirtaş'ın, kısaca 'Barzanî, Irak kürdlerinin temsilcisi olabilir, ama, Türkiye kürdlerinin değil..' diye özetlenebilecek bu sözleri, Erdoğan- Barzânî görüşmesini daha bir önemli kılıyor..
Bu arada, hemen belirtilmeli ki, Demirtaş'ın, 'Barzânî'nin bütün kürdlerin temsilcisi olmadığı' şeklindeki sözleri doğru olsa bile, bu söz, Türkiye'de, kürd etnisitesinden olan herkes adına söylenmiş de kabul edilemez. Çünkü, Demirtaş ve ve partisinin Türkiye kürdlerinin temsilcisi olduğu iddiası da geçersizdir.. Dahası, 'Türkiye Kürdistanı'nda, Barzânî mi, diğerleri mi?' diye bir anket yapılsa, ortaya, Barzânî'nin nasıl bir ağırlık sahibi olduğunu gösteren ilginç bir tablo çıkabilir..
*
'Erdoğan- Barzânî' görüşmesini daha da önemli kılan husus ise, Barzânî'nin bu görüşmeden önce, Washington'da ve bazı Avrupa başkentlerinde yaptığı görüşmeler..
Ki, bu görüşmelerde, Barzânî, beklenmeyen ve diplomatik teamülleri alt-üst eden bir şekilde, en üst derecede, âdeta bir Devlet Başkanı gibi muameleye tâbi tutulmuş olması..
Nitekim, Barzanî, 5 Nisan günü Washington'da Amerikan Başkan Yard. Joe Biden'la görüşürken, Amerikan Başkanı Obama'nın da bu görüşmeye katılması, son derece dikkat çekici bir sürprizdi. Bu görüşmenin mahiyeti, Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada yer alan, 'bu görüşmenin federal, demokratik ve birleşik Irak'la stratejik ortaklığı bağlamında yapıldığı' gibi diplomatik beyanlarla anlaşılamıyacak derecede önemli olmalıdır.. Barzânî bu Washington temaslarında, Amerikan Dışbakanı Hillary Clinton ve Sav. Bakanı Panetta ile de görüşmüştü..
*
Barzânî'nin önümüzdeki günlerde Erbil'de toplanması öngörülen ve Türkiye'nin de destek verdiği Kürd Konferansı öncesinde Erdoğan'la görüşmesi daha bir öneme kazanırken, Demirtaş'ın, sözkonusu konferansın, "sırf, PKK'ya silah bıraktırma amaçlı" olması halinde toplanamayacağını' iddia ederken kullandığı dil de önemli.. Diyor ki, Demirtaş: "Barzânî dikkatli olacaktır ve PKK'nın silah bırakmasını hedefleyen bir konferansın yükünü üstlenmeyecektir. Türkiye de çözüm yönünde bir taahhüd altına girmezse Barzânî , kürdler nezdinde itibarını düşürecek bir pozisyona girmemelidir.."
Irak'daki durumun, Amerika'nın çekilmesiyle hemen karışması, ilginç..
Saddam diktatörlüğünün çökertilmesinden sonra, işgalci Amerika, tabiatiyle, Irak'ta sosyal hayatı kendi istediği şekilde yeniden düzene kavuşturmak istiyordu, ama, bunu, İyad Allavî gibi laik kimseler arasından yapamıyacağını kısa zamanda anlamış ve müslümanların etrafında birleşeceği bir ismi istemiye istemiye de olsa,başbakanlığa getirmek zorunda kalmıştı..
Bu isim, İbrahîm Caferî idi..
Caferî, başında bulunduğu bir teşkilatla, Saddam diktatörlüğüne karşı 30 yıla yakın bir süre mücadele vermiş müslümanlardan birisiydi..
Bazıları, Caferî'nin kerhen kabul edildiğini anlamıyarak, onun da 'Amerikan işbirlikçisi' olduğunu zannetmiş; onu öyle yaftalamışlardı..
Ama bunun öyle olmadığı, kısa sürede anlaşılacak ve Amerika, 1 yıl kadar tahammül ettikten sonra, Caferî'yi değiştirecek ve yerine, daha az bilinen ve Caferî'nin yıllarca yardımcısı olan Nurî Mâlikî'yi getirecekti..
Mâlikî, beklenenin ötesinde dirençli çıkıp, sınırlı iktidarının 7. yılına girmiş bulunuyor.. Ama bu arada, takib ettiği siyasî taktikler yüzünden eski lideri Caferî ile de zıdlaştı.. Muqtedâ es'Sadr'la ise, neredeyse kanlı-bıcaklı oldu ve Sadr, İran'a sığınarak kurtulabildi..
Bu arada yapılan anayasa düzenlemelerinde de, Başbakan'a oldukça geniş yetkiler verilmiş, Ordunun başkomutanlığı bile, doğrudan Başbakan'a bağlanmıştı..
Celâl Talebânî ise, daha çok, protokol makamı olan cumhurbaşkanlığına oturtulmuştu.. Kürdistan eyaleti ise, Barzânî'nin bölgesel özerk yönetimine girmişti..
2,5 sene önce yapılan seçimlerde ise, Allavî'nin partisi Mâlikî'nin partisinden 1 m.vekili fazla çıkarmıştı, ama, o çokluk, hükûmet kurmaya yine yetmiyordu, koalisyona gerek vardı..
O sırada, Allavî'nin partisinin bir m.vekili öldürülünce, o üstünlük de ortadan kalkmış ve İran'ın da teşvikiyle, Sadr Grubu, Mâlikî'yi desteklemek kararı alınca, hükûmet, kırılgan bir ekseriyetle de olsa, yeniden Mâlikî'de kalmıştı..
*
Bütün bunlar olurken, Mâlikî'nin oldukça temkinli gittiği hareket ettiği, dengeleri gözettiği hissediliyordu..
Ama, özellikle Arab diyarlarında başlayan büyük sosyal çalkantılar sırasında, Mâlikî, hiç beklenmiyen bir şey yaptı ve yıllarca mücadele verdiği Baas ideolojisine ve onun iktidardaki tek temsilcisi olan Suriye'deki Baas Hükûmeti'ne ve Beşşar Esed rejimine destek verdi.. Bu konuda da, İran'la birlikte hareket ettiği görülüyordu, Mâlikî'nin..
Amerikan emperyalizmine karşı 30 yılı aşkın zamandır mücadele veren İran'ın, Ortadoğu'da kendi hesab ve planlarına göre oluşturduğu bir stratejisi olacaktı..
Ancak, Irak gibi, 35 yıl Baas ideolojisinin pençesinde çekmiş bir ülkede, hem de aynı mücadelenin içinde bulunmuş olan bir Mâlikî'nin de, tıpkı İran gibi, Suriye Baas rejimine ve destek vermesi, Irak ve İran'ın şiîliğe dayalı bir işbirliği içinde hareket ettiği gibi bir görüntü ortaya çıkardı.. Elbette, bu konuda İran'ın stratejisi daha bir güçlendi.. Çünkü, Afganistan'ın batı sınırlarından taa Akdeniz'e kadar uzanan kocaman bir coğrafyada hareket serbestliğini elde etmiş oluyordu..
Halbuki, Irak Suriye'ye bu desteği vermeseydi, böyle bir durumun olması, neredeyse imkansızdı..
Bu da, Irak Meclisi'nde, mezhebî ve etnik yapılara göre partileşmelere izin veren yeni düzen içinde, sunnî-arab kitlelerin temsilcisi olarak bulunduğu bilinen 'El'Iraqiyye' partisini ve liderlerini rahatsız etti.. Bu durum, sadece Irak'da değil, bölgedeki sünnî toplumlarda ve onların üzerindeki hükûmetlerde de mukabil bir mezhebî refleks oluşturdu.. Hattâ, 43 yıldır katı laik olan Suriye Baas rejiminin başında bulunan Esed Khanedanı'nın da yüzde 12'lik Nusayrî azlığına mensub olmasından hareketle, şiî zannedilip, İran'ın Suriye rejimiyle de mezhebî birlikten dolayı beraber hareket ettiği gibi yersiz suçlamalara da yol açtı..
Halbuki, daha önce Mâlikî, Irak'daki patlamaları, Suriye'nin desteklediğini, Suriye'li Baas'çıların Irak'daki eski Baas kalıntılarını silahlandırdığı suçlamalarını yapmaktaydı..
Ama, yine de durumun büyük bir buhrana dönüşmesi beklenmiyordu..
Ne var ki, Ocak-2012 başında muharib Amerikan birlikleri Irak'dan çekilir çekilmez, hemen arkasından, Mâlikî'nin, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Târıq el'Hâşimî'yi Irak içindeki terör eylemlerini yaptıran başsorumlu olarak göstermesi ve arkasından tutuklatmak istemesi; Hâşimî'nin de hemen Irak Kürdistanı'na, Barzânî'nin özerk yönetim bölgesine sığınması ve Mâlikî Hükûmeti'nin de, Irak'da bir türlü önü alınamayan terör eylemlerinin aslî faili ve teşvikçisi olmakla suçladığı Hâşimî'nin, yargılanmak üzere derhal kendilerine iade edilmesi yönünde yapılan çağrılara, Barzanî'nin, hiçbir zaman olumlu cevab vermiyeceğini açıklaması, buhranı daha bir derinleştirdi..
Bu buhran henüz de devam olanca ağırlığıyla ve şiddetiyle devam ediyor..
*
Artık konu, Irak içindeki bir konu olmayıp, bütün Ortadoğu'da, İran ve onunla birlikte hareket eden rejimlerle, ona karşı yeni bir strateji geliştirmek ihtiyacı hisseden, diğer bölge ülkelerinin ve rejimlerinin saflaşması gibi bir tablo ortaya çıkardı.. Hattâ, Türkiye'nin de, İran'la münasebetlerinde, başka etkenler yanında, en çok da bu yüzden, bir soğukluk yaşadığı söylenebilir..
Bir asra yakın zamandır, sünnî toplumlarca dışlanmış olan Vehhabîliğin bayrakdarı durumundaki ve Ortadoğu'daki en katı diktatörlük rejimlerinden Suûdî rejimi bile, bu konuda, eline geçen fırsatı değerlendirmeye ve kendisini vehhabî olarak değil, sünnîliğin koruyucusu gibi göstermek taktiğine öncelik vermiş bulunuyor..
Yani, Irak konusu, bir patlamaya hazır biri saatli bomba gibi..
19 Nisan sabahı, Irak'da 6 şehirde meydana gelen patlamalarda 40 kadar insan daha canını kaybetmiş bulunuyor..
Bu, yıllardır, hemen hergün devam eden korkunç bir facia..
7 yıldır iktidarda olan Mâlikî'nin duruma hâkim olmakta zorlanmasının yanında, yerine gelebilecek daha başka alternatiflerin de başarılı olup olmayacağı bilinmiyor..
*
'Târıq el'Hâşimî problemi', Ortadoğu cephaneliğini havaya uçurabilir..
Târıq el'Hâşimî, bu günlerde Türkiye'de.. Ve, Barzânî ile yeniden Irak Kürdistanı'na döneceği sanılıyor..
Hâşimî'nin Yeni Şafak'da 18 Nisan günü yayınlanan mülâkatı bu açıdan son derece önemli..
*
Hâşimî, Mâlikî'nin giderek diktatörleştiğini söylemekte.. Ve bu hususda, bilindiği üzere, Barzânî de benzer eleştirileri sık sık tekrarlıyor, son zamanlarda.. 'Mâlikî, ya masaya oturur ya da başka bir yola başvururuz' demekte, Barzanî..
Bu da, Irak Kürdistanı'nda bağımsızlık ilanı yapılabileceği ihtimalini gündeme getiriyor..
Böyle bir durumda, Barzânî, Amerika ve Batı ülkelerinin desteğini almış mıdır, bilinmez; ama, böyle bir konuda, Türkiye ile görüş birliğine varmaya öncelik vereceği tahmin edilebilir..
Ama, Irak Devlet Başkanı Celâl Talebânî ise, 17 Nisan günü El'Cezire televizyonunun İngilizce yayınına yaptığı ilginç açıklamada, 'Ben bağımsız bir Kürd devletinin kurulmasını uzak bir ihtimal olarak görüyorum.. 'Bu konuda açık konuşmamız lâzım. Bu, bağımsızlığı istememek değil; fakat birleşik bir Irak içerisinde kalmamız daha iyi. Malumunuz şimdiki dünya küçük devlet dünyası değil. Belki büyük birlikler zamanı. Avrupa ülkeleri gibi, bir Avrupa Birliği vardır ve neredeyse bütün Avrupa ülkeleri birleşecektir. Gerçekçi olmamız lâzım, federe ve tam demokratik bir Irak'ta olmak herkesin karşı tarafa saygı gösterdiği ve haklarını koruduğu bir Irak'ta yaşamak daha doğrudur..' diyordu
Hâşimî de, sözkonusu röportajında, 'Barzânî'nin şu an için böyle bir talebi yok. Bu hoş bir durum da değil. Bence Irak Anayasası çerçevesinde bir çözüm umudu hâlâ var...' diyordu..
Hâşimî'nin şu görüşleri de ilginçti: 'Eğer Irak Anayasası haksızlığı gidermeye yetmezse alternatif yollara başvurulur. Bölgedeki ülkelerle birlikte bir çözüm bulmaya çalışırız. O da olmazsa uluslararası platforma taşıyıp orada destek arayacağız.
Şu nokta önemli ki, ben şiîlere karşı değilim. Şia mezhebine karşı değilim. Irak toplumunun en önemli bölümünü temsil eder Şia. 1920'den bugüne dek iktidardan uzak kalmanın acısını çekiyorlarsa, bugün iktidar taleb etmelerini anlayabiliyorum. Olabilirler de. Ama bunu yaparken diğer grupları da 'ötekileştirme' çabasında olmasınlar. Tekel oluşturmasınlar. İktidara ortak olmak adalettir. Bugün Irak'ta bu durum söz konusu değil. Bunun sorumlusu Şiîler değil, Mâlikî ve etrafındakiler. Adalet ve hak, mazlumun kim olduğunu sorar. Ayrıca Şiîler ve Kürdlerin zulüm gördüğü dönemde de Sünnîler yine zulüm görüyordu. (...) Ben etnik bir çaba içerisinde de değilim. Milli kimlik üzerine oturan bir adalet istiyoruz. Din, dil, ırk esası üzerine kurulu bir adalet değil.. Yarın şiî kardeşlerimiz zulme uğrarsa, onların da yanında olacağız. Yarın Hristiyanların da yanında olacağız, olduk da...'
Hâşimî, 'bugün Irak'daki statünün devam etmesi için İran ve Amerika'nın diğer siyasi gruplara baskı yaptıklarını' söylüyor ve 'Suriye'de Beşşar Esed gerçeği varken Amerika nasıl oluyor da Maliki'yi destekliyor?' sorusuna da şöyle karşılık veriyor:
'Amerika Suriye için ne yaptı? Laf? Propaganda? Basın? İnsanlar orda ölüyor. Bosna Hersek'te de yaşandı bunlar. Bekliyorlardı. Etnik motivasyonlu ölüm makineleri vardı orda. Seneler sonra müdahale ettiler. ABD'nin her zaman kendine aid ayrı bir gündemi vardır.
-O halde Esed düşerse İran-Irak denklemi nasıl etkilenecek? Ve düşmezse nasıl etkilenecek?
Suriye çok kritik durumda. Komşu ülkeleri de olumsuz etkiliyor. Öncelikle ölümlerin durdurulması gerekiyor. 1990'da nasıl ki kürdleri koruma önlemi aldılar aynısı Suriye için de yapılmalı. Güvenli bölgelerin oluşturulması gerekli. Türkiye bu konuda hazır. ABD ve Avrupa ciddi bir adım atmadı. Esed'in düşmesi, umut ediyorum ki Irak'ta iç çatışmaya dönüşmez. Suriye'deki isyan hareketinden önce biz Irak'ta değişim hareketi başlatmıştık. Mâlikî'den bu yöndeki reformları yapmasını çok önceleri istemiştik. Suriye'de olumlu yönde değişim olursa, bu Irak'ı da olumlu yönde etkileyecektir. (...) Barış ve uzlaşı sahamızı genişletmemiz gerekiyor. Bu sorunları aşmamız gerekiyor. Her ne kadar sorunlar çok büyükse de. Irak Anayasası sorunların çözümüne imkan sağlıyor. Eminim, kendi aramızda oturup konuşur uzlaşırsak iyi bir sonuç elde edebiliriz. Silahın hükümet üyelerinde değil, sadece devlette olması gerekir.'
Evet, Hâşimî'nin çizdiği tablo da genel hatlarıyla böyle..
Bütün bunlar gösteriyor ki, Ortadoğu'da, bugün sadece Suriye gibi sanılan temel mes'ele, yarınlarda çok daha çetrefilli hale gelebilecektir..
Bu durum da elbette ki en başta Amerikan emperyalizminin ve diğer şeytanî güçlerin iştahını daha bir kabartacaktır..
Pekiy, çözüm nerede ve ne?
Pratiğe dönüştürülmesi şu an için hayal olan bazı tedbirler ve formüller zikredilebilir, ama, şu anda, yangının, bu binanın, müslüman coğrafyasının tamamına sirayetini önlemektir, asıl mesele..
Sadece görünen odur ki, bu yangını önleyebilecek olan güç yok değildir.. Bu, İran ve Türkiye rejimlerinin bugün başında bulunan yönetici kadroların akl-ı selimidir.. Diğer bölge ülkeleri, isteseler de böyle bir güce sahib değildir ve ayrıca, Suûdî rejimi ve benzerlerinin bu yönde sağlıklı adımlar atmasını beklemek, herhalde abesin abesi olur..
Emperyalistlerin, şeytanî güçlerin her türlü entrikalarına rağmen, bu iki ülkenin yönetici kadroları bu yangını önleyebilirler.. aksi halde, hem Allah huzurunda, hemen gelecek nesiller huzurunda sorumluluk ve vebal, çok ağır olacaktır.. Haksöz Haber