Sır Bir Emanettir

Sır Bir Emanettir

Bir dostum,Hocam yakınlarımız ve dostlarımız tarafından bize emanet edilen sırları korumak ne kadar önemlidir? Sır saklamanın sorumluluğu nedir?” şeklinde bir soru sordu. Cevap olarak kendisine anlattıklarımı kısmen buraya aldım; şöyle ki:

Bir ahlak terimi olarak “Kitmanu’s-Sırri”  ifadesi, kendisine veya başkasına ait sırları ifşa etmemek, onları saklı tutmak, başkalarınca öğrenilmesine engel olmak demektir. Sır saklama bir güzel ahlak ilkesi olduğu kadar, aynı zamanda İslam’ın adabındandır. Mümin olsun veya olmasın insan vicdanı itibariyle sır saklamakla mükelleftir. Sırrın sahibi izin vermedikçe o sır başkasına anlatılmaz. Sırları ifşa etmek sözünde durmamakla eşdeğerdir. Cenab-ı Allah Kuranda, “Verdiğiniz her sözü yerine getirin; çünkü verdiğiniz her sözden hesap gününde mutlaka sorguya çekileceksiniz[1] buyuruyor. Buna göre kendisine bir sır emanet edilen bir kimse, sahibi izin vermedikçe o sırrı başkasıyla paylaşamaz. Verdiği sözü yerine getirmekle yükümlü bulunan bir mümin, emanet edilen sırrı saklamakla yükümlü olduğunu da unutmamalıdır. Eğer kendisine emanet edilen sırrı başkasına aktaracak olursa sözünde durmamış olur ki, bu da münafıkların alametlerinden birisidir.

Ancak dostların sırlarını saklamak kadar önemli olan diğer bir husus daha vardır: O da Müslümanın kendi ailesinin sırlarını sıkı bir şekilde koruma altına almasıdır.

Allah Kur’an’da müminlere hitaben, “Bir eşi bırakıp da yerine başka bir eş almak istediğinizde, onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız bile ondan hiçbir şeyi geri almayın[2] buyuruyor.  Bununla yetinmiyor bir sonraki ayette şöyle buyuruyor: “Birbirinizle beraber olduğunuz halde, üstelik onlar sizden sapasağlam bir söz de almışken onu geri mi alacaksınız?[3] Bu ikinci ayetten anlaşıldığına göre karı koca arasında çok kuvvetli bir sözleşme vardır. Bu da, ikisi arsında bir sırdır ve bu sırrın ifşası en hafif bir ifadeyle haramdır.

Ebû Saîd el-Hudrî’den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (s) şöyle buyurdu: Kıyamet gününde Allah Teâlâya göre en kötü olan insan, karısıyla mahremiyetini paylaştıktan sonra onun sırrını ifşâ eden kimsedir.[4]

Hz. Peygamberin (s) aile sırı ile alakalı bu hadisinden de anlaşılacağı gibi en önemli sır aile mahremiyeti sırrıdır. İslam aile mahremiyetine büyük önem vermiş ve bunun korunmasını istemiştir. Bundan dolayı hadiste, aile sırını ifşa eden kişi en kötükimse olarak nitelendirilmiştir.

Sır saklamanın bir emanet olduğu konusunda en önemli emirlerden birsi de Hz. Yakub’un (as) oğlu Yusuf’a, rüyasını kardeşlerine anlatmamasını tavsiye etmesidir. Allah şöyle buyuruyor: “Babası, Yavrucuğum, dedi, sakın rüyanı kardeşlerine anlatma, sonra sana tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır.”[5] Hz. Yusuf da, kardeşlerini irşat etmeye vesile olana kadar o sırrı muhafaza etmiştir.

Sır saklamanın emanete riayet kadar önemli olduğu konusunda sahabenin tutumu da bizim için önemli bir örnek teşkil eder. Nitekim Müslim’in Sahihinde Enes b. Mâlik’ten aktarılan şöyle bir hadis yer almaktadır:

Ben çocuklarla oynarken Resûlullah (s) yanıma geldi; bize selâm verdi ve beni bir işe gönderdi. Bu sebeple annemin yanına geç döndüm. Eve varınca annem, Niye geç kaldın? diye sordu. Ben ise, Resûlullah beni bir işe göndermişti; onun için geciktim dedim. Bunun üzerime Annem, Neymiş o iş? diye sorunca, Bu bir sırdır, Resûlullah’ın sırrıdır; onu söyleyemem dedim. Bunun üzerine Annem, Aferin oğlum, sakın Resûlullah’ın sırrını kimseye söyleme!” dedi.[6]

Görüldüğü gibi sır saklama konusunda iki değerli sahabi ile karşı karşıyayız: Biri çocuk denecek yaşta Enes b. Malik, bir diğeri de annesi Ümmü Süleymdir. Şu ahlaka bakın ki, annesi Söyle oğlum, annen yabancı birisi mi? Resûlullah sana ne dedi, de bakayım demiyor, onun yerine, sır saklama konusunda oğluna nasihat ediyor. Kuşkusuz ki, her ikisi de bu terbiyeyi Rsûlüllahtan (s) almışlardı.

Abdullah İbni Ömerden (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Ömer, kızı Hafsanın dul kaldığı zamandan bahisle şunları anlatıyor:

Osman İbni Affân ile karşılaştım ve ona Hafsadan söz ederek İstersen kızım Hafsayı sana nikâhlayayım dedim. Osman ise, Hele bir düşüneyim cevabını verdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra tekrar karşılaştığımızda Osman bana, Şimdilik evlenmeyi düşünmüyorumdedi. Sonra Ebû Bekire rastladım. Ona da, İstersen sana kızım Hafsayı nikâhlayayımdedim. Ebû Bekir sustu; ağzını açıp da bir söz söylemedi. Bu sebeple ona Osmana gücendiğimden daha fazla gücendim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hafsaya Nebiyy-i Ekrem (s) talip oldu. Ben de kızımı ona nikâhladım. O sıralarda Ebû Bekir’’e karşılaştığımızda bana, Hafsayla evlenmemi istediğin, benim de sana cevap vermediğim zaman herhalde bana gücenmiştin, öyle değil mi? dedi. Ben de “Evet” diye cevap verdim. Bunun üzerine Ebû Bekir şunları söyledi:

Bana bu konuyu açtığında sana bir cevap vermeyişimin sebebi, Hz. Peygamberin (s), benim bulunduğum bir mecliste Hafsa ile evlenmekten söz etmesiydi. Elbette Resûlullah’ın sırrını ifşâ edemezdim. Şayet Nebiyy-i Ekrem (s) Hafsa ile evlenmekten vazgeçseydi, seve seve onunla evlenirdim.[7]

Konu dışına çıkarak şunu ifade edeyim ki, Hz. Ömerin bu teklifi günümüzde ayıp gibi karşılanabilir. Oysa hayırlı ve faziletli gördüğü birine kızıyla, kardeşiyle veya bir yakınıyla evlenme teklifinde bulunmak İslam büyüklerinin adetlerindendir. Her konuda olduğu gibi evlenme konusunda da sır bir emanettir. Bu emanete hıyanet etmemek gerekir.

Bir diğer hadiste Hz. Âişe validemiz (ra) şöyle dedi:

Peygamberin (s) hanımları onun yanında otururlarken Fâtıma tıpkı Resûlullah (s) gibi yürüyüşüyle çıkageldi. Resûl-i Ekrem onu görünce sevindi ve merhaba kızımdiyerek onu sağ yanına oturttu. Sonra Fâtımanın kulağına bir şeyler fısıldadı. Fâtıma yüksek sesle ağlamaya başladı. Onun aşırı üzüntüsünü görünce kulağına bir şey daha fısıldadı. Bu defa Fâtıma güldü. Resûlüllah ayrılınca ben Fâtımaya, Hanımları yanındayken Resûlullah (s) sadece sana bir sır verdi; sen de ağladın. Rasûlullah (s) sana ne söyledi? diye sordum. Fatima, Resûlullah’ın (s) sırrını kimseye söyleyememdedi.

Resûlullah (s) vefat edince, Senin üzerindeki analık hakkıma güvenerek Resûlullah’ın o gün sana verdiği sırrı bana söylemeni istiyorum dedim. Bunun üzerine Fâtıma, Şimdi olabilir dedi ve şunları söyledi:

“Resûl-i Ekrem kulağıma ilk defa bir şey söylediğinde, Cebrâilin nazil olan Kuran ayetlerini baştan sona okumak üzere her yıl defa geldiğini, fakat bu yıl aynı maksatla iki defa geldiğini söyledi ve Bundan ecelimin yaklaştığını anlıyorum; Allaha karşı saygıda kusur etme ve sabırlı ol! Benim senden önce gitmem ne iyi!’  buyurdu. Bunun üzerine gördüğün gibi çok ağladım. Benim çok üzüldüğümü görünce, kulağıma tekrar bir şeyler fısıldayarak: Fâtıma! Cennette mümin hanımların hanımefendisi olmak istemez misin?buyurdu. O zaman da gördüğün gibi güldüm.”[8]

Hâsılı; yayılması istenmeyen, ifşa edildiğinde insanı mahcup eden veya sır sahibinin başarısızlığına sebep olan iki veya daha çok kişi arsında cereyan eden her söz sadece bir sır değil, aynı zamanda bir emanettir. Nitekim Hz. Peygamber (s) şöyle buyuruyor: “Bir kimse,  bir söz söyleyip dönüp giderse artık o söz (işitenlere) bir emanettir.”[9] Dolayısıyla bir sırrı ifşa ederek emanete ihanet etmek ahlaki bir zaaftır. Son olarak İbn Ebü’d-Dünyâ’nın Hasan-ı Basrî’den aktardığı, “Kardeşinin sırrını başkasına söylemen ihanettir” şeklindeki söz de, sırların birer emanet olduğu konusunda önemli bir kaynaktır.[10]

 

[1] İsrâ, 17/34.

[2] Nisa, 4/20.

[3] Nisa, 4/21.

[4] Müslim, Nikâh, 123.

[5] Yusuf, 121/5.

[6] Müslim, Fazailü’s-Sahabe, 145.

[7] Buharî, Nikâh, 33.

[8] Buharî, Menâkıb, 25.

[9] Tirmizî, el-Birr ve’s-Sıla, 39.

[10] Fazla bilgi için Bkz. Dr. Masum Taş, Klasik Arap Edebiyatında Sır Saklama Adabı, Bingöl Ün. İlah. Fak. Dergisi, No, 18; s. 127.