Süper bir analiz, okuyalım!

Süper bir analiz, okuyalım!

“Usâme bin Laden öldü mü / Acun (âlem) ıssız kaldı mı?” Kişiler ölür, zihniyetleri devam eder, başlığı altında haksöz haberden Selahaddin E. ÇAkırgil yazdı:

[email protected]

Eski türk masallarından birinin kahramanı olan Alp Er Tunga üzerine yazılmış bir destan, ne olduğunu pek anlamadığımız halde bize okutulurdu, ortamekteb sıralarında..

’Alp Er Tunga öldü mü, / Acun ıssız kaldı mı, / Felek öcün aldı mı, / Şimdi yürek yırtulur..

Felek fırsat gözetti, / Gizli tuzak uzattı, / Beğler beğin azıttı, / Kaçsa nasıl kurtulur..’

*

Usâme bin Laden’in öldürüldüğü haberi ulaşınca, aklıma hemen Alp Er Tunga Destanı’nın  mısraları geliverdi.. (Hemen ekleyelim, bütün yabancı metinlerde, bu isim, ’Usâme bin Laden’ şeklinde geçtiği ve başta durumlarda yabancı kelimeler ingilizce yazılışa göre aktarıldığı halde, hattâ İslamî dikkatleri olduğu kabul edilen yayınlarda bile, yersiz bir manipulasyonla hemen, ’Bin Ladin’  şekline dönüştürülüyor..  Halbuki, ikisi arasındaki fark, çok derin.. Laden, çam cinsi bir ağaç iken, Ladin denildiğinde ise, zihinlerde dini yok, din karşıtı  gibi bir mânayı da çağrıştırabiliyor.. O halde, tekrarlayalım; ’Bin Ladin’ değil, Bin Laden..)

*

Zihinlerimiz bu günlerde, genelde Ortadoğu’yu kasıp kavuran ’Arab Baharı’nın gelişmeleriyle meşguldü..

4 ay önce başlayıp, Tunus ve Mısır’daki 25-30 yıllık diktatörlük rejimlerinin devrilmesiyle sonuçlanan; Yemen’de de yüzbinlerin 32 yıllık Ali Abdullah Salih rejimini derinden derine sarstığı, Cezayir’de de kitlelerin ayaklanmasının elinin kulakta olmasına vesile olduğu bu ’bahar’ın; sonunda Libya, Bahreyn ve Suriye’de nasıl korkunç bir kan dökücülüğe ve iç savaş boğuşmasına dönüştüğünün ızdırabını yaşarken..

Ve Gaddafî’nin kendi halkına karşı dinmek bilmeyen cinayetleri binleri yutarken,  sonunda, kendi oğlunun da NATO saldırıları sırasında ölüm haberi geliyordu..

Halbuki, o saldırıdan birkaç saat önce, Gaddafî, NATO’ya, pazarlık kapılarını açmaya çalışıyor ve kendisi iktidarda kalmak şartıyle, herşeyi müzakere edebileceğini ve Libya petrolü üzerinde de gerekli düzenlemeler yapabileceğini bildiriyordu..

Suriye’de ise, başta güneydeki Der’a şehri olmak üzere, hemen heryerdeki protestoculara, göstericilere tankla, topla, keskin nişancılarca saldırıp, yüzlerce insanı katlediliyor ve Beşşar Esed’in, babasından genlerine intikal eden kaniçiciliğin sevkıyle hareket ettiğini göstermek istercesine, Baas rejiminin Derin Devleti eliyle, Suriye halkına kan kusturuyorken..

*

Evet, zihnimiz bu konularla meşgulken, Amerikan Başkanı Barack Hussein Obama’nın 2 Mayıs sabahı yaptığı açıklamayla dünya gündemi değişiverdi, bir anda..

Çünkü, Obama’nın söylediğine göre, Usâme bin Laden öldürülmüştü..

Obama, son aylarda gerçekleştirilen istihbarat çalışmaları sonucunda Usâme bin Laden'in yerinin nokta olarak belirlendiğini ve kendisinin talimâtıyla gerçekleştirilen bir operasyon sonucu Pakistan'da ölü olarak ele geçirildiğini, "Adalet yerini buldu" diyerek açıklıyor ve onun cesedinin de ellerinde olduğunu belirtiyordu.   

Obama, ayrıca,  ’B. Amerika, İslam’la savaş halinde değil ve asla da olmayacak..’ da diyordu.

İnanalım mı?

Bu söz hiç inandırıcı gelmiyor..

Çünkü, Obama, Bir kere daha söylüyorum. Bizim problemimiz İslam’la değil.. Başkan Bush’un dediği gibi, bizim mücadelemiz İslam’a karşı değil, teröre karşı.. Bin Laden İslamî bir lider değil!.’  derken sözünün temelini selefi olan USA başkanı’na, Bush’a dayandırıyordu..

Evet, G. W. Bush da gerçi öyle sözler söylemişti, ama, kendi saldırılarının yeni bir Haçlı Savaşı olduğunu da açıkça beyan etmişti; 11 Eylûl 2001’in devrisi günlerde.. ‘Haçlı Seferleri’nin ise, 1095-1270 yılları arasında, 900 yıl öncelerde, müslüman coğrafyasının kalbini nasıl virâneye çevirdiğini tekrara gerek yok.. Ve şimdi tekrarlanan da, gerçekten oydu.

Unutalım mı?

*

ÖLDÜRÜLDÜ MÜ, YOKSA BU DA BİR BAŞKA KURGU MU?

 

Evet, Usâme bin Laden’in artık öldürüldüğü bildiriliyor, emperyalist dünya sevince garkoluyordu.. Ama, Pakistan resmî makamları da Usâme Bin Laden’in öldürüldüğünü teyid ederken;  Pakistan Talibânı ise, Amerika’nın iddiasını yalanlıyor ve Bin Laden’in hayatta olduğunu iddia ediyordu..

Verilen haberlere inanmak açısından Talibân’ı Obama’ya tercih ederdim, amma, iddianın yalan çıkması halinde, sadece önümüzdeki seçimlerde bu gelişmelerden istifade edeceği tahmin olunan Obama’nın değil, bütünüyle Amerikan emperyalizminin ne duruma düşeceği düşünüldüğünde, o öldürülme haberinin doğru olmaması ihtimali, büyük bir risk taşıyacağından, zayıf bir ihtimal olsa gerek..

Gerçi, fotoğraflar üzerinde oynama  yapıldığı iddiaları da ilgi çekici.. Çünkü, Bin Laden’e aid olduğu söylenen ve alnından vurulmuş kafa ve yüz fotoğrafı, bu ihtimali güçlendiriyor.. Çünkü, 10 yıl önceki fotoğraflarında siyah olan sakal, daha sonra ağarmış iken, dünyaya yayınlanan bu resimlerde,  sakalının siyah olması ilginçti..  (Sakalın boyanmış olması ihtimali de mevcud elbette..)

 

DNA testiyle cesedin Bin Laden’e aid olduğunun belirlenmesi mümkün.. Ancak, o laboratuar bulgularının sıhhatinin bile şüphe götürür tarafı daima olacaktır..

Öte yandan, bazı Amerikan makamları Bin Laden’in cesedinin ellerinde olduğunu söylerken, diğer bazı Amerikan makamları da, cesedin Suûdî rejimince kabul edilmemesi üzerine, İslamî usûllere riayet edilerek denizin dibine gömüldüğünden haber veriyor..

Amerikalıların da böyle bir ’kemalist’  yöntemi takib etmesi, ilginç..

Evet, şaşırmayalım.. Bu, ilginç bir ve korkunç bir kemalist metoddur..

1925 Şubatı’nda Diyarbekir ve çevresinde meydana gelen büyük qıyâm esnâsında yakalanıp idâm terimi kullanılarak kanun adına diye öldürülen Şeyh Said’in mezarının gizlenmesi ve keza 1937’de, Dersim’de Seyyid Rıza liderliğindeki isyanın onbinlerce sivil insanın da katledilerek bastırılmasını takiben, Seyyid Rıza ve oğlu da yine idâm denilerek, kanun adına öldürülmekle kalmamış ve cesedleri yakılarak yokedilmiş ve geride bir mezar bile bırakılmamıştı..

Bu kemalist yöntemin, Said-i Nursî’nin 24 Mart 1960’da ölümünden iki ay sonralarda, ona da uygulandığını; cesedinin, 27 Mayıs darbecilerince Urfa’da kısa sürede bir ziyaretgâha dönüşen mezarından çıkarılıp uçakla bilinmeyen bilinmeyen bir yere, -bir iddiaya göre Tuz Gölü’ne ve bir diğer iddiaya göre de Akdeniz’e- atılmış olduğunu (ve o cinayeti işletenlerin başında bulunan Alpaslan Türkeş’in de bu sırrı ifşa etmeden dünyadan ayrıldığını) hatırlayalım..

1950-60 arası 10 yıl iktidarda kalan Başvekil Adnan Menderes ile Dışişleri Bakanı Fatin Rüşdî Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın, 1961’de İmralı Adası’nda yine hukuk adına öldürülmelerinden sonra, cenazelerinin ailelerine verilmeyip, kemiklerinin bile ancak 30 yıl sonra izin verilmesi de yine aynı kemalist mütegallibe zihniyetinin yansıması idi..

 

Emperyalistlerin, hele de müslüman coğrafyalarındaki ziyaretgâh haline gelen mezarların fonksiyonunun gücünü kestirmekte kemalist metodlardan ders aldıkları görülmektedir..  Ki, ayrıca, Amerikan emperyalizminin Irak’ı işgalinden sonraki yıllar boyunca çekilen korkunç cinayet ve acılar, Saddam Huseyn’in bile yüzünü ağartacak bir dereceye geldiğinden, onun doğum yeri olan Tikrit’teki mezarının da bugün bir ziyaretgâha dönüştürüldüğü biliniyor..

Şimdi de; Usâme bin Laden’in mezarının bir ziyaret ve manevî güç yüklemesi yapılan bir yer haline gelmesini önlemek için, geride bir iz bırakılmamaya çalışılıyor..

*

BÜTÜN BU KORKUNÇ EYLEMLERİ SAHİDEN DE BİN LADEN Mİ YAPTIRMIŞTI?

 

Usâme bin Laden, gerçekten de kendisine yöneltilen o korkunç 11 Eylûl 2001 ile, ondan öncesi ve sonrasındaki nice kanlı eylemleri gerçekten de yaptıran kişi midir?

Usame bin Laden, İslam’ı temsil etmediği gibi, elbette ki bir bütün olarak müslümanları da temsil etmiyordu... Ama, müslümanların kahramanlığını benimsediğimiz gibi, yanlışlarını da kabullenmemiz ve sorumluluğumuzu düşünmemiz gerekir.. Çünkü, bir kişi, kendisini İslam’a ve müslümanlara nisbet ediyorsa, onun olumlu-olumsuz herşeyi bizim de hânemize yazılır..

*

Ama, 11 Eylûl 2001 tarihinde, New York’daki İkiz Kuleler denilen Dünya Ticaret Merkezi’ne, yani kapitalist emperyalizmin en büyük sembolüne ve Washington’daki Pentagon’a (USA  Sav. Bakanlığı ve Genelkurmay -Ortak Kurmay- Başkanlığı’na), yani Amerikan militarizminin, askerî gücünün en büyük sembolü olan bir mekâna yapılan saldırıların aslî faili olarak gösterilen Usâme’nin o saldırı ile direkt bağı ve bağlantısı kesin olarak ortaya konulamamış olsa bile, o eylem ona ve örgütüne nisbet olundu..

O korkunç saldırılarda 3 binden fazla sivil insan alevler içinde kavrulmuştu.

Onun İslam adına kabullenilebilecek bir tarafının olup olmadığının cevabını her müslüman vicdanında rahatlıkla verebilir..

Amerikan emperyalizmi, o saldırı ile hiçbir ilgisini ortaya koyamadığı halde, bütün bir Afganistan’ı hedef aldı ve işgal etti ve Sovyet Rusya İmparatorluğu’nun 14 yıl süren işgalinde zâten daha bir harabeye dönmüş olan fakir Afganistan’ı cezalandırmaya kalkıştı, ’ölüyü bir daha öldürdük’  dercesine..

Amerika ve NATO, 11 Eylûl 2001 Saldırıları’nın hayalî bir suçlusu olan Usâme’yi cezalandırmak adına bütün Afgan halkını eziyor, 10 yıldır her türlü mel’aneti işliyor..

Onunla da yetinmeyip, Saddam Irakı’nı da, hem kitlesel imha silahı  ürettiği ve hem de El’Qaide ile işbirliği yaptığı gerekçesiyle işgal etti ve iki milyona yakın sivil insan bu korkunç işgal sırasında öldürüldü ve hâlen de öldürülüyor..

Bütün bu korkunç cinayetler ve insanlık suçları ’misilleme’ diye gösterilerek işlenmişti..

Halbuki, misilleme, adı üstünde, bir saldırıya, aynı cinsten , aynı seviyede karşılık vermektir..

Ama, burada, saldıran taraf belli değil diye, ’asimetrik bir savaş’ var diye, o saldırganı sakladığı varsayılan bütün bir ülke ve onmilyanlarca sivil insan da cezalandırılıyor ve böyle bir misilleme anlayışı da ’asimetrik savaş’ın sonucu olarak gösteriliyordu.. 

 

O acaib ve mantıken çarpık olan misillemeleri yapan Amerikan emperyalizmi ve müttefikleri, şimdi, Bin Laden’in öldürülmesi üzerine, Bin Laden’in lideri olduğu kabul edilen ’El’Qaide’nin de benzer bir misillemede bulunacağından korkuyor..

 

Böyle bir mukabil saldırı olur mu, olmaz mı; kestirmek zor..

Çünkü, geçmişte, faili mechul, bilinmeyen birçok büyük eylemler de ’El’Qaide’ye mal edildi..

Bunların belli-başlılarını şöyle bir hatırlayacak olursak...

 

1993: Somali’nin başkenti Mogadişu’da 18 Amerikan askeri öldürüldü.

Kasım 1995: Suûdî rejiminin başkenti Riyad’da 5 Amerikan askerinin ölümüne yol açan kamyonla bombalama...

Kasım 1995: Pakistan’daki Mısır Büyükelçiliği bombalandı, 17 kişinin öldü.

Haziran 1996: Suûdî Arabistan’ın Hobar kentinde 19 Amerikan askerinin ölümüne yol açan patlama..

7 Ağustos 1998: Amerikan askerlerinin, 1991’deki Irak-Amerika Savaşı’nda,  Amerikan askerlerinin müslüman coğrafyalarına girişinin sekizinci yıldönümünde Kenya’nın başkenti Nairobi ve Tanzanya’nın başkenti Dâr-us’Selâm’daki Amerikan elçilik binaları aynı günde havaya uçuruldu, toplam 260 kişi öldü, binlerce kişi de yaralandı..

20 Ağustos 1998: Amerikan emperyalizmi, o saldırılara  karşılık olmak üzere, Sudan’da kimyasal silahlar üretildiği iddia olunan ve amma, sadece sıradan bir ilaç fabrikası olduğu anlaşılan bir tesisi ve Afganistan’daki El’Qaide eğitim kamplarını bombaladı. Usâme bin Laden’in yakalanması için 5 milyon dolar ödül kondu.

El’Qaide örgütünün isminin dünyaca daha bir tanınmasına vesile olan asıl büyük eylem ise, 11 Eylûl 2001 Saldırıları idi.. Ki, yukarıda işaret olundu...

15 Kasım 2003’de İstanbul’da, 60’a, 7 Temmuz 2005’de Londra’da yine 60’a yakın, 11 Mart 2004’de Madrid’de 200’e yakın insanın ölümüyle sonuçlanan büyük terör eylemleri de ’El’Qaide’ye mal edildi..

Bunlar gerçekten de ’El’Qaide’ tarafından mı gerçekleştirildi, yoksa, bu kadar büyük bir yaygın ve herkes hemen her eylem fraksiyonunun kendisini nisbet etmesi açısından bu kadar yaygın bir teşkilat olduğu için mi, ’El’Qaide suçlandı; bunları kestirmek zor..

Şimdi, Usâme bin Laden’in öldürüldüğü iddia olunduğuna göre, o örgüt çökertilmiş olacak mıdır?

Yoksa, daha geniş misillemelerde mi bulunacaktır?

Ve esasen, Bin Laden’in yardımcısı olan Mısır’lı Dr. Eymen ez’Zevahirî’nin de Bin Laden’den geri kalır tarafı yoktu.. Ve bunca yıllar boyunca, bu örgütte daha pek çok beyinler yetişmiş olmalı..

Çünkü bu örgütün ve imkanlarının , daha doğrusu Bin Laden’in milyarlarca dolar olarak ifade edilen malvarlığının bu çalışmaları yürütmeye yeteceği tahmin edilmekte..

 

’EL BEBEK- GÜL BEBEK’ BİR GENÇLİK DÖNEMİ..

Dünya kamuoyunun daha çok, elindeki kalaşnikofu ve diğer magazin boyutuyla tanıdığı Bin Laden, 1957de Suûdî rejiminin başkenti Riyad’da  Filistin kökenli bir ailenin çocuğu olarak doğmuştu.. Babası Muhammed bin Laden, Ortadoğu’nun en büyük müteahhidlerinden biri olmuştu. Ve Bush Ailesi’yle de büyü milyarlık yatırımları vardı..

Usâme bin Laden, bütün kardeşleri gibi, hep Suûdî prensleriyle birlikte büyüdü, aynı okullarda okudu.

Bin Laden, zengin ailesinin kanatları altında, Avrupa ve Amerika’da yıllarca okuyup yaşadıktan sonra, ideallerini gerçekleştirecek yeni bir dünya aramaya başladı ve Afganistan’da komünist işgale karşı verilen ’cihad’a katıldı.. Elinde bol imkanlar vardı.. Esasen,  kapitalist ve komünist emperyalizmleri arasındaki Soğuk Savaş yıllarında, Sovyetler’in tökezletilmesi için, Afgan mücahidlerine olabildiğince yardım yapan Amerika, her istediği silah karşılığını hemen ödeyen ve yardım dilenmeyen bir Bin Laden’le tanışmıştı..

Ve dikkatleri çekmişti..

Ama, Bin Laden henüz çok genç ve tecrübesiz idi.. Filistin’li Abdullah Azzâm, Afgan cihadında organize edici bir şahsiyet olarak en göze batan isimdi ve cihad teşkilatları arasındaki ihtilafları gidermek için çırpınırken.. Dişliler arasında kaldı ve sonra..

Bin Laden,  ondan sonra daha başına buyruk kaldı ve kendi grubunu oluşturdu ve cihad teşkilatları arasındaki savaşlar şiddetlenince, Talibân’la işbirliğine girişti.. Talibân’ın lideri Molla Ömer’le  akrabalık kurdu, onun kızını alarak.. Ve Bin Laden’in, 300 milyon dolarla 5 milyar dolar arasında değişen servetinin her ikisi de, Afganistan için oldukça büyük bir kaynak teşkil ediyordu..

Usâme, Arab ülkeleri ve Afganistan’ı ’lidersiz ülkeler’ ve kendisini de  ülkesiz bir lider’ olarak görüyor ve mücadelesiyle, bütün bu ülkelerin liderliğine oynuyor gibi bir görüntü veriyordu..

Usâme Bin Laden, Afganistan’da  binlerce ’mücahid’e komuta ettiği o dönemi, "İki yılda cephede yaşadıklarımı, başka yerde 100 yılda yaşayamazdım" diye anlatır. Hatırlayalım ki, kapitalist emperyalizmin emrindeki dünya medyası, bütün Afgan mücahidleri gibi Bin Laden’i de o zamanlar "özgürlük savaşçısı" olarak adlandırıyordu.

Ve, Bin Laden gibi binlercesi de , 1979'dan itibaren Afgan Savaşı sırasında, Sovyetler’e ve Afganistan’daki yerli / kukla komünist rejimin güçlerine karşı savaşırken, Amerikan istihbaratınca da, "Afganistan'daki en iyi savaşçılar" olarak övülüyordu.

Daha sonra ise, Bin Laden, kontrol edilemez bir duruma gelip namluyu Amerikan emperyalizmine de çevirince, terörist ilan ediliverecekti, tabiatiyle..

 

"İNANCIMI KORUMAK TERÖRİSTLİKSE, BUNDAN ONUR DUYARIM!"

1980-88 arasında İran İslam Cumhuriyeti’ni yere sermek için, hemen bütün arab rejimleri ve, Amerika ve Sovyet Rusya dahil, bütün emperyalist güçlerin, tam desteğine sahib olan Irak lideri Saddam, Ağustos-1990 başında da Kuveyt’i işgal ve ilhak edince, artık düşman olarak görülmeye başlanmıştı ve Suûdî rejimi,  Saddam’ın kendisine de saldırabileceğinin korkusuyla sınırlarının korunmasını Amerika’dan istemeye hazırlanıyordu.. Usâme bin Laden, o zaman, bu vazifenin kendisine verilmesini istedi. Kral Fahd bu çağrıya kulak asmadı ve Amerikan askerlerini çağırdı.

Usâme bin Laden’le Suûdî arasındaki ipler böylece tamamiyle koptu.. Ve Afganistan'a döndü.. Bir ara, Sudan’a da gitti, büyük yatırımlara girişti.. Bu arada, müslüman coğrafyalarındaki kukla rejimlere ve onların perde arkasındaki efendilerine karşı mücadeleyi de sürdürmeye çalışıyordu..

Nitekim, Londra'da arabça yayınlanan El’Quds-el’Arabî gazetesinde 23 Şubat 1998'de, Şeyh Usâme bin Muhammed Bin Laden, Mısır Cihad örgütü lideri Eymen ez’ Zevahirî, Mısır İslamî Cihad örgütü lideri Ebu Yâsir Rifaî, Pakistan Cemiyet-ul’Ulemâ yöneticisi Şeyh Mîr Hamza ve Bangladeş Cihad Hareketi lideri Fazl’ur’Rahman’ın, ’Dünya İslam Cephesi’ adı altında ortaklaşa yazdıkları bir fetva yayınlandı. Fetvada, "Mescid-i Aqsâ ve Mekke’yi işgalden kurtarmak ve ordularını İslam topraklarından söküp atmak için, Amerikalıları ve onların müttefiklerini, hangi ülkede mümkünse orada öldürmek, her Müslüman için farzdır." deniliyordu.

Böylece, Mekke’yi de ’işgal altında’ nitelemek sûretiyle, Suûdî rejimi de, Amerikan emperyalizmi gibi, hedefe oturtulmuştu.. Ama, adı artık, mücahidlikden teröristliğe kaymıştı..

Bin Laden, 1996'da bir röportajında, "İnancımı korumak teröristlikse, bundan onur duyarım" demiş ve eklemişti "Asıl yüzbinlerce Iraklı çocuğun ölümü, Filistinlilere yapılanlardır, terörizm".

Bin Laden'in, mücadalesine tahsis ettiği ve yüzmilyonlarca, hattâ milyarlaca doları bulduğu söylenen serveti ve radikal İslamî gruplar ile bağlantısını daha da güçlendirmiş olabilir..

 

YAKÎNEN BİLİNMEYEN BİR KİMSEDEN, EMPERYALİSTLERİN HATIRI İÇİN

NEFRET ETMEK VE ONUN KATLİNE SEVİNMEK, BİR MÜSLÜMANA YAKIŞIR MI?

 

Tekrar edelim, Usâme bin Laden’in öldürülmüş olması mümkündür..

Her yaptığını tasvib etmesek bile, sırf emperyalistler söyle istiyor diye veya onların hoşuna gidecek şekilde, Bin Laden’i suçlamanın hiç bir müslümana şeref kazandırmayacağı açıktır.

Onun niyeti doğru olabilir, ama, çaresizlik içinde başka çıkar yol bulamadığı için, mecburî tek istikametli bir yolu tercih etmiş olabilir.. Ya da, geçmişte, her türlü silahlı mücadele tecrübesine sahib bir güç odağını bertaraf etmek isteyen emperyalist karar mekanizmalarının cenderesine düşmemek için, böyle bir mücadele yolu da seçilmiş olabilir..

Ancak, bu gibi kişilerin yaptıkları elbette ki İslam’ı bağlamaz. Ama, biz müslümanları bağlar.. Çünkü, kahramanlığını sahiblenebileceğimiz kimselerin hataları varsa, müslümanlar olarak onları da sahiblenmeli ve aynı hataların tekrarlanmaması için iyi tahliller yapabilmeliyiz..

Bu vesileyle belirtmeliyim ki, Fethullah Hoca, geçmişte, ’Dünyada en nefret ettiğim kişi Usâme bin Laden’dir..’ demişti ve onu, bu sözlerinden dolayı o zamanlar ayıplamıştım.. ’Amerika’nın himayesinde olduğu için, böyle bir söz söylemiştir..’ diyenlere de, bu gibi mazeretlerin o kişiyi ancak küçülteceğini hatırlatarak.. Çünkü, ’bulunduğumuz sosyal çevredeki başkaları lanetliyor’ diyerek, oradaki egemen güç odaklarını memnun etmek için, bizim de koroya katılmamız, bir müslümana yakışmaz.. En azından susulabilirdi, susulmalıydı..

Şimdi de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Avusturya’yı resmen ziyaret için yola çıkarken, 2 Mayıs sabahı, yaptığı ilk açıklamada, bu haberden dolayı memnuniyetini belirtti..

Bu gibi sözlerin diplomasi gereği diye te’vil edilecek tarafı yoktur ve ona da yakışmamıştır..

Susmak da diplomatik bir çözüm yoludur..

 

Şunu da hatırdan çıkarmamalıyız ki, kişiler önünde-sonunda öleceklerdir, ama, zihniyetler, kişilere nisbetle çok daha uzun ömürlüdür..

Nemrud ve Fir’avunlar, Ebu Cehl ve Ebû Leheb’ler ve Yezid’ler, M. Kemal’ler, Churchill’ler, Hitler ve Stalin’ler, Mao’lar, Şah’lar, Saddam’lar, Pol Pot’lar, vs. hepsi öldü.. Kimisinin ölümü üzerinden onlarca, kimisi üzerinden yüzlerce ve binlerce yıl geçti..

Ama, onların zihniyetleri yaşıyor..

Aynı şekilde, Hz. Musa da, Hz. İbrahîm de, Hz. İsâ da, Hz. Resul-i Ekrem (S) de, bu dünyadan çekileli asırlar geçti; ama, onların has ve hâlis takibçileri de yollarında devam ediyor..

Bu bakımdan, bugün Usâme bin Laden’i öldürdük diye veya onun öldürülmüş olmasına sevinenler, yarınlarda, o’nun ve benzerlerinin zihniyetlerinin devam ettiği gerçeğiyle karşılaşabilirler.. Esasen,  bu gerçeği onlar da bildiğinden, Bin Laden’in takibçileri adına yapılabilecek  misillemelerden korkuyorlar.. Şurası açıktır ki, Amerikan emperyalizmi gibi bir güç oldukça, Usâme bin Laden  etrafında şekillendirilen efsane de gerçek ise, o veya benzerleri de yine zuhûr edecektir.. Çünkü her güç odağının bir karşı da mutlaka zuhûr eder, tabiatta boşluk olmaz..

Bu anlayış için,de, Usâme bin Laden eğer dünyamızdan ayrıldıysa; Allah’u Teâlâ’nın, kulları hakkındaki her türlü tasarrufunun rahmet olduğunu da unutmayarak, rahmet-i ilahî’nin onu da kuşatacağı gerçeğini hatırlamak yerinde olacaktır..