SİYASET ÜZERİNE-2

SİYASET ÜZERİNE-2


SİYASET, NİYET VE HİZMET

            Bir önceki yazımızda, yönetme hırsından söz etmiştik.

            Bu hırsın tezahürlerini şu sıra devam etmekte olan milletvekili seçimleri sürecinde gördük, görüyoruz, göreceğiz.

            Bu kadar çok aday adayının çıkmasının sebebi nedir? Tam 351 aday adayı. Öyle bir furyaya dönüştü ki ondan kat kat fazlasının da içi gitti. “Ah param olsaydı da, ah şartlarım tutsaydı da ben de müracaat etseydim” diye yanıp tutuşanlar... (Tabii şimdi açıklanan listeleri görünce “iyi ki de etmemişim” diye seviniyorlardır.)

Herkesin günahını almayalım ama “hizmet, Allah rızası, halkımın isteği” söylemleri ne kadar inandırıcı?

            Birbirinden çok farklı ideolojik geçmişten gelen insanların kendi fikriyatı doğrultusundaki partilerden değil de, iktidar olması beklenen partiden adaylığa soyunmasının sebebi nedir?

            Kaç dönemdir milletvekili olduğu partiden aday gösterilmeyince küsen, rakip partilere geçen veya bağımsızlığa müracaat eden zihniyetin geri planında ne var?

            Milletvekilliği makamı, para, şöhret, rant kapısı olmasa, o kadar geniş yetkileri olmasa, kendini, ailesini, akrabasını, aşiretini ihya makamı olmasa bu kadar talep olur mu?

            Bu soruların cevapları bazı kimseleri hiç ilgilendirmiyor. Onlar hedefe kilitlenmiş. Kimin ne dediği umurlarında değil. İlkeli olmak, tutarlı olmak, inandırıcı olmak, onlar için bir şey ifade etmiyor. Siyaset böyle bir şey onlara göre. Ve böyle davranmak akıllılık.

Ama inanmış ve inancının mücadelesini verenler için böyle mi olmalı? Onların kendi  içlerine yönelmesi ve bu arzunun arka planındaki niyetlerle yüzleşmesi gerekmiyor mu?

Siyaset, inanan insan için uhrevi açıdan hem büyük bir imkan, hem büyük bir risk ve sorumluluk.

Adil olmak kolay mı? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumak kolay mı? Yememek ve yedirmemek kolay mı? O görevin hakkını vermek kolay mı?

O geniş yetki ve imkanların, o ilgi ve iltifatların, o övgü ve alkışların karşısında başı dönmemek, kibirlenmemek, haddini bilmek, alçakgönüllü olmaya devam etmek, insanlığını kaybetmemek kolay mı?

“Bir kavmin efendisi ona hizmet edendir” diyerek kavmine ayakta hizmet eden; karşısında heyecandan titreyen bir adama, “Korkma! Ben kral değilim, Kureyş’ten kuru ekmek yiyen bir kadının oğluyum” diye onu rahatlatan; bir meclise geldiğinde boş bulduğu yere oturup üst başa geçmeyen; kendisi için ayağa kalkılmasını istemeyen, elinin öpülmesine müsaade etmeyen bir Peygamber’in ümmetinden olma iddiasındaki kimselere bunlardan daha ala referans olur mu?

“Dicle’nin kıyısında bir kurt bir kuzuyu kaparsa Allah benden hesabını sorar” diye uykuları kaçan; devletin mumunu kendi özel işinde kullanmayan; kendisinden sonra oğlunu halife yapmak isteyenlere “bir aileden bir kurban yeter” diyen Hz. Ömer’in yaklaşımı bir şey ifade etmeli değil mi?

Başarısının zirvesinde iken komutanlıktan alınınca bunu sorun yapmadan kabullenen Halid Bin Velid’in tavrı üzerinde durup düşünmeli değiller mi?

“Allah kibirlenenleri sevmez.” Ayet-i kerimesi ile “Kalbinde zerre kadar kibir olan cennete giremez” Hadis-i şerif’i yeterince uyarıcı değil mi?

Söz konusu hizmetse eğer, bunun tek yolu milletvekilliği değil ki?