SIR SAKLAMA ADABI
Soru: Hocam yakınlarımızın ve dostlarımızın sırlarını korumak ne kadar önemlidir? Sorumluluğu nedir?
Cevap: Sır saklama bir güzel ahlak ilkesi olduğu kadar, aynı zamanda İslamın adabındandır. İnsan sır saklamakla mükelleftir. Sırrın sahibi izin vermedikçe o sır başkasına anlatılmaz. Sırları faş etmek sözünde durmamakla eşdeğerdir. Cenab-ı Allah Kuranda...Verdiğiniz her sözü yerine getirin; çünkü verdiğiniz her sözden hesap gününde mutlaka sorguya çekileceksiniz.[1] Buna göre sır saklamakla yükümlü bulunan bir kimse, verdiği sözü yerine getirmekle mükellef olduğunu da unutmamalıdır. Eğer kendisine emanet edilen sırrı faş edecek olursa sözünde durmamış olur ki, bu da münafıkların alametlerinden birisidir.
Ancak dostların sırlarını saklamaktan önce Müslüman kendi ailesinin sırlarını aşırı derecede koruma altına almalıdır. Ebû Saîd el-Hudrî (ra)den rivayet edildiğine göre Resûlullah (s) şöyle buyurdu: Kıyamet gününde Allah Teâlâya göre en fena insan, karısıyla mahremiyetini paylaştıktan sonra onun sırrını ifşâ eden kimsedir.[2] Aile arasındaki sırları saklama emri Kuranda da ifadesini bulmuştur. Allah şöyle buyuruyor: Brbirinizden çok sağlam sözler almıştınız (Nisa, 4/21) Birbirine sağlam söz verenler sırlarını nasıl faş edebilirler?
Hz. Peygamberin (s) aile sırı ile alakalı hadisinden de anlaşılacağı gibi en önemli sır aile mahremiyeti sırrıdır. İslam aile mahremiyetine büyük önem vermiş ve bunun korunmasını istemiştir. Bundan dolayı hadiste, aile sırını ifşa eden kişi en şerli olan kimse olarak nitelendirilmiştir.
Abdullah İbni Ömerden (ra) rivayet edildiğine göre Hz. Ömer, kızı Hafsanın dul kaldığı zamandan bahisle şunları anlatıyor:
Osman İbni Affân ile karşılaştım ve ona Hafsadan söz ederek İstersen kızım Hafsayı sana nikâhlayayım dedim. Osman ise, Hele bir düşüneyim cevabını verdi. Aradan birkaç gün geçtikten sonra tekrar karşılaştığımızda Osman bana, Şimdilik evlenmeyi düşünmüyorum. dedi. Sonra Ebû Bekire rastladım. Ona da, İstersen sana kızım Hafsayı nikâhlayayım dedim. Ebû Bekir sustu; ağzını açıp da bir söz söylemedi. Bu sebeple ona Osmana gücendiğimden daha fazla gücendim. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Hafsaya Nebiyy-i Ekrem (s) talip oldu. Ben de kızımı ona nikâhladım. O sıralarda Ebû Bekirle karşılaştığımızda bana, Hafsayla evlenmemi istediğin, benim de sana cevap vermediğim zaman herhalde bana gücenmişsindir dedi. Ben de Evet, diye cevap verdim. Bunun üzerine Ebû Bekir şunları söyledi:
Bana bu konuyu açtığında sana bir cevap vermeyişimin sebebi, Hz. Peygamberin (s), benim bulunduğum bir mecliste Hafsa ile evlenmekten söz etmesiydi. Elbette Resûlullahın sırrını ifşâ edemezdim. Şayet Nebiyy-i Ekrem (s) Hafsa ile evlenmekten vazgeçseydi, seve seve onunla evlenirdim.[3]
İstitradî olarak şunu ifade edeyim ki, Hz. Ömerin bu teklifi günümüzde ayıp gibi karşılanabilir. Oysa hayırlı ve faziletli gördüğü birine kızıyla, kardeşiyle veya bir yakınıyla evlenme teklifinde bulunmak İslam büyüklerinin adetlerindendir. Her konuda olduğu gibi evlenme konusunda da sır bir emanettir. Bu emanete hıyanet etmemek gerekir.
Hz. Âişe validemiz (ra) şöyle dedi:
Peygamberin (s) hanımları onun yanında otururlarken Fâtıma tıpkı Resûlullah (s) gibi yürüyerek çıkageldi. Resûli Ekrem onu görünce sevindi ve merhaba kızım diyerek sağ veya sol yanına oturttu. Sonra Fâtımanın kulağına bir şeyler fısıldadı. Fâtıma yüksek sesle ağlamaya başladı. Onun aşırı üzüntüsünü görünce kulağına bir şey daha fısıldadı. Bu defa Fâtıma güldü. Ben Fâtımaya, Hanımları yanındayken Resûlullah (s) sadece sana bir sır verdi; sen de ağladın. Rasûlullah (s) sana ne söyledi? diye sordum. Fatima, Resûlullahın (s) sırrını kimseye söyleyemem dedi.
Resûlullah (s) vefat edince, Senin üzerindeki analık hakkıma güvenerek Resûlullahın o gün sana verdiği sırrı bana söylemeni istiyorum dedim. Bunun üzerine Fâtıma, Şimdi olabilir dedi ve şunları söyledi: Resûl-i Ekrem kulağıma ilk defa bir şey söylediğinde, Cebrâilin nâzil olan Kuran âyetlerini baştan sona okumak üzere her yıl bir veya iki defa geldiğini, fakat bu yıl aynı maksatla iki defa geldiğini söyledi ve Ecelimin yaklaştığını anlıyorum; Allaha karşı saygıda kusur etme ve sabırlı ol! Benim senden önce gitmem ne iyi! buyurdu. Bunun üzerine gördüğün gibi çok ağladım. Benim çok üzüldüğümü görünce, kulağıma tekrar bir şeyler fısıldayarak: Fâtıma! Mümin hanımların hanımefendisi olmak istemez misin? buyurdu. O zaman da gördüğün gibi güldüm.[4]
Enes İbni Mâlik ona şunları anlatır: Ben çocuklarla oynarken Resûlullah (s) yanıma geldi; bize selâm verdi ve beni bir işe gönderdi. Bu sebeple annemin yanına geç döndüm. Eve varınca annem, Niye geç kaldın? diye sordu. Ben ise, Resûlullah beni bir işe göndermişti; onun için geciktim dedim. Bunun üzerime Annem, Neymiş o iş? diye sorunca, Bu bir sırdır, Resûlullahın sırrıdır dedim. Bunun üzerine Annem, Aferin oğlum, sakın Resûlullahın sırrını kimseye söyleme! dedi.[5]
Görüldüğü gibi sır saklama konusunda iki değerli şahsiyetle karşı karşıyayız: Biri çocuk denecek yaşta Enes b. Malik, bir diğeri de annesi Ümmü Süleymdir. Şu ahlaka bakın ki, annesi Söyle oğlum, annen yabancı mı? Resûlullah sana ne dedi, de bakayım demiyor, onun yerine, sır saklama konusunda oğluna nasihat ediyor. Kuşkusuz ki, her ikisi de bu terbiyeyi Rsûlüllahtan (s) almışlardı.