SARAYBOSNA
Risale-i Nur sempozyumu için Uluslar arası Saraybosna Ünivesitesinin davetlisi olarak Bosna-Hersek’e gitmiştim. 23-26 Mart tarihleri arasında Saraybosna’daydık. Dikkatimi çeken şeyler şunlar:
Yugoslavya’nın 1990’da yıkılmasıyla birlikte, birliği oluşturan Sırbıstan, Bosna, Hırvatistan, Makedonya ve Kosova bağımsızlıklarını ilan etmişler. Ancak Yugoslavya devletinin merkezî otoritesi Sırpların elinde olduğu için polis ve Askerî gücün önemli bölümü de onların elindeydi. Boşnaklara devlet idaresinde hemem hemen hiç yer verilmemişti. Bu yüzden Yugoslavya yıkılır yıkılmaz Sırplar, Balkanları Müslümanlardan temizlemek için harekâta geçtiler ve büyük bir mezalim yaptılar. Dört yıl boyunca Müslüman Boşnaklara ağır silahlarla saldırdılar, 150 binini şehit edip 150 binini de göçürdüler. 2,5 milyon Boşnağı öldüremeyeceklerini bildikleri için tehdit ve bıktırma politikasıyla onları göçürmek istediler.
Ancak Sırpların hesap edemedikleri bir şey vardı: Aliya İzzet BEGOVİÇ… Bu kahraman insan Boşnakların önüne düşitü; onlarda azalmış bulunan direniş ve cihat ruhunu yücelterek Boşnakları kısmen de olsa mezalimden kurtardı. Aliya İzzet Begoviç hem bir bilge adam hem de bir halk kahramanıydı.
Saraybosna’da dolaşırken, her yerde Vahşi Sırpların uyguladıkları tek taraflı savaş izlerini görmek mümkündür. Kurşunlanan evler, terk edilmiş villalar, metruk bahçeler, kolsuz insanlar… Bunlar Saraybosna’da sık görülen manzaralar…
Tek taraflı savaş diyorum; çünkü silahsız ve eli-kolu bağlı insanlarla misket bombalarını atan tanklarla ve modern ölüm makineleriyle saldırmak bir savaş değil, bir katliamdır ve tek taraflı bir soykırımdır.
Saraybosna’nın simgesi haline gelen huzur evinin öyküsü çok ilginç. Çarşının tam ortasında, beş katlı bir binada yaşayan yaşlıları, önce tanklarla bombalamışlar. Oraya buraya kaçan yaşlılardan bazıları ölmüş bazıları da kuytu yerlere sığınmışlar. Bu kez binaya giren Sırplar savunmasız yaşlıları teker teker öldürerek cansız bedenlerini ana caddeye atmışlar. Amaçları Boşnakların gözünü korkutmak…
Nato 1995 yılında Sırpların zulmüne DUR dediği zaman vakit bir hayli geçti. 150 binden fazla insan şehit olmuş, 150 binden fazla insan da hicret etmişti. Yaralı ve sakatların sayısı ise tam bilinmiyor. Nato müdahele edinceye kadar Saraybosna, Mostar ve Srebrenitta kentleri çoktan hayalet kentler haline gelmişlerdi. Ama her şeye rağmen Nato’nun müdahelesi olmasaydı Sırplar bugüne kadar da savaşı sürdürürlerdi. Nihayet Sırp yöneticiler savaş suçlusu olarak yakalanıp adalete teslim edilmişlerdir.
Saraybosna’nın Başçarşı denilen kent merkezine gittiğimde kendimi Haşimiye’de, Maraş Ulucamisinin çevresinde, İstanbul Fatih’te, ya da Ankara Taceddin dergâhında sandım. Saraybosna her şeyiyle bir Osmanlı kenti; adeta küçük bir İstanbul gibi… Gazi Husrev Camii, Fatih camii ve çarşı camii… İstanbul kahvesi, Fatih lokantası, Sultan hamamı ve diğerlerini de unutmamak lazım.
Fakat Saraybosna’dan savaşın izlerini silmek kolay olmayacaktır. Bosna-Hersek devleti biri Sırp, biri Hırvat ve birisi de Boşnak olmak üzere üç şahıs tarafından idare ediliyor. Birleşmiş milletlerin kararı böyle… Kuşkusuz bu koalisyonun ülkeye faydası olmayackatır. Tıpkı bizdeki Ana-Sol-D koalsiyonu gibi… Yollar bakımsız ve dar, insanlar fakir ve moralsiz… Gençler yorgun ve ümitsiz… Devlet ekonomik kriz içinde… Oraya vardığımız günlerde Bosna Havayolları iflas etmişti… Ama Boşnaklar çok efendi, çok bakımlı ve çok saygılı insanlar… Hepsi birer İstanbul beyefendisi… Onlar bizden maddi-manevi yardım bekliyorlar.
Aliya İzzet Begoviç’ten sonra onun yerini dolduracak bir yiğit henüz yok… Vefat ederken de mesaj dolu vasiyetini bırakmış, demiş ki: “Beni şehitlerin arasına defnedin. Mezarımın üzerine bina yapmayınız.” Onun mezarına gittik, Fatiha okuduk; aynen dediği gibi olmuş; mezarı sıradan bir mezardı. Sadece tanınsın diye üzerine çapraz bir kemer yapılmış, o kadar. Allah rahmet eylesin; mekanı cennet olsun…