SAİD ÖZDEMİR VE RİSALE-İ NURLARIN SADELEŞTİRİLMESİ

SAİD ÖZDEMİR VE RİSALE-İ NURLARIN SADELEŞTİRİLMESİ

 

Dört yıl önce Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi konusu hep gündemde tutuldu. Bazı betbahtlar sadeleştirdiler. Said Özdemir Ağabeyin açıklık getirdiği konuların başında sadeleştirme geliyor. Gençler daha iyi anlasınlar diye gençlik rehberini sadeleştiren bir talebesine üstadın söylediklerini şöyle naklediyor:

Üstad o talebesini çağırmış, “Gel otur seninle muhakeme olacağız” demiş. Sonra diğer Ağabeyleri de çağırmış, “siz hakem olun” demiş. Üstad demiş ki: “Bakın ben bu kelimeyi koymuşum. Bu zat, kelimeyi Arapçaveyahut anlaşılmaz deyip kaldırmış, başka bir kelime koymuş.Benim koyduğum cümlenin manası bu tarafa, onunki öbürtarafa gitmiş. Manalar birbirini tutmamış

Üstad gençlik rehberinde bunun gibi birkaç tane örnek gösterdikten sonra o talebesine şöyle der:

 “Bozmuşsunkardeşim.  Vallahi ben dahi elleyemiyorum. Bunlar âlem-i manada ilhamen, sünuhât olarak yazdırılıyor. Eğer sen bununeşredersen benim ismimi koyamazsın. Ancak kendi isminikoyabilirsin

Aslında üstadın bu uyarısı çok ağırdır. “Ben dahi elleyemiyorum… Bu şekilde neşredersen benim ismimi koyamazsın.” şeklindeki ağır uyarıları işiten bir nur talebesi nasıl olur da Risale-i Nurları sadeleştirmeye kalkar? Aslında Üstad, sonradan çıkacak olan bu tür olumsuz çabalara önceden cevap vermiştir. Şöyle diyor:

Resail-in Nur'un mesaili; ilim ile, fikir ile, niyet ile ve kasdî bir ihtiyarla değil; ekseriyet-i mutlaka ile sünuhat, zuhurat, ihtarat ile oluyor. (Kastamonu Lahikası, 26)

Hele hastalar Risalesinde 6. devanın iki defa yazılmasına müdahale etmemesi “Belki bir sır vardır” diye ilişmemesi, Risale-i Nur’u sadeleştirmek isteyenlere çok ciddi bir uyarıdır.

Üstadın şu sözünü de nakledeyim. Şöyle der:

“Lafızperestlik nasıl bir hastalık ise, öyle de suretperestlik, üslupperestlik ve kafiyeperestlik de, şimdi fil-cümle, ileride ifratla tam bir hastalık ve manayı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır

 

 Üstadın bu son sözü de, manayı lafızlara feda eden sadeleştirmecilere çok çok ağır düşer.  Said Ağabeyin sadeleştirme ile ilgili olarak Üstad’tan naklettiği hatırayı bir daha düşünelim. Üstad gençlik rehberini sadeleştiren talebesine, “Bozmuşsun kardeşim, Vallahi ben dahi elleyemiyorum” demişti.

Biz de sadeleştirme heveslilerine, “Bozmuşsunuz beyler, Vallahi bozmuşsunuz” demekle iktifa ediyoruz.

Evet, bozmuşlar, çünkü Risale-i Nur Kur’an’ın hakikatlerinden telemmu etmiş en yüksek bir ders-i imaniyedir.

Sadeleştirme ise Risale-i Nur’daki kudsî mazhariyetleri kırar, döker.

Hakaik-i Kur’aniyenin feyzini uçurur, elfazın letafetine zarar verir, hüsün ve cemalini zayi eder.

 Sarih mananın maverasındaki işari, remzî ve telmihî mana tabakalarına perde çeker.

Risale-i Nur’un hakiki hüsün ve cemalini incitir, hatta derin manaları basitleştirir.

Unutmayalım ki, Risale-i Nurlarların hizmete taalluk eden yönleri bir yana, bu eserler Türk diline kazandırılmış ve bir üslûb-u âliyeye sahip klasik eserlerdir. Şekspir İngiziler için ne ifade ediyorsa, Risale-i Nurlar da Türkler için bunu ifade eder. Sadeleştirme, hiç şüphesiz bu âli üslubu tebdil ve tahrif eder.

Çünkü eserdeki mevzu ne kadar yüksek hakikatleri anlatıyor olsa bile, üslubun libasları sadeleştirme ile bozulduğu zaman, kalb, ruh, sır ve diğer letaifler hissesiz kalırlar.

 İşte Haşir Risalesini kendi müellifine 500 defa okutan sır, bu üslub-u âliyedir.

 Sadeleştirme ise kelamın camiiyetine, lisanın selasetine, nazmın cezaletine ve mananın belagatine büyük zarar verir.