Said Nursi'nin ilk kez gün ışığına çıkan mektubu
Bediüzzaman Said Nursî'nin hiç yayımlanmamış olan Arapça bir risalenin sonuna yazdığı mektubu, Konya'da bir tefsir kitabının içinden çıktı. Bediüzzaman mektubunda, "Birimiz dünyada, birimiz berzahta dahi olsa görüşmeye mani yoktur" diyor.
Üstad Bediüzzaman, mektubunda talebelerine aralarındaki münasebet maddî ve cismânî kayıtların üzerinde olduğu için biri şarkta, biri garbda, biri dünyada, biri berzahta dahi olsa görüşmeye engel olmadığını ve Risale-i Nûr'un sayfalarında buluştuklarını söylüyor.
Siz benimle görüşmek sohbetini ve zeminini Risalelerin sahîfelerinde bulduğunuz gibi ben de aynen o mübârek sahîfeler menzillerinde sizinle tatlı görüşüyorum. Evet mabeynimize münasebet maddî ve cismânî kayıtların fevkınde olduğundan biri şarkta, biri garbda, biri dünyada, biri berzahta dahi olsa görüşmeye, sohbete mani perdeleri kaldırabilir." Bu satırlar, Üstad Bediüzzaman'ın Arapça bir risalenin sonuna yazdığı mektuptan. İlk kez gün yüzüne çıkan mektup, Konya'da bir tefsir kitabının içinde bulundu. Üstad, bu veciz ifadeleri, Risale-i Nur talebelerinin evlerine yapılan bir baskının ertesinde kaleme almış.
Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursî (1878-1969), Nur talebelerine, "Bahtiyar olunuz. Bir hiss-i kable'l-vukû ile on sene evvel sizlerin kendime pek büyük bir faide-i diniyyede ve azim bir fedakârlıkta bulunacağınızı biliyordum. Yüz bin şükr-i tam yapınız. Siz benimle görüşmek sohbetini ve zeminini Risalelerin sahifelerinde bulduğunuz gibi ben de aynen o mübarek sahifeler menzillerinde sizinle tatlı görüşüyorum." buyurmuş. Bu cümleler, Üstad'ın yeni ortaya çıkan bir mektubunda geçiyor. Konyalı sahaf Muhammed Doğan'ın bulduğu mektup, yakın zamanda vefat eden Ali Rıza Düğür Hoca'nın kitaplarının arasından çıkmış. Said Nursî, Fahreddin Razi'nin Tefsir-i Kebir'i arasında bulunan mektubunda, talebelerine sabırlı olmalarını tavsiye ediyor.
Mektup, Arapça bir risalenin sonuna yazılmış. Üstad Bediüzzaman, bir Nûr şakirdi tarafından yazıya geçirilen risalenin sonundaki duaya kendi eliyle Risale-i Nûr talebelerini de ilave edip altına mektubu yazmış. Kırmızı mürekkeple başlayan mektup, mavi mürekkeple devam etmiş. Kağıtta yine Üstad'ın el yazısıyla bir haşiye ve Arapça risâlenin başına yazılmasını istediği bir not da yer alıyor. Bir kâğıt üzerine arkalı önlü kaleme alınan risâle ve mektubun, kâğıdın katlanmasıyla meydana gelen dörtte birlik bölümü zayi olmuş. Zayi olan bölüm, risalenin yazılı olduğu kısma ait.
Küçük Lütfü, Küçük Ali, Küçük Hüseyin
Bir taharrî (ev araması) hadisesinden sonra kaleme alındığı anlaşılan mektupta Küçük Lütfü, Küçük Ali ve Tevfik isimleri de geçiyor. 1907 doğumlu olan Küçük Ali, 1974 yılında Isparta'nın Atabey ilçesinin Kuleönü köyünde vefat etti. Nur Risaleleri'nin muhtelif yerlerinde mektupları yer alan ağabeyi de kendisi gibi Nur talebesi idi. 26. Lem'a'nın 12. Rica'sında 'Kuleönülü Mustafa' diye bahsi geçen zat, Küçük Ali'nin ağabeyidir. Kuleönülü Mustafa, Nur Risaleleri'nin yazılarak çoğalmasında güzel hattıyla büyük hizmetler görmüştü. Bediüzzaman Said Nursî, Mustafa'nın 'Sallabacak' olan lâkabını 'Sarıbıçak Mustafa' diye değiştirmiş. Büyük ruhlu Küçük Ali'nin yazmış olduğu Cevşen'in sonuna Bediüzzaman şu duayı yazmış: "Yâ Erhame'r-Râhimîn! Celcelûtiye'deki İsm-i Âzam hürmetine, bu nüshayı yazan mübarekler kahramanı Küçük Ali'yi hizmet-i imaniyede muvaffak ve Cennette mes'ud eyle. Âmin, âmin, âmin..." Küçük Ali, bu cümlenin arasına, "Üstadım Said'i" diye yazarak, Üstad'ının yazdığı duaya, onu da dâhil etmiş.
İşte o mektup:
Bismi men tüsebbihu lehü's-semavatü ve'l-ardu ve men fîhinne ve in min şey'in illâ yüsebbihu bi hamdih.
(Göklerin, yerin ve içindekilerin kendisini tesbih ettiği Zâtın adıyla. Her şey onu hamd ile tesbih eder.)
Aziz kardaşlarım; Risale-i Nûr'un hamisi Kur'ân-ı Hakîm'dir. Bu defaki taharrî sizleri ihtiyâta sevk etmek için bir
ikazdır. Merak etmeyiniz. Fakat müteyakkız davranınız. Ben merhum Küçük Lütfü yerine Küçük Ali'ye tam bir arkadaşın çıkmasını bekliyordum. Ve vakıa işaret ediyor ki Küçük Hüseyin, Küçük Lütfü'nün makamını boş bırakmamış. Bu vakıada iki mübarek matfalara ve iki kıymetdar elmas kalemli kardaşlara bir zarar olmasa ve Tevfik veya ellerindeki Risalelere bir ziyan gelmese bu hadiseye merak edilmemeli. Yalnız daha ziyade ihtiyat edilmeli. Cenâb-ı Hakk'a hadsiz şükür olsun. Sizlere de ey kıymetdar arkadaşlarım hadsiz rahmet ve bereket gelsin. Tenekeniz dolu meyve-i cennet-i firdevs olsaydı bu kadar mesrûr ve memnûn olurdum. Bahtiyâr olunuz. Bir hiss-i kable'l-vukû ile on sene evvel sizleri kendime pek büyük bir fâide-i diniyyede ve azîm bir fedakârlıkta bulunacağınızı biliyordum. Yüz bin şükr-i tam yapınız. Siz benimle görüşmek sohbetini ve zeminini Risalelerin sahîfelerinde bulduğunuz gibi ben de aynen o mübârek sahîfeler menzillerinde sizinle tatlı görüşüyorum.
Evet mabeynimize münasebet maddî ve cismânî kayıtların fevkınde olduğundan biri şarkta, biri garbda, biri dünyada, biri berzahta dahi olsa görüşmeye, sohbete mani perdeleri kaldırabilir. Umum sebatkâr kardaşlarıma binler selam. Dualarınızdan büyük istifadesini katî hisseden ve duanıza muhtac aciz kardaşınız Said el-Nursî.
Haşiye:
Eskiden beri hissediyorum ki Risale-i Nûr'da bir harika ruh var. O ruhu bulmak için ruh ihtiyarsız hareket ediyordu. O ruh çok sûretler değiştirdi. Hatta Risâle-i Hasbiyye ve Münâcaat ve Âyetü'l-Kübra gibi çok risalelerde temessül etti. Şimdilik bu son sûrettir.
Samet Altıntaş / ZAMAN