RİSALE-İ NUR’DA İMAM MEHDİ

RİSALE-İ NUR’DA İMAM MEHDİ

İmam Mehdi konusu şüphe götürmez bir vakıa olduğu belki yaşadığımız şu karanlık ahirzaman döneminin en önemli bir dönüm noktasını, dengeleri ters döndürüp tüm şeytani ve süfyani münafıkane hileleri altüst edip deccalleri tarumar edip mazlumları ihya eden bir hakikattir. Bazı ayetlerde yapılan atıflar ve konuyla ilgili birçok hadisi şerif ki bazı hadislerin uydurma ve şüpheli olması asla konunun hakikatine halel getirmez ve yok saymaya sebep olamaz...ilgili ayetleri ve hadisi şerifleri merak edenlerin araştırmasına havale ediyoruz ki biz  Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur’da açıkladığı ilgili pasajları ele alacağız…

“(Allahümme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammedin kema salleyte ala İbrahime ve ala ali İbrahime fil-âlemine inneke hamidün mecid) duası umum ümmet, umum namazında günde beş defa tekrar ettikleri bu duâ, bil’müşahede kabul olmuştur, ki; Al-i Muhammed aleyhissalatü ve alihi vesellem, Al-i İbrahim aleyhisselam gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve asarın mecmualarında o nurânî zatlar kumandanlık ediyorlar. Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmuu, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer maddi şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslamiyet dinini, millîyet-i mukaddese hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz!… İşte o pek kesretli, o muktedir ordu, Al-i Muhammed aleyhissalatü vesselam’dır ve Hazret-i Mehdi’nin ‘en has’ ordusudur. Evet, bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senetlerle ve an’ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek şeref ve âli haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Al-i Beyt’ten gelen seyyidler nesli kadar kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri, bütün ehl-i hakikatin fırkaları başında onlar; ve ehl-i kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir. Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i nebî ile dolu ve cıhandeğer şeref-i intisabiyle serfirazdırlar. Böyle bir cemaat-i azime içindeki mukaddes kuvveti ‘tehyic’ edecek ve uyandıracak hadisat-ı azime vücûda geliyor… Elbette, o kuvvet-i azimedeki bir hamiyet-i aliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip, tarik-i hak ve hakikate sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasını, bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi, âdetullahtan ve rahmet-i İlâhîyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız…” (Mektubat: 408-409)

Bediüzzaman Hazretleri,  ahirzamanda sayıları milyonları bulan Al-i Beyt’ten nurani zatların önceki dönemlerde olduğu gibi gelecekte de muazzam orduya kumandanlık edecek ve maddi güç (devletsel boyut; bilimsel ve teknolojik güç, her türlü askeri güç , ekonomik güç ) elde edip kısaca Medine İslam Devleti Asrı Saadetini yansıttığında dünyada hiç bir ordunun böyle hem maddi hem manevi güce sahip mukaddes ordu karşısında dayanamayacağını-yıkılacağını ve böyle bir mukaddes kuvveti harekete geçirecek  büyük olayların kendi döneminde vücuda geldiğini ve azim kuvvetin çoşup çağladığı zaman Hazret-i Mehdi büyük halk kitlesinin başına geçip hakikate sevk edecek batıldan kurtaracak diyor ayrıca kendi dönemini kış , kendinden sonra gelecek Hz. Mehdi dönemini ilkbahar olarak niteliyor ( Avrupa- Amerika gibi tek gözlü canavar emperyalist deccale ve Kudüs gibi kutsal bir beldeyi işgal edip Mescid-i Aksayı yıkmaya çalışan Siyonist İsrail’e karşı “Rivayette var ki, “Deccalın mühim kuvveti Yahudidir. Yahudiler severek tâbi olurlar.”(Şualar:5) –tüm  İslam düşmanlarına karşı )  böyle bir muazzam orduyu ve şanlı kumandanı Hz.Mehdi’yi bekliyoruz ve beklemekte de haklıyız diyerek konunun ne derece önemli şüphe götürmez bir hakikat olduğunu beyan ediyor.

“ Büyük Mehdînin çok vazifeleri var. Ve siyaset âleminde, diyanet âleminde, saltanat âleminde, cihad âlemindeki çok dâirelerde icraatları olduğu gibi, herbir asır, me’yusiyet vaktinde kuvve-i maneviyesini teyid edecek bir nevi Mehdîye veyahut Mehdînin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan, rahmet-i İlâhiye ile her devirde, belki her asırda bir nevi Mehdî Âl-i Beytten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş. Evet, yüzer kudsî kahramanları yetiştiren ve binler mânevî kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-i Kur’âniyenin mayasıyla ve imanın nuruyla ve İslâmiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden Âl-i Beyt, elbette âhir zamanda, şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ihya ile, ilân ile, icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdînin kemâl-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet mâkul olmakla beraber, gayet lâzım ve zarurî ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.” (Şualar:5)   ( Hz. Mehdi’nin  vazifesini icra edebilmesi için her yönden güçlü bir devlete ve milyonlarla askeri olan ordulara sahip olması gerektiğine işaret edilip dikkat çekilmektedir!!! Yoksa basit, güçsüz,kısır döngüde kalan,dünyayı kucaklayamayan-evrensel olamayan (bölgesiyle sınırlı) ve dünya devletleriyle boy ölçüşecek ne saltanata,ne orduya, ne de siyasete yani Hilafet-i Muhammediye (a.s.m) ‘ye sahip olmayan fert veya grupçuklar kastedilmemektedir. Zaten akl-ı selim olan insan çağımızı, dünyayı ve Alemi İslamın genel durumunu biraz düşünürse bunu anlar…)

Ayrıca Hz. Mehdi’nin üç vazifesini açıklarken:

…İkinci vazifesi: Hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) unvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i İslâmın vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve mânevî tehlikelerden ve gazab-ı İlâhiden kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.

Üçüncü vazifesi: İnkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur’âniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunları bir derece tâtile uğramasıyla, o zat, bütün ehl-i imanın mânevî yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ulema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beytin neslinden her asırda kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır…. Âhirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller; fakat hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde saltanat-ı İslâmiyeyi sürmek cihetinde herkeste, hususan avamda, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında, o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor….(Emirdağ Lahikası)

Risale-i Nurdan olan güneş gibi aydınlatan şu nur feşan sözler ahirzamanın fitnesi ve karanlığı girdabına düşmüş biz müslümanlara ışık olmaktadır, ümit vermektedir-hakkı ve batılı ayırabilmemiz için nuru furkanı (Mehdi’yi) özellikleriyle müjdelemektedir aynen Hz. İsa’nın(a.s) kendi döneminde havarilerine seslenip Peygamber Efendimizi müjdeleyerek “ ben gideyim ta Alemin Reisi (Ahmed (a.s)) gelsin.” Diyerek haber vermesine benzemektedir…Ancak bu müjde gerçekleştiğinde o dönemin Yahudileri ve değişik kabileler niye bizim kabileden veya ırktan değil gibi veya daha saçma sebeplerle yüz çevirdiler inat ettiler Peygamber Efendimize (a.s) bağlanmadılar fakat kendileri zarar ettiler hüsrana uğradılar. İnşaallah biz İslam Ümmeti olarak ahirzamanda, geçmişten ders alarak her türlü (coğrafi,mezhebi,ırki…) taassup ve bağnazlıktan kurtularak, Bediüzzaman Hazretlerinin şu nur sözünü “bu zamanın en büyük farzı İttihad-ı İslam’dır(İslam Birliğidir)…” şiar edinerek hareket edip müjdelere kavuşacağız…!!!   Vesselam