Risale-i Nur'da Ehl-i Beyt Mektebi ve Tarihi Fonksiyonu-1

Risale-i Nur'da Ehl-i Beyt Mektebi ve Tarihi Fonksiyonu-1

Al-i Muhammed’in (Ehl-i Beyti –ailesi-yakın akrabaları-ev halkı) (s.a.v) günümüzde icra edeceği önemli fonksiyona geçmeden önce, kimler olduğu ve geçmişten kıyamete dek nasıl bir öneme sahip olduklarını  kısada olsa bahsetmemiz ( konunun tam anlaşılması açısından)  gerekmektedir.

"... Ey Ehl-i Beyt! Muhakkak ki Allah, sizden her türlü 'ricsi' (kiri-pası-günahı ve eksikliği) gidermek ve sizi tertemiz temizlemek ister!"[Ahzab(33): 33'ün son kısmı]...Bu ayet-i kerime, Ümm'ül-Mü'minin Hz. Ümm-ü Seleme'nin evinde nazil olmuş,Peygamberimiz (sav); hemen Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn (as)'i çağırmış, hepsini kendi etrafında toplayarak üzerlerine bir kisa (örtü) örtmüş, ve; "Allah'ım! işte benim Ehl-i Beyt'im bunlardır! Onlardan ricsi gider ve onları tertemiz temizle!..." buyurmuştur. Ümm-ü Seleme 'nin, "Ben d e onlarla beraber miyim?" sorusuna karşı da;"Sen yerindesin ve sen de (ayrı)bir hayır üzerindesin!"diyerek Ehl-i Beyt’in kimler olduğunu açıkça belirtmiştir. Bakınız; Tirmizî: 5/323; 6/314, 362; Müslim: K. Fedail: 1/4; (terc): 10/254; İbn-i Kesir (terc): 12/6526;

Hazret-i İbrahim (as)'in; "... (Ya Rabbi!) Benim zürriyetimden de (imamlar) kıl!..."duasının İlâhî bereketi olarak, Hazret-i İshak'tan Al-i Ya'kub kendi devirlerindehidayet önderleri olmuş [Enbiya(21): 70-73]; Hazret-i İsmail'den de, Al-i Muhammed(sav) neşv-ü nemâ bulmuş, Resul-ü Ekrem'den sonra; Ehl-i Beyt namıyla, Eimme-i Hüdaolarak, Din-i İslam'ın kemali [Maide(5): 3] ve tüm dinlere galibiyeti (Tevbe: 33; Feth: 28; Saf: 9) ve cihan-şümul hakimiyeti için vesile kılınmıştır... Zira; Al-i Muhammed'in kökü olan Resul-ü Ekrem (as), Hatem'ün-Nebî (Ahzab: 40) olduğu ve kıyamete kadar, hükm-ü nübüvvetini fiilen Al-i Muhammed (as) vasıtasıyla icrâ edeceği açıktır.Rahmet'el-lil-âlemin (Enbiya: 107) oluşu da, bunu iktiza eder...

"Hiç şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e 'salat' etmektedir. Ey iman edenler! Siz de ona tam teslimiyetle salat-ü selam getirin!" (Ahzab: 56) Ayet-i kerimesi mucibince vacib olan salatın ta'rifini Resul-ü Ekrem (sav) şöyle yapmıştır:

"Sakın bana 'kesik' (yarım-kopuk) 'salavat' getirmeyin! Diye buyuran Resulullah'a (as): 'Kesik salavat nedir?' dediler. Resul-ü Ekrem: (Sadece) 'Allahümme salli ala Muhammed!' deyip durmanızdır, dedi. Ve şöyle devam etti: '(Tam olarak) salavatı böyle söyleyin: 'Allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed!' (Yani: Ey Allah'ım! Muhammed'e ve Muhammed'in 'Ehl-i Beyt'ine salat eyle!...) Ve yine; Kim bir namaz kılar ve onda (o namazda) bana ve 'Ehl-iBeyt'ime salavat getirmezse, o namaz ondan kabul olmaz!" (Es'Savaik'ul-Muhrika: sah.: 87,139);

Başka ve meşhur olan rivayetlerde ise; "... Kema Salleyte ve Barekte Ala İbrahime ve Ala Ali İbrahime...." (.... İbrahime ve Al-i İbrahime ettiğin rahmet ve verdiğin bereket gibi...) ilavesi bulunmaktadır. [Müslim(Arapça): K. Salavat/65, 66, 69; (Tercüme): 3/125-135; Buharî: K. Enbiya/10; Zübdet'ül-Buharî. 585;Tecrid-i Sarih: 9/128; İbn-i Mâce: K. İkame/25; (Terc): 3/163-176; Neseî: K.Sehv/49, 50-54; (Terc): 3/67-75];..Böylece; Al-i Muhammed'in yüceliği ve Al-i İbrahim ile olan İlâhî ilgi ve ilişkisinin köklü oluşu anlaşılmış olmaktadır...

"Ben size iki ağır emanet bırakıyorum: Biri, Allah'ın kitabı, diğeri ise, ıtretim ve Ehl-i Beyt'imdir. Bunlara sarıldığınız müddetçe asla dalalete şmezsiniz. Ve bunlar (Kur'an ve Ehl-i Beyt) birbirinden büyüktür. Bunlar, kıyamet kopuncaya kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Bunlar hakkında, bana nasıl halef olacağınıza iyi dikkat edin!.." (Tirmizî: 6/313-316; Müsned-i Ahmed:3/14; Müslim: 10/252; 2/432);

Her türlü kirden- günahdan arındırılmış olan Ehl-i Beyt, İslam Ümmetine Peygamber Efendimizin kendisinden sonra bıraktığı iki ağır emanetten biri olmuş ki; biri okunan yüce Kur’an diğeri ise( tabiri caiz ise) yürüyen canlı Kur’an hak ile batılı ayıran furkan,  hakikat ve nur yolunun klavuzları  Ehl-i Beyttir, güzide sahabeler de bunun canlı şahitleridir.  Ebu Said el-Hudri (ra)'den rivayet edilmiştir; dedi ki: "Biz ensar topluluğu, münafıkları, Ali b. Ebi Talib'den nefret etmeleriyle tanırdık." (Tirmizî: 6/270); Ümm-ü Seleme (ra)'den; "Resul-ü Ekrem (sav) şöyle buyurdu: 'Münafık olan Ali'yi sevmez ve mü'min olan da Ali'den nefret etmez!" (Tirmizî: 6/271); Ali Bin Ebi Talib'den (as) rivayet edilmiştir: "Gerçekten, mü'minden başkasının beni sevmeyeceğine ve münafıktan başkasının bana buğzetmeyeceğine Nebî-yi Ümmî (sav) bana kesin bir ahid ve teminat verdi. " (İbn-i Mâce(terc): 1/192; Tirmizî:(terc): 6/282);  Hulafa-i Raşidin olan ilk üç halifenin ilmin kapısı olan Hz. Ali’yi kendilerine şeyhül islam gibi gördüklerini müşkül ve zor olan tüm konuların çözümünde onu merkez kabul ettiklerini ve Hz. Ömer’in bir çok defa “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu” ve benzeri sözleri bir çok islam tarihi kaynaklarında mevcuttur. Cemel vakıası ve sıffın savaşlarında, İmam Hasan ve Kerbela facialarında da hep Hz. Ali’nin - Ehl-i Beytin hak-hakikat  olduğu karşı tarafın dahi sonradan itiraflarıyla kendilerinin  haksız ve yanlış yolda oldukları birer tarihi vesika- belge olarak kaynaklara geçmiş ve günümüze kadar gelmiştir. Bu hususta  sözü Bediüzzaman Hazretlerine bırakalım:

"Hazret-i Ali'ye (as) iki cihetle bakmak lazım.../... ikinci cihet ise Al-i Beyt'inşahs-ı manevîsini temsil ettiği noktasındandır. Al-i Beyt'in şahs-ı manevîsi ise Resul-ü Ekrem (sav)'in bir nevi mahiyetini gösteriyor.../... (Bu) ikinci nokta cihetinde Hazret-i Ali (ra), şahs-ı manevî-i Ehl-i Beyt'in mümessili ve şahs-ı manevî-i Ehl-i Beyt, bir hakikat-ı Muhammedîyye'yi (sav) temsil ettiği cihetle, muvazeneye gelmez. İşte; Hazret-i Ali (ra) hakkında fevkalade senâkarâne ehadis-i nebevîyye, bu ikinci noktaya bakıyorlar. Bu hakikati teyid eden bir rivayet-i sahiha var ki; Resul-ü Ekrem (sav) ferman etmiş: 'Her nebinin nesli kendindendir. Benim neslim, Ali'nin (ra) neslidir'..." (Lem'alar: 20-21);

“ Hem Hazret-i Ali'nin hilâfetinin teahhur etmesinin bir sırrı da şudur ki: Gayet muhtelif akvâmın birbirine karışmasıyla, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın haber verdiği gibi sonra inkişaf eden yetmiş üç fırka efkârının esaslarını taşıyan o akvam içinde, fitne-engiz hâdisâtın zuhuru zamanında, Hazret-i Ali gibi harikulâde bir cesaret ve feraset sahibi, Hâşimî ve Âl-i Beyt gibi kuvvetli, hürmetli bir kuvvet lâzımdı ki dayanabilsin. Evet, dayandı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın haber verdiği gibi, "Ben Kur'ân'ın tenzili için harb ettim. Sen de tevili için harb edeceksin”.. İşte, bak: Hazret-i Hasan'ın neslinden gelen aktablar, hususan Aktâb-ı Erbaa ve bilhassa Gavs-ı Âzam olan Şeyh Abdülkadir-i Geylânî ve Hazret-i Hüseyin'in neslinden gelen imamlar, hususan Zeynelâbidin ve Cafer-i Sadık ki, herbiri birer mânevî mehdî hükmüne geçmiş, mânevî zulmü ve zulümatı dağıtıp envâr-ı Kur'âniyeyi ve hakaik-i imaniyeyi neşretmişler, cedd-i emcedlerinin birer vârisi olduklarını göstermişler...(Mektubat:19)

Ehl-i Beyt İmamları yaşadıkları dönemde müslümanların en alimi,en takvalı,iman ve irfanda en üstünü olmuş ve sürekli çevrelerine nur saçan birer kandil olmuşlar mezhep imamları ve dönemin alim şahsiyetleri ya direk veya dolaylı şekilde Onlardan faydalanmış feyiz almışlardır çünkü hiç kimse Ehl-i Beyt’i bir mezhep temsilcisi olarak görmemiş nasıl ki Rasulullah konuştuğunda din adına konuşuyor herhangi bir mezhebi temsilen konuşmuyorsa; iki ağır emanetten biri olan Ehl-i Beyt İmamlarıda dini bir merci olarak konuşuyor diğer alim ve halk ise onlara bağlanıp feyizleniyorlardı.  Mesela imam Azam Ebu Hanife ömrünün son iki yılında İmam Cafer-i Sadık’tan ders görmüş  “Cafer olmasaydı Numan helak olmuştu “diyerek İmam Caferi sadık’ın ne büyük bir alim şahsiyet olduğunu belirtmiş ayrıca Ona bağlılığını dönemin zalim hükümdarının kadılık teklifini zindanda hergün kırbaçlandığı halde şehit olana dek kabul etmeyerek göstermiştir. Hz. Ali ve evlatlarını övüp anlatmaktan dolayı tutuklanıp rafazi damgasıyla dönemin Abbasi halifesi önüne çıkarılan İmam Şafi Hazretleri  “İmam Ali ve Ehl-i Beyti anlatmak ve övmek rafazilikse (hak yoldan sapmaksa) herkes bilsinki ben rafaziyim” diyerek Ehlibeyt İmamlarına ne kadar bağlı olduğunu ve sevgi beslediğini  göstermiştir ve daha bir çok örnek verilebilir ancak kısa kesiyorum.

Ehl-i Beyt-i Rasulullah, her dönemde bütün İslam Ümmeti için Öz Muhammed-i İslam’ın çizgisini tanıtan hak ile batılı ayıran, dost ile düşman safını netleştiren, sahtekarların maskesini düşürüp aşikar eden bir mihenk taşı olmuştur....!!!