Örf, Adet Ya da Töre

Örf, Adet Ya da Töre


 

Örf, adet, gelenek, töre ve teamül kelimeleri lafız itibariyle farklı olsalar bile, mana itibariyle birbirine yakın olan kelimelerdir. Hemen hemen aynı mananın farklı lafızlarla ifade edilmiş olmasının sebebi kullanıldıkları yer ve zaman itibariyledir. Erbabınca bilindiği gibi örf adını alan bir hareket, sık sık yapılarak muteber bir hal aldığı için adet, herkes tarafından araştırılmadan benimsendiği için gelenek (taklit), sık sık gündeme geldiği için de teamül ya da töre adını almıştır.

Genel olarak denilebilir ki, örf adet veya töre, fıtratı bozulmamış insanların hoş gördüğü ve nefretle karşılamadığı günlük hareketlerdir. Bu hareketler daha sonra toplumun geneli tarafından benimsenmektedir. Allah Kur’an’da “Sen af yolunu tut;  örfü (iyiyi, güzeli, bilineni)  emret ve cahillerden yüz çevir[1] buyuruyor. Resul-i Ekrem (s.a.v) “Müminlerin güzel gördüğü bir şey Allah’ın yanında da güzeldir[2] buyuruyor. Kuşkusuz örfün de bir kaynağı, deyim yerindeyse bir koyucusu vardır. Ancak örfün koyucusu belli olmamakla birlikte çoğu zaman örfün kaynağı insanların yaşadığı çevredir.

Diğer taraftan, dini hükümlerin iki kısma ayrıldığını görüyoruz. Bir kısmı zaman ve mekân itibariyle asla değişmeyen hükümlerdir. Bunlar namaz, zekât, oruç v.b gibi Kur’an veya sünnette farz olarak ifadesini bulmuş hükümlerdir. Ancak zamana ve mekâna göre değişiklik arz eden hükümler de vardır. Bu hükümler örf, adet, töre ve gelenekten kaynaklanan hükümlerdir. Bu açıdan baktığımız zaman dini hükümlere de kaynaklık eden adet ve geleneklerin koyucusu belli olmamakla birlikte kesin olarak insanların yaşadıkları çevrenin ürünüdür, denilebilir.

Söz gelimi güzel ahlaklı insanların yaşadığı bir muhitte güzel adetler, kötü ahlaklı insanların yaşadığı çevrede ise kötü gelenekler oluşur. Başka bir deyimle, eğer bir toplumda yaşayan geleneklerin kaynağı semavi bir din olursa o dini çevrede oluşan adetlerle amel etmek bir vecibe olabilir. Hatta bu tür geleneklerle amel etmemek İslam’ın vücub ifade eden kurallarını ihmal etmek anlamına da gelebilir.

 Hz. Peygamber’i (s.a.v) hatırlayalım: Kırk yaşlarında Mekke toplumuna peygamber olarak gönderildiğinde toplumda yaşayan birçok gelenek ve görenek vardı. Hz. Peygamber (s.a.v) bu geleneklerin tümünü yok sayarak davranmadı. Deyim yerindeyse, cahiliye döneminin gelenek ve göreneklerini harmanlayarak faydalı olanlarını kabul ederken, zararlı ve İslam dininin ruhuna aykırı olanlarıyla mücadele etmeye başladı.

Özetle ifade etmek gerekirse, İslam bilginleri örf, adet ve töre için bazı temel kurallar koymuşlardır. Bunları kısaca şu şekilde sıralamak mümkündür: İslam toplumunda yaşanan adetler şer’i hükümlere dayanak teşkil edecek düzeyde bir öneme sahiptir.  Fıkhî bir tabirle ifade edecek olursak, örf bakımından şart koşulan bir mesele şer’an de şart koşulmuş sayılır. Ya da örfen sabit olan bir şey şer’an de sabit olmuş sayılır. Şeriata aykırı olmayan bir örf şer’i delil statüsünde olabilir. Dolayısıyla, şeriata muhalif olan bir gelenek elbette ki yok hükmündedir.

Bazen yemin gibi bazı fkhî meselerde örf şeriatın önüne de geçebilir. Mesela, Allah yeryüzü için “Firaş” (döşek) ifadesini kullandığı halde, “Vallahi yatakta yatmayacağım” şeklinde yemin eden bir kimse yerde yattığında yemini bozulmuş sayılmaz. Çünkü ayette yeryüzü için “firaş=yatak” tabiri kullanılmış olsa bile insanların örfünde yatak sayılmamaktadır. Keza “Ben et yemeyeceğim” diye yemin eden bir kimse balık yediğinde yeminini bozmuş sayılmaz. Çünkü halkın örfüne göre “et” kelimesi balık için kullanılmaz. Et ayrı, balık ayrı olarak bilinir. Velhasıl örf dinin, ikincil derecedeki önemli kaynaklarından sayılır.



[1]  Araf, 7/199.

[2]  İbnu Hanbel, Müsned, I, 379.

 

kaçak iddaa - https://betsbum.com/ - illegal bahis - güvenilir bahis siteleri - deneme bonusu veren siteler -