REHBER ADAMIN SON SÖZLERİ VE İKİYE BÖLÜNEN YOLCULAR

REHBER ADAMIN SON SÖZLERİ VE İKİYE BÖLÜNEN YOLCULAR


Geçen Haftaki Yazıdan devam: Geçen Haftaki yazı için Tıklayınız!...

Kafilenin ileri gelenlerinin toplantısı henüz devam ederken Rehber adam çıka geldi. Selamdan sonra onlara:
Sizi sorunlu ve üzgün görüyorum. Bir derdiniz mi var?dedi.
Adamlar “Evet efendim, hem de çok... Dertler, sorunlar gittikçe artıyor.  Bu topraklar eskisi gibi bize lezzet vermiyor. Güzellikler ve tatsızlıklar hep iç içe. Bir üzüm yemek bile bazen bize çok pahalıya mal olabiliyor.  Üstelik acı meyveler de var. Bunları yediğimiz zaman karın ağrısı çekerek hastalanıyoruz. Bu da zevklerimizin kederlere dönüşmesine yol açıyor. Bazılarımız bu sevimsiz acılara dayanmayarak kendilerine zarar verdiler. Doğrusu ne yapacağımızı bilemez durumdayız. Gençlerimiz ve çocuk hükmündeki yaşlılarımız bizi dinlemiyorlar.” dediler. Onları pür dikkat dinleyen Rehber adam şöyle dedi:
Ben daha önce bu vahanın yolunu size gösterirken bazı uyarılarda da bulunmuştum. Anladığım kadarıyla bu beldenin sahibiyle tanışmadığınız gibi bunca zamandır ismini bile öğrenemediniz. Bu sizin için hem büyük bir ayıp hem de büyük bir noksanlıktır. Oysa sizler buraya gönderildiğiniz gibi, buradan çok daha güzel, acısı, kederi ve üzüntüleri olmayan bir dünyaya gönderileceksiniz.  Orada, sizleri bekleyen çok güzel, mutlu ve sonsuz bir hayatınız olabilir. Ancak oradaki nimetlerden ve güzelliklerden istifade edebilmek için bu beldenin ve tüm beldelerin gerçek sahibi olan yaratıcınızı tanımak ve ona sığınmak gerekir. Aksi takdirde güzellikleri göremeyeceğiniz gibi, sonu gelmeyen sıkıntılara da duçar olacaksınız.
Rehberin sözlerini duyan gençler ve aklı kemale ermeyen çocuk hükmündeki bazı yaşlılar ve orta yaşlı insanlar hep bir ağızdan: “Yaa, öyle mi? Nerdeymiş senin o dediğin güzel ve ebedî yer? Şu dağların ardında mı? Beldelerin gerçek sahibi kimmiş, Yoksa sen misin?  Buraların sahibi de, maliki de biziz. Sana inanmamızı mı bekliyorsun? Biz yerimizden memnunuz.”  diyerek onu alaya aldılar ve onu rahatsız edici kaba sözler söylemeye başladılar.  Adam şöyle dedi:
Beyler, daha önce sizi susuz ve kurak bir kumsalda bulup bu güzel beldenin yolunu size göstermemiş miydim? O zaman da bana inanmamıştınız. “Bu yol böyle anlattığın gibi güzel bir bahçeye çıkmazdemiştiniz. Ancak sizler 60–70 yıldır bu beldede yaşıyorsunuz. Burası o ebedi yurt için bir bekleme salonu hükmündedir. Sakın gaflete dalıp buranın ebedi olduğuna inanmayınız.  Sizler her gün istirahat amacıyla uykuya dalıp tekrar uyanıyorsunuz.  Ama bir gün çok derin bir uykuya dalacak ve uyandırıldığınızda gözlerinizi bu vahada değil, başka bir âlemde açacaksınız. Görüyorsunuz ki,  buraya gelen mutlaka gidiyor, fakat giden bir daha geri gelmiyor.  Bunun anlamı şudur: Ya gidenler halinden çok memnun ki, buraya bir daha gelmek istemiyorlar; ya da, cezalı oldukları için gittikleri yerde tutuklanmışlardır. Bu vahayı size gösterirken doğru söylediğimi ve asla hilaf-ı hakikat söz söylemediğimi gördünüz ve anladınız. Şimdi ben sizlere “şu dağların arkasında, buradan daha güzel, aynı zamanda sonsuz bir yurt vardır, gitmeye hazırlanınız”  dediğim zaman neden inanmıyorsunuz? İnanmamakla hem kendinize, hem de sizden sonra gelecek çocuklarınıza yazık edersiniz.”
Sonuçta o Rehber adamı dinleyen insanlar, “sadece gözümle gördüğüm şeye inanırım” diyenlerle, “gerçekler sadece gözlerimizle gördüklerimizden ibaret değildir” diyenler olmak üzere iki kısma ayrıldılar. Her iki grup da hakikatleri aradığını söylüyordu. Ancak derin uykudan sonraki hayatın hesabını yapanlar, hep daha mutlu ve hakikatli yaşadılar. Hesapsız ve endişesiz yaşayanlar ise, derin uykuya dalınca her şeylerini kaybettiklerini ve bir daha uyandırılmayacaklarını sanarak korku ve dehşet içinde yattılar. Kuşkusuz uyanışları da yatışları gibi onlara mutluluk değil dehşet verecektir.