Referanduma Giderken
Ak parti dönemlerinin 2. Referandumu olan 16 Nisan 2017 Pazar günü yapılması planlanan, kısmi anayasa değişikliği için referanduma gidilecek. Yeni bir seçim atmosferiyle evetçiler ile hayırcıların propaganda yarışı başladı bile… Şimdiden olağanüstü bir durum olmazsa sonucu belli bir seçimi yaşayacağız. Evetçilerin kendinden emin tavırları karşısında hayırcıların “çaresizlik, hırçın ve saldırganlığı” hemen belli olmaktadır. Bunun en bariz örneği meclis oylaması sırasında kırdıkları burun ve ısırdıkları bacak bunlara kanıttır… Halktan ümidini kesenler, her seçim zamanı geldiğinde büyük depresyon seanslarına girdiklerini ve kudurduklarını görmekteyiz. Bu depresyon seanslarının ülke genelinde bir zemin bulması için var güçleriyle çaba sarf ettikleri ve uykularının kaçtığı gözlemlenmektedir. Halkın çoğunluğunu tahrik ederek, değer yargılarına saldırarak politika üretip siyaset yapmaya çalışan sol zihniyet, halktan bir daha icazet almayacağını çok iyi bildiği için burun kırarak bacak ısırıyor. Özellikle yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminde, kesinlikle başkanlığı elde edemeyeceklerinden emin oldukları için, daha referandum süreci başlamadan basın üzerinden "hayır" cephesini alelacele başlatıp yaygara koparmaya başladılar. Bugüne kadar halka hiçbir hizmette bulunamamış ve halkın her hangi bir derdine çare olmamakla beraber halkı sömürüp fakirleştiren sol zihniyetin, her seçim arifesinde bunalım ve krize girmeleri aslında tükenmişliklerini acizliklerini çaresizliklerini de ortaya koymaktadır.
Baştan beri ayrıştırıcı bir dil kullanan bu gezici zihniyet, bu yeni sitemin tartışılmasına bile tahammül edemeyerek imkân ve fırsat vermedi. Bütün gündemi mevcut Cumhurbaşkanın şahsı üzerinden sürdürerek, bu meseleyi sistemin meselesinden ziyade kişilerin meselesi haline getirmeye halen de çaba sarf etmektedirler. Yeni sistem ile hukukun üstünlüğü, milletin özlemleri ve gelişmede sıçrama çağ atlama olacak olan, yönetim anlayışının temelini oluşturursa güzel olacaktır. Bu anlayış biçimi millet nezdinde de çok büyük değer görecektir. Muhtemelen bu hassasiyetini hisseden vatandaşta daha net bir şekilde safını ve kararını belirleyecek ve EVET diyerek destekleyecektir. Evet, yâda Hayır söylemlerinin otoriterleşme iddiaları ile birlik olup havada uçuştuğu bir dönemde CHP'nin otoriterleşmeye ne kadar karşı olduğunu anlamak için tarihin tozlu sayfalarında kısa bir gezinti yapmanızı tavsiye ederim.
Otorite karşıtı CHP'nin demokratikleşme süreci… O zamanki adı ile Halk Fırkasının 1923 tarihli Nizamnamesi'nde açıkça bellidir… Bu tüzüğün 18. ve 19. Maddelerine göre, Umumi Reis (Genel Başkan M. Kemal) hem Büyük Kongre'nin Fırka Divanı'nın, hem TBMM'deki Fırka Grubu'nun hem de Umumi Heyeti İdare'nin doğal başkanıymış. Parti adına konuşma yetkisi yalnızca Genel Başkan'a aitmiş. Genel Başkan, bu konuda gerekli görürse, partide diğer bazı kişilere de vekâlet verebilirmiş. Ve 1- mecliste tüm vekiller Mustafa kemal paşa tarafından seçilirmiş. 2- Meclis başkanını o tayin edermiş. 3- Güçler birliği olduğu için yargı da ona bağlıymış. 4- CHP’nin genel başkanıymış. 5- Milletvekiliydi… Bunun adını siz koyun ey! CHP’liler bu ne rejimidir?
1927'de tüzük değişikliğine gidilmiş. 6. madde aynen şöyle:“Cumhuriyet Halk Fırkasının umumi reisi, Fırkanın banisi (kurucusu) olan Gazi Mustafa Kemal Hazretleridir”. Hani partili cumhurbaşkanı tartışmaları sürüp-gidiyor ya… İşte bunun temellerini 6.madde ile meğer CHP atmış. Zira o dönemde Cumhuru reis olan M. Kemal aynı zamanda CHP'nin de umumi reisiymiş… 1931'deki tüzük değişikliğinde Mustafa Kemal partinin daimi(değişmez) Genel Başkanı yapılıyor. Yani ölse de Genel Başkan O'dur. Nitekim yaşlı CHP'lilerin CHP için kullandığı “Atatürk'ün Partisi” sözü aleladede bir slogan değil; meğer tüzüğe uygun bir sözmüş. Mustafa Kemal 1938'de ölünce daimi (Değişmez) genel başkanlık vasfı 45 gün sonra İnönü'ye veriliyor. 26 Aralık 1938'de kabul edilen tüzüğün 4.maddesine göre “Değişmez Genel Başkan”, ancak “Ölüm, görev yapamayacak kadar hasta olması ve istifa”durumlarında değiştirilebilir. Düşünebiliyor musunuz Genel Başkan beceriksiz de olsa, yönetemeyen biri de olsa hiç kimse onun karşısına çıkıp “ben adayım” diyemiyor. CHP'nin “değişmez genel başkanlık” politikası resmiyette 1946 yılına kadar sürdü, fakat gayrı resmi olarak Bülent Ecevit, 1972'deki genel başkanlık seçimlerini kazanınca sona erdi.
1923 ile 2017 yılları arasında CHP'nin kaç Genel Başkanı oldu diye araştıracak olursak (parti içindeki fetret dönemlerindeki emanetçi genel başkanları saymazsak) topu topu 5 kişi ediyor. Türkiye'nin en eski partisi, 94 yaşında ama velev ki 1946'da kâğıt üzerinden kaldırılmış olsa bile “Değişmez Genel Başkanlık” prensibinden dolayı sadece 5 genel başkanları olmuş. Mustafa Kemal, İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Deniz Baykal ve son olarak Kemal Kılıçdaroğlu… Evet, CHP'nin tüm tarihi 5 kişi ile sınırlı. 13 yaşındaki AK Partinin 4; 4 yaşındaki HÜDA PAR'ın 2; 16 yaşındaki Saadet Partisinin 5 genel başkan görmüş olmasını göz önüne alırsak 94 yılda (birkaç aylık emanetçi genel başkanlar hariç) sadece 5 kişinin bir partide genel başkanlık koltuğuna oturabilmiş olması başlı başına bir fecaattir. (Alıntı) Tarihi bu şekilde 5 kişi ile sınırlı olan bir partinin “diktatörlük karşıtı” söylemleri kamuoyuna bir etkide bulunur mu? Referandumda elbette herkes vicdanına göre hareket edecek, kimi “evet” kimi de “hayır” diyecek. Lakin “hayır” blokunun başını çeken CHP'nin Partili Cumhurbaşkanı fikrinin asıl sahibi olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Selamla kalın selamette kalın…