Pişmeden Yandığını Sanan İnsanlar

Pişmeden Yandığını Sanan İnsanlar
Bir ata sözü; “Gam görmemiş insan, dem almamış çay gibi çiğ olur”. Ne de doğru söylemişler. Hem sadece çiğ de olmaz, acı ve çekilmez de olur çoğu kez. Tıpkı iyi demlenmemiş çay misali. İnsanlık tarihinden bu yana, olgun ve bilge insanların hep gam ile, çile ile piştiğini ve insanı kâmil olma yolunda, daima imtihanlarla boğuştuğunu görüyoruz. Ulü’l-Azm Peygamberlerin de durumu böyleydi. Sabır, azim ve mîsâk ekseninde daima imtihanlarla yoğruluyorlardı. Allah dostları için de bu tekâmül yolculuğu farksız değildi elbette.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bakın hayatını nasıl özetliyor. “Ömrümün hülasası sadece şu üç kelimedir; hamdım, piştim, yandım.” Ama şimdilerde pişmeden yandığını zannedenler, hamlık tadı verdiklerinin farkında olamıyorlar ne yazık ki. “Hamdım, pişmeden yandım.” “Çiğ olabilirim, yanmadım; ama önüme geleni yakmaya talibim” diyorlar adeta. Ya da ufak, tefek imtihanlarını dev aynasında görüp, devasa alevler içinde yandığını ve bir süre sonra da piştiğini iddia eden, fedakârlık abidesi gibi ortada caka satanlar azımsanmayacak kadar çok. Tabiri caizse, ayakkabısı olmadığı için feryadı figanı basan, ortalığı velveleye veren, çıkardığı gürültü sebebiyle ayakları olmayanın inlemesini bastıran, işitilmesi önünde kalın bir perde olan insanların dünyasında yaşıyoruz. Şurası muhakkak ki herkesin acı eşiği aynı değil!
Avrupa’da en sevdiği oyuncak bebeğini kaybeden çocuğun ağlama ve tahammül seviyesi ile, Gazze’de minik kardeşini kaybeden bir çocuğun ağlama ve tahammül seviyesinde olduğu gibi... Sakın yanlış anlaşılmasın acıya talip, ıstırap ile yoldaş olmayı idealize etmek değil niyetimiz. Sadece Üstadın kavliyle şu hatırlatmayı yapmak istiyoruz... “Şu dâr-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dâr-ı hizmettir. Lezzet ve ücret ve mükâfat yeri değildir. Madem dâr-ı hizmettir ve mahall-i ubudiyettir. Hastalıklar ve musibetler, dinî olmamak ve sabretmek şartıyla, o hizmete ve o ubudiyete çok muvafık oluyor ve kuvvet veriyor. Ve her bir saati bir gün ibadet hükmüne getirdiğinden, şekva değil, şükretmek gerektir.” (Lemalar)
Hem ne buyuruyor Allah Resulü Aleyhissalatu vesselam: “Kuvvetli/ güçlü mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir.” (Müslim) Neticede şu fani dünyada sayılı nefeslerimizi tüketiyoruz. Ömür sermayemiz hızla eriyor. Belaların yağmur gibi yağdığı, imtihanların birer mayın gibi yollarımıza döşendiği bir zamandayız. Damına gam baykuşu konmamış, gamsız ve şımarık insanlar bir yana, yaşadığı acılardan tecrübe ve feraset, çektiği ıstıraplardan basiret ve hikmet, karşılaştığı imtihanlardan mağfiret ve marifet devşiren Rabbimizin öncü ve rehber kullarını örnek almamızın zamanı gelmedi mi?
O halde acilen şekvadan ve mızmızlanmadan kurtulup, amalarımızdan, fakatlarımızdan, bencelerden, sencelerden sıyrılarak yine, yeniden nebevî ahlâka sarılalım... Ki her demimiz hidayetle demlensin, huzur ile bereketlensin... Her gamımız, rahmet ve mağfiretle karşılık bulsun... “Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve her bir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyeye ittiba et...” (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz)
Selamla Kalın Selamette Kalın.