Oğula Ağıt
Sende terk et dercesine dünyayı,
Devirirken canları sonbahar yaprağı misali,
Can suskun, çaresizce serilmiş yere…
Analar Babalar severek büyütmüştü evlatlarını,
Ciğerparesi olan delikanlılarını,
Nerden bileceklerdi bir gün ölüm haberinin geleceğini,
Kör kurşunlara giden evlatları için mezar eşeceğini…
Ama bir gün duyup bilmek istemedikleri,
O acı haber usulca kapılarını çaldı.
Bir dağda kahpe kurşunlara gittiğini,
Oğullarının ölüm haberiyle yürekleri sarsıldı,
Ağıtlar yakıldı…
Ey oğul oğul ! ne oldu sana?
Ak günde kara haberin geldi bana,
Sana kıyılan o zalim eller kırılsın.
Al kanını dökenler utansın.
Bakışların dağı taşı yırtardı,
Neden şimdi gözlerin bakışsız kaldı,
Ey oğul gülümseyişin içimi ısıtırdı,
Ama yere serilişin var ya içimi yaktı be oğul içimi yaktı…
Gabar dağlarında canlar düşmüş pusuya,
Sıkılan kuşunlar patlayan bombalar, mayınlar…
Garip Anaların delikanlı Evlatlarına,
Yaralanan da yere serilip düşende onlardır.
Bir oğlun acısını içine gömerek,
Cansız bedenle toprağa gömüyor elleriyle,
O eller ki evladına kıyamamıştı.
Bir bahar çiçeği gibi oğullarına bakmışlardı.
Her bahar çiçeği gibi
Onlar da sonbaharın akıbetine uğradı
Ve diyorlar ki son bulsun artık bu ölümler
Bitiversin bu kavga akmasın artık kanlar
Biz yandık kimse yanmasın sönsün yangınlar
Yeter artık ocakların yıkıldığı, tütsün artık bacalar…