Çok Okuyan Mı Bilir Çok Gezen mi?
Çoğumuzun (belki de hepimizin) hayatımızda en az bir kez duyduğu bir sorudur bu… “Çok okuyan mı bilir yoksa çok gezen mi? Özellikle okul yıllarımızda muhatap olduğumuz bu soruya kimimiz çok okuyan, kimimiz ise çok gezen bilir şeklinde cevap vermiştir. Cevabı kesin sınırlarla belirlenmiş gibi hiç birimiz, orta bir yol bularak farklı bir cevap vermemiştir bu soruya. Buna adım gibi eminim!
Çok bilmek için ya sadece çok okumak ya da sadece çok gezmiş olmak mı gerekir? Bu işin başka bir yolu, üçüncü bir seçeneği yok mudur? Ya okuyan kişi sadece oku-muş gibi görünmek için okumuşsa? Ya gezen kişi sadece zaman öldürmek için ya da iş icabı mecburiyetten gezmişse? Demek ki çok bilmek için sadece okumak ya da sadece gezmek yetmez. Evvela insan niçin okuduğunu ya da niçin gezdiğini bilmeli. Okumasını bilen insan cümle âlemi okur. Okumasını bilen insan için yeryüzündeki her şey Allah’ın ayetleridir. Okuma konusunda öyle maharet kazanmalı ki insan, bir kelebeğin kanadındaki yaşama sevincini de, bir insanın gözlerindeki kederi de okuyabilmeli. Bir yüreğin ahvalini de bir eşyanın lisan-ı halini de anlayabilmeli. Bunu başarabilmek için de hayal gücünü yüksek tutması gerekir insanın. Ve çok boyutlu düşünebilmesi gerekir. Zihinsel zekâsının yanı sıra duygusal zekâsını da geliştirmeli insan. Eğer böyle yaparsa fiziksel olarak tebdil-i mekân ederek gezmesine hiç gerek de kalmaz insanın. Her şeyi okuyabildiği için her şeyi bilir. Örneğin bir yabancı yazarın, romanında bahsettiği kasabaya gitmeden bile hayal gücü sayesinde o kasabanın bir eşrafı gibi o kasabadaki yaşantıyı, mahalleleri, sokakları avucunun içi gibi bilir. Hatta hayal gücüne sınır çizmediği için kafasında o kasabanın farklı farklı versiyonlarını tasarlayıp, o kasabadaki evleri zihnindeki renklere bile boyayabilir. Ona bu özgürlüğü veren şey okuması ve hayal gücü ile duygusal zekâsıdır. Aynı kurallar gezmek için de geçerli. Gezen kişi hangi açıdan ve hangi duygularla bakıyorsa, gezdiği yerlerde gördüğü nesneleri duygu ve düşünce dünyasında o şekilde kodlayacaktır. Bu nedenle çok boyutlu bakmalı, çok boyutlu düşünmeli ve gördüğü şeyi bazen hayal ettiği gibi kurgulamalıdır. Mesela bir çölü geziyorsa yeri geldi mi kendi bakış açısını bir kenara bırakıp Mecnun ile kendisini özdeşleştirmelidir. Bir tünelden geçtiğinde Ferhat’ın heyecanını yüreğinde hissedebilmeli, tarihi yapıları gezerken geçmişe gidebilmelidir. Bunlar gibi daha nice örnekler verilebilir bu konuyla ilgili.
Yabancı bir kültür ortamında, bazen dışarıdan bakmayı bırakıp kendisini o kültürün bir unsuruymuş gibi tahayyül edebilmeli. İşte bunları başarabilirse insan, ister okusun ister gezsin elbette ki çok bilen olur. İşin içinde duygu yoksa hayal gücü yoksa ne kadar okursa okusun, ne kadar gezerse gezsin insan, okumak da gezmek de yeterli faydayı vermeyecektir ona.