O SIRADAN BİR ALİM DEĞİLDİ
Herkes, hatta en büyük ve tanınmış âlimler bile işine-gücüne koşarken o endişeliydi; memleket ve alem-i İslam için bir şeyler yapabilme çabasındaydı. Şöyle ki:
1) 1. dünya savaşında doğu cephelerinde kumandanlık yapmış, Ruslara esir düşmüş, esaretten sonra milli mücadele yıllarında da emperyalist güçlere karşı savaşmıştır. Ancak emperyalist güçlerin tehlikesinin bertaraf edilmesinden sonra bu kez düşmanlar, inançsız bir kültür emperyalizminin fitilini yakmışlardı. İşte O, savaştan sonra gel keyfim gel diyerek istirahata çekilmemiş, bu yabancı kültür istilasına karşı en şiddetli mücadeleyi verenlerin başında gelmiştir.
Şu ifadeler onundur: 1338de (yani 1921de) Ankaraya gittim. İslam ordusunun Yunana galebesinden neşe alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde gayet müthiş bir zındıka fikri ifsada başlamıştı. Bu zındıka cereyenı, Müslümanların içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasane çalıştığını gördüm. Eyvah, dedim. Bu ejderha imanın erkanına ilişecek İşte bu zat, o zındıka cereyanını durdurmak amacıyla Efillahi Şekkün Fatıris-Semavati ve-Ard ayetini tefsir ederek bir risale hazırlamış ve o günün kıt imkânlarıyla Ankarada Yenigün matbaasında bastırmıştır
2) 1. dünya savaşından önce de bu dinsizlik cereyanlarının bir sel gibi İslam dünyasını istila edeceğini hissetmişti. O 1. dünya savaşından önce Vanda bulunduğu sıralarda, kendisine bir gazete haberini gösterirler. Haber şöyle: İngiliz avam kamarasındanLord Gürzon adlı Yahudi asıllı bir adam eline Kuranı alarak şöyle demiş: Eğer biz gerçekten Müslümanlara hâkim olmak istiyorsak ya bu Kuranı Müslümanların erlinden çıkarmalıyız, ya da Müslümanları Kurandan soğutmalıyız.
Adamlar gerçekten planlarını en kestirme yoldan yapmaya çalışmışlar. Kuranı ortadan kaldırmanın hiç kimsenin haddi olmadığını Lord Gürzon da çok iyi biliyordu. Ama Müslümanları Kurandan soğutmanın yollarını bulmak için İngilizler kesenin ağzını açmışlardı. Kesenin ağzı hala açıktır.
İşte O zat bu haberi okur okumaz adeta beyninden vurulmuşa döner ve şöyle haykırır: Kuranın sönmez ve söndürülmez bir nur olduğunu bütün dünyaya ben ispat edeceğim. El-Hak, ispat etti de.
3) O gerçekten şartları çok ağır olan bir çağa damgasını vuran bir adam Bir tarafta, kendi deyimiyle, gizli bir zındıka cereyanı, diğer tarafta savaştan yeni kurtulmuş, imkânlarını tüketmiş ve yorgun düşmüş bir İslam dünyası vardı. Bu yüzden oçoktan kararını vermişti: Kurana ve imana karşı yapılan mücadelelere bigâne kalamazdı. Zaman imanı kurtarmak zamanıdır formülü çerçevesinde kaleme aldığı eserlerle imana ve Kurana yapılan itirazlara cevap vermiş; hayatı pahasına da olsa başkalarının imanlarını kurtarmaya koşmuştur.
4) Onun en büyük özelliklerinden birisi de yazdığı eserlerde kendisini nazara vermeyerek Risale-i Nur Kuranın malıdır. Kuran ise arşı ferşle bağlayan bir zincir-i nuranidir. Benim ne haddim var ki ona sahip çıkayım ifade etmesiydi.
Kendisine Sen bu asrın müceddidisin diyen talebelerine hep şahsiyetini arka plana atan cevaplar veriyordu: Zaman cemaat zamanıdır, şahs-ı manevi zamanıdır. Şahsî kemalat ne kadar büyük olursa olsun çürütülebilir Şöhret ise, ayn-ı riyadır ve kalbi öldüren zehirli bir baldır.
Bu yüzden O hiçbir zaman Ben demiyor, Biz diyordu. Said yoktur, Saidin kudret ve ehliyeti de yoktur. Konuşan yalnız hakikattır, hakikat-i imaniyedir. Medem ki nur-u hakikat imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor, bir Said değil bin Said feda olsun. 28 sene çektiğim eza ve cefalar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musibetler helal olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara hakkımı helal ediyorum diyordu.
Onun bu tevazu ve fedakârlığı sayesinde, Müslümanlar bir şahsa hürmet etmeye bağlı kalmaktan ziyade bir eser okumayı ve kitaplara bağlı kalmayı tercih etmişlerdir. Bu tercih, Risale-i Nurun bütün dünya Müslümanlarına kazandırdığı en üstün meziyetlerden biridir.
5) O, dünya çapında büyük şöhrete sahip olmasına rağmen ondaki tevazu Hz. Peygamberin ahlakını hatırlatıyordu. Dünya çapındaki şöhretine rağmen kimsenin bilmesini istemediği ve halen de bilinmeyen son menziline, o ebedi yolculuğuna bile, 23 Mart 1960 yılının şafağında, Urfadan, sessiz sedasız bir şekilde çıktı.
Denilebilir ki, 23 Mart 1960 Tarihi, hiçbir zalime baş eğmeyen bir mücahidin Efendiler, ölümüm hayatımdan ziyade dine hizmet edecektir dediği gerçeğin başlangıç tarihidir. Sanırım bu konuda fazla söze gerek yoktur. Eminim ki, O kabrinde, başlattığı hizmetin ne seviyeye geldiğini görüyor ve onun da ifade ettiği gibi, şu anda bizleri mutlulukla seyrediyor.
Kimden söz ettiğimi anladınız herhalde Ebetteki, Bediüzzamandan O 23 Mart 1960 tarihinde Urfada, arkasında dünyalıların çok sevdiği paradan 20 lira bırakmıştı. Ama bunun yanında, Kuranın binlerce sayfalık manevi tefsirini de İslam dünyasına miras bırakmıştı. Zaten Risale-i Nur Külliyatı, Bediüzzamanın hayatının hülasasıdır.