Neden?
Yaratılış gayemiz nedir, sınırlı ve aynı zamanda ebedi hayatımızı kazanmamız için bize Rabbimizin verdiği ömrü nasıl tüketiyoruz? Nasıl yaşarsak öyle ölürüz, nasıl ölürsek öyle haşroluruz. İyiliğin karşılığı on kat sevap, kötülüğün karşılığı ise sadece misliyle karşılık verilecek olan hesap gününü unutmadan yaşamak. Şimdi asıl konumuza geçelim. NEDEN var edildik?” Diye sorduk mu hiç kendimize? Neden gelen ben oldum bu dünyaya? Neden bu suretle, bu zihinle, bu bedenle var edildim? Neden, içinden geçerken gördüğüm ve sadece bana ait olanı anladığım bir dünyanın içinde varım? Sancıyla ilk adımı attığın ve nefes aldığın andan itibaren de kendini ve etrafındaki her şeyi anlamak sancısıyla devam ettiğin bu, debdebesi bitmez tükenmez alemin en nadide yaratılanı olan sen, neden var oldun? Bu soruyu hayatında kaç kez sordun kendine bir düşün. Bir, üç, beş ya da hiç. Kimilerimiz belki de hiç sorgulamadı bu dünyadaki varlığını, kimilerimizse her an sorar, sorgular her halini.
Her şey değişir, önemli olan var olduğunu kanıtlayabildiğin kendi eylemlerini sürdürmekten geçer. Haklılık payları da vardır elbette çünkü insan da diğer görünürler gibi dıştan baktığında maddeseldir. Yapıp ettikleriyle içinde bulunduğu maddesel varlığını kanıtlamak zorundadır. Bunu yaparken tektir. Kendin için yaptığın bilinçli her bir hareketinde bir kez daha kanıtlarsın kendi var oluşunu. Eline diken battığında hissettiğin şeye kanıttır varlığın. Tabii burada Materyalistlerin elden bırakmadığı ilk öncelik düşüncedir. Var olmanın temelinde hep, önce düşünce vardır. İdea dedikleri düşünceden başlayan bu anlama serüveni, düşündüğünü çevrende bulduklarınla paylaşmaya devam eder. “Neyi düşünüyorsan onu bulursun.” gibi bir şey bu aslında. Bulmaktaki anlamsa elbette ki eylemlerin. Ama bu adamlar varlığı gördükleriyle açıkladıkları için onların açıklamalarında kendi sorularıma net cevaplar bulamadım. Onlar varlığın var olup olmadığını sorgulamışlar. Bildikleri şey, varlığın gördükleri kadar olduğu. Seyrederek bilmek varlığın gerçek anlamının ne kadarını bilmektir?
Sadece yapıp ettikleriniz midir varlığınızın ispatı? Göreceğinizin dışında kalanlar varlık değil midir? Varlığı sorgulamada insan ruhu nerededir? Görebildiklerimizin dışında kalan ruhumuzda bulunan duygularımız, düşündüklerimiz, sezgilerimiz… Yani insan görünmeyen ruhunda barındırdıklarıyla da var olmaz mı? Materyalistlerin varlığı açıklama şekillerine karşılık bir de Tasavvuf Felsefecileri varlığı açıklamıştır. Onlara göre varlık, vücut kavramına eştir. Vahdet ise bütünlük demektir. Tasavvufta Vahdet-i vücut nazariyesi tek ve büyük bir varlık olan Allah’tır. Bu teklik, güneşin yansıttığı ışığın nesnelerde farklı renklere bürünmesinden kaynaklı bir çeşitlilikle görünür. Bu çeşitliliği oluşturansa insandır; insan, çeşitli gibi görünen görüntülerin ve ruhların farklı yansımaları olsa da hakikatte bir ve bütünlük arz eder.
Bunun kaynağı Allah’tır. Ancak Allah, zatı itibarıyla değil; özellikleri ve eylemleriyle bütün suret ve şahıslarda mutlak olmaktan çıkmaksızın ve asla değişikliğe uğramaksızın tezâhür ve tecelli etmektedir. İçinde farklılıklar ve değişme barındıran tüm evren ve içindeki canlı ve cansız her unsur, ancak O'nun varlığı ile ayakta durmaktadır. Bu bakış açısı başlangıçta çok ütopik ya da aşırı soyut bir iddia olabilir. Ama gördüklerimizin dışında var olan hakikatin varlığını anladığımızda tasavvufun, insanın var oluşundaki temellendirdiği düşünceyi çok daha iyi anlayabiliriz. Materyalistlerin varlığa tek tek ve madde gözünden bakmasına karşın tasavvufta varlığa her şeye bir bütünlük içinde ve dışarıdan görünen zahiri bir açıyla değil de insanın iç alemine yani ruhuna giden bir bakışla bakılır. Fakat her ne şekilde olursa olsun insanoğlu var olmanın ne demek olduğunu, kökenini merak etmiş ve kendi gözünden varlığının nedenlerini anlama yoluna gitmiştir. Ne demiş Cemil Meriç:” Var olmak için önce yok olmak lazım, parça bütüne kavuşacak ki hasret dinsin.” Selamla Kalın Selamette Kalın.