Müslümanların İttifakları Ve İhtilafları

Ebu Musa el-Eşarîden gelen bir rivayete göre Resul-i Ekrem (s.a.v) parmaklarını birbirine kenetleyerek müminleri, birbirini destekleyen bir kubbenin taşlarına benzetmiştir.[1] Bu hadis müminlerin, birbirilerine karşı şefkat ve merhamet hisleriyle hareket etmeleri gerektiği hususunda açık bir emirdir. Çünkü İslam kardeşliği nesep kardeşliğinden çok daha önemli ve Allahın yanında daha makbuldür. Bir kubbedeki taşlar, taş oldukları halde böyle ciddi bir dayanışmayı gösterebiliyorsa, müminlerin taşlardan geri kalmaları, hatta dayanışma içerisinde olacaklarına birbirilerine düşmanca tavırlar sergilemeleri kabul edilemez.
Selef-i salihin dediğimiz İslam büyükleri de, birçok ilmi, icthadî ve fıkhî meselelerde kendi zamanlarında ihtilafa düştüler. Hatta bazı itikadî meselelerde bile ihtilaf ettiler. Fakat bu ihtilaf onların müminler arasında olması gereken Mürüvvetlerini ve insaflarını ortadan kaldırmadığı gibi, saldırganlık dürtülerinin ortaya çıkmasına ve birbirilerini yok saymaya yol açmadı. Taberanînin yaptığı rivayete göre İbnu Mesut (r.a) şöyle dedi: Ey Müminler, topluma uyum sağlamaya ve cemaatle birlikte olmaya gayret ediniz. Unutmayınız ki, toplulukla birlikte iken duyduğunuz hoşnutsuzluk, ayrı olduğunuz zaman alacağınız lezzetten daha hayırlıdır.[2]
Hatib Bağdadînin İmam Malikten naklettiği bir habere göre Halife Mansur İmam Maliki ziyaret etmiş ve yazdığı el-Muvatta kiabını kasdederek: Ey İmam, sen bu kitabı çoğalt; onu her tarafa dağıtalım ki, bütün Müslümanların bu kitapla amel etmelerini sağlayalım demiş. Bunun üzerine İmam Malik: Hayır Ya Emirel-Müminin, İslam ulemasının ihtilaf etmesi rahmettir. Hepsi Allah rızasını talep etmektedir; cümlesi hidayet üzeredirler demiş ve Halife Mansurun teklifini geri çevirmiştir.[3]
Ömer b. Abdülaziz şöyle der: Rasulüllahı ashabının ihtilaf etmemiş olmasına sevinmiyorum. Çünkü onlar her konuda ittifak ettikleri takdirde, birisi onlara muhalif davransaydı, dinden çıkar ve sapık olurdu. Ama ihtilaf ettikleri zaman dini geniş tutmuş oluyorlardı.[4] İçtihat, Hz. Peygamberden günümüze kadar gelmiş geçmiş bütün Müslüman ilim adamları için her zaman önemli bir çıkış yolu olmuştur. Ancak Kuran ya da Sünnette kesin olarak belirlenmemiş olan ictihadî bir meselenin bütün topluluğa dayatılması ve Allahın emriymiş gibi telakki edilmesi ulema tarafından kesinlikle benimsenmemiştir. Haliyle, bir mezhebin ictihadî olan bir meselesine tabi olmak istemeyen bir Müslüman hiçbir şekilde kınanamaz ve yadırganamaz. İslam fıkıh bilgin ve müçtehitleri, başka mezheplere göre farklılk arz eden içtihatlarını büyük bir olgunlukla yürütmüşler, iki bilgin arasında geçen şiddetli tartışmaların ardından, her ikisi de, hiçbir şey olmamış gibi kalkıp kucaklayabilmişlerdir.
7) İmam Şafiinin çağdaşı ve arkadaşı olan Ebu Musa Yunus b. Abdül-Ala şöyle der: Ben İmam Şafiiden daha akıllı bir insan görmedim. Bir gün fıkhî bir mesele hakkında kendisiyle şiddetli bir tartışma yaptım. Ertesi gün çarşıda beni gördüğünde selam verip benimle musafaha ettikten sonra: Ya Eba Musa, bir meselede tartışalım; fıkhî bir konuda ittifak etmeyebiliriz, ancak doğru olan birbirimizi sevmeye ve arkadaş olmaya devam etmemizdir dedi ve aramızda hiçbir şey olmamış gibi davranmaya başladı.[5]
Bu hususta örnekler çoğaltılabilir. Unutmamak gerekir ki, İmam Azam, İmam Şafii, İmam Ahmed b. Hanbel ve İmam Malik içtihatlarında hangi kaynakları esas almışlarsa, İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık da aynı kaynakları kullanmış ve fıkıhlarını Kurana, Sünnete ve Ehl-i Beytin rivayetlerine dayandırmışlardır. Üstelik İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık bütün büyük imamların hocası sayılmaktadırlar. Zira Ehl-i Beytin ilmi gerçekten de aşılabilecek bir ilim değildi. Burada farklılık sadece imamlardan yapılan rivayetlerdedir. İmam Caferden yapılan bazı rivayetlerin sahipleri ehli sünnet âlimleri tarafından cerh edilmişlerdir.
Bu ayrı bir konudur. Başka zaman bunu detaylı anlatırız.
[1] Buhari, Sahih, Salat, 88; Müslim, Sahih, Birr, 65.
[2] Heysemî, Mecmauz-Zevaid, VII, 328.
[3] El-Hatib el-Bağdadî, Tarihu Bağdad, II, 176.
[4] Şatıbî, el-İtisam, II, 395.
[5] Siyeru Alamin-Nübela, X, 16.