MÜSLÜMAN'IN VE ÜMMETİN GÜVENLİĞİ (1)
Kâinatta hiçbir olayın sebepsiz olarak meydana gelmediğini herkes bilir. Başka bir deyimle, bu dünyada bir insana veya insanlara verilen bir belanın, bir günaha bağlı olmadan geldiğini söylemek imkânsızdır. Günümüzde İslam dünyasının merkezinde yer alan İslam ülkeleri, en güvensiz ülkeler arasında yer almaktadır. Acaba bunun sebebi nedir? Her şeyin bir sebebi olduğu gibi bu güvensizliğin ve Müslümanların başına gelen bu büyük musibetlerin de mutlaka bir sebebi vardır.
Bir insan hata yaptığı zaman önümüze hemen şu ayet-i kerime gelir: (ما يَفعَلُ اللَّهُ بِعَذابِكُم إِن شَكَرتُم وَآمَنتُم) “Eğer siz iman eder ve şükrederseniz Allah size niçin azap etsin?”[1]. Yani eğer müminler Allah’ı hakkıyla tanıyıp ona şükredecek olurlarsa azaba uğramayacakları garanti altına alınmıştır.Unutmamalıyız ki bu kâinat insan için müsahhar kılınmış, içindeki güzellikler ve nimetler ona ikram edilmiştir. Nitekim Resul-i Ekrem (s) bir hilali ilk kez gördüğünde, (هِلالٌ خَيْرٍ وَرُشْدٍ) “Bu bir hayır ve irşat hilali olur inşallah” buyurmuştur.[2] Yani geceleyin ışığıyla bize fayda sağlayacak ve bir ayet oluşuyla da bizi Rabbimize irşat edecektir.
Bu hadisten yola çıkarak tefekkür ettiğimiz zaman kâinatta yaratılan her şeyin iki amacının olduğunu anlarız: İnsanlara yönelik menfaat ve insanları irşat… Batı dünyası yaratılmış olan her şeyden en azami bir şekilde istifade etmeye çalışıyor ve eşyayı menfaati için kullanıyor. Eşyanın insanı irşat etmesi yönüne gelince maalesef Batı tamamen sınıfta kalmıştır. İslam ülkeleri de eşyanın her iki yönünden de yeterince istifade edememektedir. Oysa Kur’an’ın da ifade ettiğine göre, yaratılmış olan her şey Allah’ın varlığına ve birliğine şehadet ediyor. Bu açıdan “göklerde ve yerde tefekkür edin” şeklindeki ilahî fermanların amacı Allah’ı tanımak ve ona şükretmektir. Allah’ın tanımayan bir kişi veya toplum hiçbir şeyi yeterince anlamış sayılmaz. Konuyu biraz daha açalım:
Allah insanları meleklerden üstün olarak yaratmıştır. Allah meleklere şehvetsiz bir akıl ihsan etmiş; hayvanlara akılsız bir şehvet ihsan etmiş; insana ise hem akıl hem şehvet ihsan etmiştir. Eğer insanın aklı şehvetine galip gelirse o insan meleklerin fevkinde olur. Eğer şehveti aklına gelip gelirse o insan hayvandan aşağı bir derekeye düşer. (أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا) “Yoksa sen onların büyük çoğunluğunun senin davetine kulak verdiklerini ya da doğru dürüst düşündüklerini mi sanıyorsun? Aksine onlar başka değil, bir hayvan sürüsü gibidirler. Hatta tuttukları yol bakımından daha da sapıktırlar” (Furkan, 25/44) ayetinde ifade edilen mana bunu açıkça gösteriyor. Yani eğer insan, insanlığın gereği olan imanı ve şükrü yerine getirmezse hayvandan daha aşağı bir derekeye düşer.
Gerek Müslüman gerek İslam ümmeti, Resûlüllah’ın (s) takip ettiği metodu takip ettiği, başka bir deyimle, onun Sünnet-i seniyyesine tabi olduğu sürece güvende olur. Bunun garantisi de Enfal Suresindeki ayettir. Allah Enfal Suresinin 33. Ayetinde Resûlüne hitaben, (وَمَا كَانَ اللَّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللَّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ ) “Sen içlerinde olduğun sürece Allah onlara azap vermez. Tövbe edip dururken de Allah onlara azap vermeyecektir”buyuruyor. Resûlüllah (s) hayattayken bu ayetin manasını anlamak zor değildi. Fakat Resûlüllah’ın (s) vefatından sonra bu ayeti nasıl anlamalıyız acaba?
(Bu makalenin devamı gelecektir)
MÜSLÜMAN’IN VE ÜMMETİN GÜVENLİĞİ (2)
Allah Enfal Suresinin 33. Ayetinde Resûlüne hitaben, “Sen içlerinde olduğun sürece Allah onlara azap vermez. Tövbe edip dururken de Allah onlara azap vermeyecektir. Onlar istiğfarda bulundukları sürece Allah onları azap edecek değildir.”buyuruyor. Bu ayet, hem ferden ferden bütün Müslümanlara, hem de topyekûn ümmete bir güvence niteliğindedir. Hz. Peygamber’in (s) sağlığında bu manayı anlamak kolay; acaba onun vefatından sonra nasıl anlamalıyız?
Kuşkusuz Resûlüllah’a hitaben inen bütün ayetler gibi bu ayet de Resûlüllah’ın vefatından sonra da geçerlidir. Bunu anlayabilmek için önce biraz ayetin tahlili üzerinde duralım: Ayetin başında yer alan (ما كان) nefyin mübalağası için kullanılan bir sığadır. Mesela eğer bir insana, “Sen aç mısın?” diye sorulduğunda, eğer o şahıs, (لا) “Hayır” diyerek aç olmadığını söylerse herkes onun aç olmadığına inanır. Fakat saygın bir kimseye, “Sen hırsız mısın” diye sorulduğu zaman o şahıs sadece, (لا) diyerek hırsız olmadığı konusunda muhataplarını ikna etmiş olmaz. Aksine, (ما كان لي أن أسرق) “Ben hiçbir zaman hırsız olamam” diyerek mübalağalı bir şekilde üzerine atılı iftirayı reddetmeye çalışır. Tıpkı bunun gibi, Allah bu ayetle, “Bir toplumun suçsuz ve günahsız olarak azap edilmesi mümkün değildir” demek istiyor. Yani her azabın bir sebebi vardır.
Allah zımnen şöyle diyor: “Ey Habibim, senin sünnetin bir toplumda dikkate alındığı ve sünnetine uyulduğu sürece toplum azaptan emin olacaktır.” Görülüyor ki, ferdin güvenliği iman ve şükre bağlı iken, toplumun güvenliği Resûlüllah’ın (s) sünnetine tabi olmaya bağlıdır. Bu açıdan denilebilir ki, bugün İslam dünyasındaki bela ve musibetlerin asıl sebebi Sünnet-i Seniyyenin hayatımızdan çıkarılmasıdır.
Sonuç olarak; toplumun bu badireden kurtulması için İslam âlimlerine büyük görevler düşüyor. Her şeyden önce topluma yön veren İslam âlimleri büyük bir saygıyla sünneti yeniden ihya etmelidirler. Kur’an’ın yeterli olduğunu savunan ve Sünnetin aleyhinde konuşan bazı filozof kafalı hocalara karşı dik durmalıdırlar. Diğer taraftan insanların hem akıllarına hem de kalplerine hitap ederek Sünnetin önemini yeni nesle aktarmalıdırlar.
Sünneti anlatırken sert ve kaba davranışlardan uzak durmalıyız. İşidvari söylemlerden ve radikal hitabelerden sakınmalıyız. Allah Al-i İmran Suresinin 159. ayetinde Resûlüne hitaben, (فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللَّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لَانفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ) “Sen onlara Allah’ın rahmeti ve lütfu sayesinde yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı yürekli olsaydın hiç şüphesiz senin etrafından dağılıp giderlerdi. Onları affet ve onların bağışlanmasını dile, iş hakkında da onlara danış. Karar verince de Allah’a güven. Doğrusu Allah, kendisine güvenenleri sever” buyuruyor.
Allah’ın insana en yakın iki ismi vardır. O da besmelede geçen Rahman ve Rahim isimleridir. Allah zatında Rahman, fiillerinde Rahimdir. Bu yüzden bizler mahlûkat olarak Rahim ismine yakınız ve o ismi her şeyden daha çok severiz. Rahim ismi mahlûkatla iç içedir. Allah Al-i İmran ayetinde şunu demek istiyor: “Ey Habibim, tarafımızdan senin kalbine verilen bir rahmet sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer katı davranıp onlarla irtibatını kesseydin senin etrafından dağılıp giderlerdi.” Eğer bizler de insanlara karşı merhametli davranırsak insanlar Kur’an ve sünnetin etrafında toplanır. Biz konuşmalarımızla insanları kendi etrafımızda değil, Kur’an’ın ve sünnetin etrafında toplamalıyız.
[1] Nisa, 4/147.
[2] Ebû Davud, Sünen, Edeb, 103.