"Modernist İlahiyatçıların kronik sorunu"

Son zamanlarda dini konularda tartışmaların dozunu artıran ilahiyatçılar hakkında bir yazı kaleme alan, Milat gazetesi yazarı "İsa Tatlıcan" bakın neler yazdı...

"Modernist İlahiyatçıların kronik sorunu"

Bir yanda Nihat Hatipoğlu, Ömer Döngeloğlu, Mustafa Karataş, Ali Rıza Demircan, Cübbeli Ahmet hoca…

Diğer yanda Abdulaziz Bayındır, İhsan Eliaçık, Süleyman Ateş…

Hangi kanalı açsak bir tarafta geleneksel ilahiyatçılar, diğer tarafta geleneği sorgulayan modernist ilahiyatçılar.

(Dini alanda farklı fikirlere hemen “Modernist” yaftası yapıştırmayı doğru bulmasam da yerini dolduracak başka bir kavram da bulamadım)

MODERNİSTLER DUYGULARA HİTAP EDEMEDİ

Nihat Hatipoğlu bu yıl da bildiğiniz gibi… Hitabetini biraz daha da geliştirmiş. Programın sonunda anlattıklarına dair aklınızda hiçbir şey kalmasa da, hala izleyicilerini etkileyebiliyor. İyi bir fon müziği ve ekoyu da yerinde kullandığında kendini izlettiriyor. Elinden geldiği kadar tartışmalı meselelerden, kalın çizgilerden kaçınıyor, iyi de yapıyor. Baygın bakışları, yarım kalmış tebessümü ile benim bu yıl da favorim Nihat Hatipoğlu…

Ömer Döngeloğlu Hocaya gelince. Bazıları yapmacık bulsa da bence gerçekten duygulanıyor. Anlattıkları sahurda yediklerinizi boğazınıza dizecek kadar etkili. İslam tarihinin önemli sahnelerini hayali senaryolarla süslemesinden de rahatsız değilim. Aksine, dinin özüne dokunulmadıktan sonra bu tür kurguları faydalı buluyorum.

Cübbeli Ahmet Hoca’yı Salı gecesi Habertürk’te Fatih Altaylı’nın programında izledim. O cıvık, pespaye program gitmiş, gerçekten izleyiciyi bilgilendiren, Cübbeli Ahmet Hoca’nın ilmini konuşturduğu bir program gelmiş. Hoca, eski programların aksine Fatih Altaylı’nın programı sulandırmasına izin vermeyerek takdir topladı. Kaset skandalları, hapishane günleri bir itibarsızlaştırma operasyonu muydu bilmiyorum ama bu süreç Cübbeli Ahmet Hoca’ya kesinlikle çok yaramış ve olgunlaştırmış.

Ekranın geleneksel ilahiyatçıları bu yıl kendilerini ve programlarını daha ileri bir noktaya taşıyayak reytingleri sildi süpürdü. Bu Ramazan’da da halkın ilgisini ve sevgisini üzerlerinde toplamayı başardılar.

DİN BİR MATEMATİK DEĞİL, GÖNÜL İŞİ

Peki geleneği sorgulayan, dini özüne döndürdüklerini iddia eden modernist ilahiyatçılar için aynı şeyleri söyleyebilir miyiz?

Mesela Abdulaziz Bayındır…

Dinin özüne ve uygulamasına dair söyleyeceği o kadar söz varken, iki yıldır imsak meselesine takılıp kalarak önemli bir fırsatı kaçırıyor.

Son izlediğimde bir pano üzerinde grafiklerle anlatıyordu. Oruç böyle matematiksel hesaplarla yapılan bir ibadet değil ki…

Kader konusunda söyledikleri, Allah için “önce” ve “sonra” olmadığını bilen her Müslüman tarafından reddedildi.

İhsan Eliaçık ise “Ateistler cehenneme gitmeyecek, asıl cehenneme gidecek olanlar abdestli kapitalistlerdir” diyerek çıtayı hiçbir reformist ilahiyatçının ulaşamayacağı bir yere koydu. Siyaseti bilmem ama din adına artık ne söylese bundan sonra inandırıcı bulunmayacaktır.

Süleyman Ateş geçmiş yıllardan farklı olarak Milli Piyango’ya “Helal” fetvası vererek kendisinden başka kimseyi inandıramadı.

Aslına bakarsanız, bu konuda yeterli donanıma sahip her insanın, Kur’an hakkında söylediği yeni bir sözü dinlemeye değer olduğunu düşünüyorum.

Hatta geleneği sorgulayan yazarları zaman zaman kendime daha yakın hissediyorum.

ÖFKELİ, KİBİRLİ, SEVGİSİZ TAHAMMÜLSÜZ DİN ANLATILIR MI?

Ancak anlayamadığım bir şey var.

“Halk islamı”nın özüne yönelik eleştirileri olduğunu söyleyenler, hurafelere ve gizli şirke savaş açtıklarını iddia edenler neden bu kadar sevgisiz, merhametsiz, tahammülsüz, antipatik ve itici…

Bir dini tebliğ etmekten öte sanki sürekli bir şeylerle savaşıyorlar.

Dini anlatırken bu öfke, kibir, insanları aşağılama, cehaletle suçlama, yerli yersiz her şeye hurafe kulpu yapıştırma gayreti neyin nesi?

Dini yaşamak bir gönül işi. İmanın kalbe yerleşmesi meselesi.

Modernist ilahiyatçıların yaptığı gibi, bu konuya teknik, detaycı ve sürekli sorgulayıcı yaklaşıldığında, gönül ortadan kalkıyor, samimiyet, sempati, sevgi gidiyor…

Geriye, -haklı da olsa- itici ve antipatik bir söylem kalıyor.

Bu da mesajın yerine ulaşmasını engelliyor