Milliyetçiliği "Din"leştiren Bir Söz: “Vatan Sevgisi İmandandır!”
Hz. Peygamber’e nisbet edilen bu söz, daha çok “ulus devlet” konseptine paralel bir vatan sevgisi bağlamında farklı olanı ve farklı düşüneni “öteki”leştiren bir içeriğe kutsal bir sos olarak kullanılır.
“Vatan Sevgisi İmandandır”
Serdar Demirel / Yeni Akit
Türkiye’de ne zaman etnik temelli toplumsal tansiyon yükselse bazı kesimler siyasi duruşlarını dinle güçlendirmek isterler. Bu bağlamda dinî nass diye çok tüketilen rivâyetlerden birisi de; “Hubbul vatan minel iman / Vatan sevgisi imandandır” diye halk arasında meşhur olan sözdür.
Bu rivâyet Hz. Peygamber’e (sas) nisbet edilerek alıntılanır, daha çok “ulus devlet” konseptine paralel bir vatan sevgisi bağlamında farklı olanı ve farklı düşüneni “öteki”leştiren bir içeriğe kutsal bir sos olarak kullanılır.
Bu sözün anlam çerçevesi tartışılabilir elbette. Nitekim tartışılmıştır da. Ama tartışılmayacak bir şey vardır ki, o da bunun hadis olmadığı hakikatidir. Hadis kaynaklarımızda bize aktarılmamış bu söz, uydurma hadis literatürünü içeren “El Mevduât” kitaplarında aslının olmadığına işaret edilerek zikredilmiştir. Sözün özü, Efendimiz’e nisbet edildiğinde “uydurma” hükmünü alan bir rivâyettir bu.
İslâm fıkhında uydurma hadisi rivâyet etmek ise ittifakla caiz değildir. Bu tür uydurma rivâyetleri, ancak uydurma olduğunu beyan etmek şartıyla aktarmayı caiz görmüştür âlimler. Zira Efendimiz’in bu hususta çok sert uyarıları vardır:
Meselâ mütevatir olarak bize ulaşan hadisde şöyle buyurmuştur Efendimiz: “Benim üzerime söylenen yalan, bir başkası üzerine söylenen yalan gibi değildir. Öyleyse kim bile bile bana yalan nisbet ederse cehennemdeki yerini hazırlasın!”
Sahih Müslim’de gelen bir hadisde ise; “Benden birisi hadis rivâyet eder ve onun da yalan olduğunu bilirse; o iki yalancıdan birisidir” (Müslim: 1/7, hn. 1) demiştir. Bu kadar sert uyarıların olduğu bir meselede bir Müslümanın bilerek uydurma rivâyetlere müracaat etmesi düşünülemez.
Rivâyetin anlam çerçevesine gelince: Eğer dense ki, vatan sevgisi imana aykırı değildir, yerinde bir tesbit yapılmış olur. Çünkü vatan sevgisi kişinin kendisini sevmesi gibi bir şeydir. Kişinin kendisini sevmesi imandan değildir ama imana aykırı da değildir.
İnsanda fıtrî olan yönelişler vardır, vatan sevgisi de bunlardan birisidir. İnsan doğup büyüdüğü coğrafyayı sever, kimse de bu sevgiyi sorgulayamaz. Önemli olan yaradılıştan gelen meyilleri meşru ölçüler içinde tutmak, onlara imanî değerler yükleyerek kutsamamaktır.
İman etmekle vatan sevgisi arasında ilzam edici bir ilişki kurmak, imanın şartlarına İslâm’da olmayan bir hüküm katmak olur ki, işte bu doğru değildir.
Vatan dediğimiz doğup büyüdüğümüz toprak parçası insanın bu dünyayı terk etmesiyle ilişkisinin kesildiği yerdir. Nihâyetinde insan ilişkisinin kesileceği yer imanın irtibatlı olduğu bir makam olamaz. Eğer dense ki, vatan sevgisinden kasıt kalıcı mekân olan daru’l bekâ yani ilk insanın ikâmetgahı olan cennettir, zorlama bir tevil olsa da, fazla itiraza gerek kalmaz sanırım.
İmanın şartları göreceli değildir, sâbittir; fıtrî olan vatan sevgisi ise kişiden kişiye değişkenlik arz eder. Vatan sevgisi Arab’a, Türk’e, Kürt’e, Malay’a ve diğer bütün farklı kavimlere göre ayrı ayrı tecelli eder. Hâlbuki yeryüzü Doğu’suyla Batı’sıyla Allah’ındır (c.c), bütün mülk O’nundur.
Uydurma hadisler arasında kabile ve coğrafya üzerine kavmiyetçi duygularla üretilmiş birçok rivâyet olduğu alanla ilgilenenlerin malûmudur. İslâm’ın sarih hükümleriyle çelişkili olmasına rağmen halk arasında bir zemin bulabiliyorsa bu tarz rivâyetler, bunun bir ucunda bilmemek diğer ucunda da aşırı kavmiyetçi duygular vardır.
Samimi olan kişiler ise kendilerine hakikatin bilgisi ulaştıktan sonra uydurma rivâyetlerden medet ummazlar.