MEHMET KIRKINCI HOCA EFENDİ

MEHMET KIRKINCI HOCA EFENDİ


Nam-ı diğer Kırkıncı Hoca… Kırkıncı Hoca, ilmî cesaret, münazara, cihat, Risale-i Nur ve Bediüzzaman’ı savunmak konusunda bir fenomendi.  88 yıllık ömrü hem ilim ve imanı savunma mücahedesiyle geçti… İlk medresesi “Karanlık Kümbet” olarak bilinen Erzurum’un eski kümbetlerinden biriydi. Kümbet karanlıktı ama Kırkıncı hoca oradan tün Erzurum’a ve tüm Türkiye’ye aydınlık dağıtan bir lamba olmuştu.
1957 yılında Erzurum’a bir üniversite açılacağı haberleri yayılınca Bediüzzaan’dan sonra en çok Kırkıncı Hoca bu habere sevinmişti. Çünkü Bediüzzman, “Orası benim üniversitem olacak” demişti. Bu söze çok değer veren Kırkıncı Hoca Bediüzzaman’a karşı mahcup olmamak için 1960’lardan itibaren Üniversite talebeleriyle ilgilenmeye başladı. Tek amacı, elden geldiği kadar Erzurum Üniversitesine gelen talebelerle meşgul olmak, onlara kalacak yer temin etmek, sonra da hafta sonlarında onlara Risale-i Nur’dan dersler vermekti. Kırkıncı Hoca bu hizmetine ara vermeden devam etti. Binlerce talebeyle tanıştı; fakültelerden mezun olana kadar onlara yardımcı oldu; lisansüstü tahsil yapmaları için teşvik etti; durumu müsait olmayanlara burs sağladı ve kitap yardımı yaptı.
Zaman zaman bize aktardığı bir anektot vardı. 1957 yılında TBMM’de Erzurum’da bir üniversite açılması için teklif verilince CHP grubu karşı çıkmış ve , “Erzurum gibi soğuk bir memlekette üniversite mi olur?” demişler. Hocam bu sözü aktarırken kendi şivesiyle, “Bu soyukta kim gelip üniversiteyi behleyecek?” demişler. Sonra bize döner ve şöyle derdi: “Bakınız; işte sizler, Türkiye’nin muhtelif yerlerinden gelip burada seve seve bekliyorsunuz. Demek bekleyen olacakmış” derdi.
Hocamla 1975 yılının Kasım ayında tanıştım. Erzurum İslamî İlimler Fakültesini kazanmış ve Erzurum’a yerleşmiştim.  Kırkıncı Hoca Erzurum şivesiyle konuşurdu ve dilinde hafif bir rekâket vardı. Bununla beraber çok güzel ve hakikatli cümleler kurardı. En büyük özelliği münazara ilminin bütün konularına hâkim olmasıydı. Muhatabını dinlemesini çok iyi bilirdi. Muhatabı ne kadar menfi konuşursa konuşsun önce onu dinler, konuşması bittikten sonra onu ikna eden veya susturan cevaplar verirdi. Risale-i Nurdaki en kapalı tılısmları, en kolay bir üslupla, her fakülteden olan talebelere izah edebilirdi. Sen ona bir soru sorduğun vakit, anlayıncaya kadar hiç yorulmadan sana izah etmeye ve aklına yaklaştırmak için misaller getirmeye devam ederdi.
Konuşmasını zaman zaman fıkra sayılabilecek küçük öyküler, nükteler ve hikmetli sözlerle süslerdi. Amaç, konuyu talebelerin zihnine yaklaştırmaktı. İlk Risale-i Nur dersine beni götürdüklerinde konuşmalarının ekserisini anlamamıştım. Çevremdeki arkadaşlar onun bazı sözlerine gülüyorlar. Ancak ben gülünecek bir şey anlayamamıştım. Arkadaşlarıma sordum; “Sabret; alışırsın; onun şivesi böyledir. Alışırsan dinlemekten çok lezzet alırsın” dediler. Gerçekten de böyle oldu; üç- beş sohbet sonunda atık onun ne demek istediğini çok iyi anlamış ve sohbetlerinin müdavimi olmuştum.
Birkaç ay sonra onun derslerine öyle alıştık ki, sabah namazından sonra Kurşunlu camisinde verdiği Arapça sar-nahiv, mantık ve Usul-u Fıkıh derslerine devam etmeye başladık. Çok meşguldü; adeta dersten derse koşuyordu. Bir tarafta, her akşam bir fakültenin Risale-i Nur dersine giderdi; diğer taraftan sabah namazından sonra Kurşunlu camiinde, saat ondan sonra, ikindiye kadar da Karanlık Kümbette derslere verirdi. Kurşunlu camisi imamı Molla İnam da dersine devam ediyordu. Allah her ikisine de rahmet eylesin. Zaman zaman derste bazı problemli konular olurdu. Hep Hocamın dediği gibi çıkardı. Çünkü o hiçbir zaman haklı olmadığı ve ikna edemeyeceği bir konuda iddialı konuşmazdı. Konuşmaları net ve derin anlamlıydı. Adeta denizin altından cevher çıkaran bir dalgıç gibi, her konuyu çok keyifli anlatır ve zevkli hale getirirdi.
Kırkıncı Hoca’nın geleceğe ait umutları çok güçlüydü. Siyasal baskıların en ağır olduğu zamanlarda bile talebelerine umut verir ve onların gelecekle ilgili kaygılarını yok edebiliyordu. Bediüzzaman’ın “Müsbet hareket” metodunu iyi kavramış ve çevresine de iyice anlatıyordu. Menfi sözlerden, ani çıkışlardan, bir an parlayıp sönen sözlerden ve tavırlardan, özellikle devleti yıkmaya yönelik siyasî ve hayalî hezeyanlardan hiç hoşlanmazdı. En ağır şartlar altında bile olumlu davranmak konusunda çok iyimserdi. O müsbet hareketi güneşe, menfi hareketi de rüzgâra benzetirdi. Şöyle derdi:
“Rüzgâr bir anda parlayıp ağaçların yapraklarını döker, dallarını kırabilir. Hatta birkaç ağacı da devirebilir. Bu, rüzgârın çok etkili ve başarılı olduğu anlamına gelmez. Güneş ise, herkesin penceresinden sessizce girer ve sakince iş görür Onun verdiği enerjiyle otlar yeşerir, renk renk çiçekler açar, hastalar iyileşir ve dünya ısınır. İşte müsbet hareket böyle bir şeydir. Üstadımızın hizmeti bir müsbet hareketin sonucudur.”
Bizleri, üniversitelerde hoca olmak için hep teşvik ederdi.  Bunun için durumu müsait olanların mutlaka yabancı dile çalışmalarını isterdi. Bazen asistanlık sınavlarına girip de haksızlıklara uğradığımız zaman oluyordu. Hocam böyle zamanlarda da hep iyimserdi: “Üzülmeyin; Her şeyde bir hayır vardır. Mülk ve melekût âlemini elinde tutan Allah bunu böyle tekdir etmiştir. Eğer inanıyorsanız, doğru yoldasınız. Doğru yolda olduğunuza göre siz haklısınız. Allah haklının yanındadır. Size haksızlık yapan hocalar isteyerek ya da istemeyerek er-geç pişman olacaklardır. Çünkü her şey kader ile takdir edilmiştir. Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün kazanırsınız. Yeter ki, siz her zaman imtihan için hazır olun. Unutmayın; bir gün mutlaka size bu haksızlığı yapanların temiz kâğıdı elinize geçebilir. Allah’tan ümit kesmeyin.”
Hocamın bu aşırı iyimserliği ve üstadından aldığı müsbet hareketi, çok önemli bir görev ifa etmesine de vesile oldu. Şöyle ki:
Sıkıyönetim dönemiydi;  1980’lerden sonra Anayasa maddeleri, geçici meclis tarafından hazırlanıyordu. Tabi, işin başında ihtilalı yapan Kenan Evren ve arkadaşları olan diğer dört komutan vardı. Mehmet Kırkıncı Hoca önemli gördüğü bir meseleyi önce arkadaşları arasında istişare ederdi. Bir konu öteden beri kafasına takılmıştı: “Madem yeni bir Anayasa hazırlanıyordu; acaba din derslerinin seçimlik ders olmaktan çıkarıp, Anayasanın içine koyarak mecburi dersler sırasına koyamaz mıyız?”  Hocam bu konuyu konseyle görüşmek için günlerce Ankara’da kaldı. Nihayet bir randevu alıp Kenan Evren ve diğer komutanlarla bu konuyu görüştü. Hocam, Müslüman gençler için din dersinin ne kadar önemli bir ders olduğu konusunda komutanları ikna etmişti. Bu büyük bir başarıydı. Ankara’dan döndüğünde, “Allah’ın izniyle bu işi başardık” dedi. Aylar sonra Anayasa maddeleri açıklanınca 24. maddede din derslerinin mecburi hale getirdiğini anlamış olduk. Bu büyük bir hizmet olmuştu. Din düşmanlarının bu maddeden ne kadar rahatsız olduklarını gördüğümüz zaman hizmetin değerini daha da anlamıştık.
Bu sonuç, Hocamın müsbet hareket prensibine olan bağlılığından başka bir şey değildir. O zaman bazıları Hocayı Orduya taraftarlıkla itham etmişlerdi. Hatta bazı nadanlar “Hoca darbecileri destekliyor” diyecek kadar izandan uzaklaşmışlardı. Oysa emr-i vaki yaparak ihtilal yapan birilerinin olumlu şeyler yapmalarına vesile olmak, darbecileri destekleme değil, milletin hayrına bir hizmettir. Hocamın yaptığı da bundan başka bir şey değildi. Nitekim o günden beri iktidarda olan bütün siyasiler, darbe anayasasıyla idare ediyorlar. Bunlara darbeci denilebilir mi?
Kırkıncı Hocamın ismi flaş bir isim olmuştu. Tıpkı üstadının ismi gibi… Onu duyanların bir kısmı ondan çok hoşlandıkları gibi, bazıları da ondan hiç haz etmezlerdi. Zamanlarını, onu gıybet etmekle geçirenler de vardı. Ama o bunlarla hiç ilgilenmez, hiç ehemmiyet vermezdi. Daima işine bakar, hizmetine odaklanır ve birkaç yıl sonra memleketin başına gelebilecek felaketlere nasıl engel olabileceğinin planlarını yapardı. O bu saik ile on binlerce talebe yetiştirdi. Yetiştiği talebelerden yüzlercesi, bugün muhtelif üniversitelerde doçent ve profesör olarak çalışmaktadırlar.
On binlerce talebesi, 25 ve 26 Mayıs günlerinde, Hoca’mın cenaze namazını eda etmek için Erzurum’da bir araya geldiler. Kırkıncı Hoca, 40-50 bin arasında değişen mahşerî bir kalabalık tarafından ebediyete uğurlandı. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz Hoca’nın takdimiyle cenaze merasimi başladı. Hoca, nefis üslubuyla onun hayatını veciz bir şekilde anlattı. Allah gani gani Ramet etsin. Ülke, Allah’ı ve O’nun Resûlünü çok seven, din-i mübini müdafaa etmek için bir ömür harcayan bir âlimini kaybetti. Ruhu şad olsun. Sevenlerinin başı sağ olsun.