Mecliste yemin etme hakkında, güzel bir analiz...

Mecliste yemin etme hakkında, güzel bir analiz...

Mecliste yemin etmenin hükmünün tartışıldığı bu günlerde, Haksöz haberden Selahaddin E. Çakakırgil "Mevzuu bâtıl olan bir konudaki yemin geçersizdir!" başlığıyla güzel bir yazıyla konuya açıklık getirdi..

işte o yazı:

Bir ülkede seçmenler tarafından, kendilerini temsil etmeleri için seçilen kişilerin, bir dayatma olarak değil, ve hattâ sözlü olarak bile olması şart olmasa bile, davranışıyla, fiilî olarak, ’Vatanın bütünlüğünü ve halkın birliğini korumak ve güçlendirmek için çalışacağıma söz veriyorum, / yemin ediyorum..’  mânasını yansıtacak şekilde söz vermesi, anlaşılabilecek bir durumdur:

Çünkü, bu gibi kişiler halk tarafından da herhalde bu niyetle seçiliyor, ’ ülkenin parçalanması ve halkın birbirine düşman hale düşürülmesi için çalış..’ diye gönderilmiyorlar.

Ama, bu yemin metninin bir dayatma halinde zorla söyletilmesi, komikliğin ötesinde bir saçmalıktır..

Bu ilkellik ve saçmalık, onyıllardır tekrarlanıp duruyor ülkemizde, bir utanç töreni olarak..  

Önümüzdeki günlerde de, bu saçmalık ve ilkellik, bir komedinin de ötesinde, bir vodvil sahnesi halinde tekrarlanacak ve milletin temsilcisi diye seçilen 550 m.vekili, bu sıfatlarının fiilen ve kanunen başlayabilmesi için, kemalist/ laik rejimin dayatması olan anayasada yazılı bir metni okumak zorunda kalacaklar. Onu okumazlarsa, m.vekillikleri başlatılamıyor..

Bu yemini metninde, ’Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalacaklarına’  söz verecekler, and içecekler.. Üstelik de, ’türk etnisitesinden, kavminden olmadıkları’nı haykıran kimseler ’Büyük Türk Milleti huzurunda..’ diye edecekler bu yemini..

Böylesine bir dayatmacılığın neresinde bir mantık vardır?

Ama, ortaya çıkan bunca tepkilerin mantığı, bu dayatmada da gizlidir..

Hangi etnisiteden olursa olsunlar, bu yeminleri etmeye zorlanan herkes de sanki, milletin değil de 73 sene öncelerde ölmüş olan bir siyasî  kişinin vekilliğine seçilmişler gibi gibi bir tuhaf  durum.. (Ölümlerinden sonra 70 yıl  daha hükümdarlık etmiş bir başka sultan örneğini gösterebilir miyiz tarihimizde?) 

Bu durumda, sahi n’apmalı?

*

Bir kaç yol var..

Ya, bazıları, bu bir formaliteden ibarettir deyip, başeğmeyi, taa baştan kabul edilip, ’M. Kemal vekilliği’ ve askerliğine ve onun vesayet ve velayeti altında bir temsilcilik vazifesine başlayacak..

Ya da, anayasanın filanca maddesinde metni okuyorum,  dedikten sonra, ’dayatmasız, kendi hür irademli yaptığım yemin ise, şudur..’ deyip, kendi gönlündeki metni okuyacaktır..

Ya da, ’Ben hür bir m. vekili olarak, hür irademle yemin edebileceğim bir imkan sağlanmadıkça, m.vekilliğine göstermelik olarak başlamam..’ deyip, Meclis’e kamuoyu önünde baskı yapmak, halkın dikkatini, konunun önemi üzerine çekmeye çalışmak yolu zorlanacaktır..

’90 yıldır, tekrarlanıp durulan bu gibi yeminler zorbalığın, tahakkümcülüğün ilâmından gayri ne getirdi? Bu yemin, tiyatroya girilirken, kapıda gösterilen bilet hükmündedir, bu biletin içerde oynanacak olan tiyatro eseriyle hiçbir ilgisi yoktur..’ deyip geçenler de olabilir.

Başka yollar da bulunabilir belki..

Bir diğer konu ise, bu yemin metninin, gerçekte yemin filan olmayıp, bir dayatma, bir zorbalık ve faşizm gösterisi olduğudur..

*

 

Halk ile seçtikleri arasında, verilen yetkiye sâdık kalacaklarına dair fiilî bir sözleşme/ yeminleşme zâten var demektir.. Ama, yetkiyi veren halk yerine, birilerinin 30 yıl önce süngü ucuyla yemin diye yazdırdığı bir takım elfaz yığınını tekrar ettirmek, evet, komikliğin ötesinde bir şeydir..

Bu konuda, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ’yemin edecekler, sonra milletvekili olacaklar. Sonra farklı görüşlerin, bölgelerden gelecek sorunların tartışılabilmesi lâzım. Kim köprüleri atıcı davranırsa, çok yanlış yapar..’’ diye, muhtemel bir tartışmaya erken bir şekilde  ve yersiz bir müdahalede bulunmak durumuna düşmüştür.. Halbuki, bu yemin metnine karşı çıkarak yetişmiş bir gençlik kesiminden gelen Abdullah Gülden, bu gibi mantıkdışı zorlama ve formalitelerin kanunlardan temizlenmesi gerektiğini söyleyerek, bir büyük sosyal değişime ’yeşil ışık’ yakması beklenirdi.

Meclis’in açılışında bu yönde bir takım tartışmalar olursa, Erdoğan, Gül ve Arınç ve onlarla aynı çizgiden gelenlerin, bir tavır belirtmeyip, o anayasa dayatmasının mantıksızlığının halk kitleleri arasında da daha bir iyice anlaşılması için, tartışmanın, yemin metnine karşı çıkanlar ile CHP ve MHP arasında cereyan etmesine seyirci kalmaları umulur.. Çünkü, bu iki parti de, yeni yapılması düşünülen anayasa için, mevcud anayasanın Başlangıç kısmınıyla, ’değiştirilmesinin teklif bile edilemiyeceği’ dayatılmış ilk dört maddesine dokunulmamasını şimdiden bir önşart olarak ısrarla belirtip, resmî ideolojiden gelen dayatmacılıklarını sürdürmek istiyorlar..

*

Konu, bir yemin değil; bir başeğdirme, bey’at alma zorbalığıdır..

Bu konuda, Şerafeddin Elçi, ’m.vekilliğinin yürürlüğe girebilmesi için o yemini etmek gerekiyor. Ancak biz buna inanmadığımızı deklare edeceğiz ve o yemini, inanmadığımızı, bağlı kalmıyacağımızı, ama hukukî şekil öyle olduğu için onu yaptığımızı söyleyip, yemin edeceğiz..’ derken Gül’den daha mâkul.. Çünkü, Elçi, zorlanan, dayatılan bir kişi durumunda.. Gül ise, bu hukukî dayatmayı kaldırtmak yolunda bazı imkanlara sahib..

Meclis’in yeni ve renkli isimlerinden olacakları beklenen Altan Tan ve Sırrı Sureyya Önder’in tavırları ise, daha bir ilginç..

Sırrı Sureyya, NTV’ye verdiği mülâkatta, ’ülkenin bu kadar önemli mes’eleleri varken, bir formaliteye bu kadar takılmamak gerekir...’ diye, en önemli konuda, daha baştan başeğmeyi kabullenip, iradesinin ipini kemalist-laik rejimin 100 yıla yaklaşan egemen güç odaklarının gizli veya açık ellerine teslim ederken;  Altan Tan, ’Bu yeminle benim sorunum var. Yani, kemalizme bağlılık yemini olan bu yemin, itikaden yanlış.. Bir anayasal zorunluluk olarak yemin edeceğim, bunun ötesinde de Allah’tan af dileyeceğim..’ demektedir..

Evet, seçim propagandaları esnâsında Başbakan için söylediği ve internet sitelerine, medyaya yansıyan ve, ’Bizim dedelerimiz Şeyh Said’in liderliğinde kemalistlere karşı qıyâm ederken, Tayyîb’in dedeleri fındık toplamakla meşgul idiler’  gibi laflar eden Tan’ın, daha işin başında ve sırtında hiç bir sorumluluk yokken, yelkenleri indirip, şimdi gidip kemalistlerin dayattığı sözleri tekrarlamayı kabulleneceğini açıklaması, zorbalığa, zulme başeğmemek için başını veren Şeyh Saîd’le arasında ne kadar bir benzerlik olduğunu ortaya koymaktadır.

*

Şu noktayı bir daha belirtmek gerekiyor ki, bu yemin, gerçekte bir yemin filan değil, kişinin iradesini selbeden, askıya alan bir dayatmadır, bir zorbalık, bir bey’at ettirme zorlamasıdır..

Bey’at (veya biat)’i, hükûmet eden kişi/ kadro veya sistemin hâkimiyetini kabullenmek için, sadece İslamî terminolojiye aid bir ıstılah/  terim gibi göstermeye çalışan ve böylece müslümanları, bey’at etmeye zorlanmış, bu dayatmacılığa boyun eğmiş, bey’at mantığından gelen, iradelerinin kısıtlanmasını kabullenmiş kimseler olarak göstermeye kemalist- laikler, kendileri de aynı bey’at mantığıyla hareket ettiklerini itiraf cesaretini gösteremeseler de, yemin denilen bu metin de resmî ideolojinin zorla bey’at ettirme / başeğdirme ameliyesi operasyonudur..  

Konunun itiqadî açıdan değerlendirmesine gelince..

Bey’at gönüllü olarak, hür iradeyle olduğu gibi,  zorlamayla olmuştur.. Emevîler’in ilk döneminde, Yezid’e karşı qıyâm eden Abdullah bin Zubeyr’in Mekke’de duruma -kısa süreli de olsa- hâkim olduğu sırada, kendisine karşı çıkan kabile reislerini boyun eğdirmek için, Kabe avlusunda ateş yaktırıp, kendi hâkimiyetine bey’at etmeyenleri ateşe atmakla tehdid yoluyla netice aldığına dair haberler ilginçtir.. Yani, zorla, tehdidle, sindirmeyle, can korkusuyla bey’at ettiriş örneklerinin tarihimizde de pek çok olduğunu kabul etmeliyiz.. Sultanların zer ve zor (altın ve silah) güçlerine karşı çıkanların sadece bu iki güç ile değil, inanç gücüyle de yenilgiye uğratılmaya çalışıldığını, kişi veya kitlelerin sadece dünyalarının değil, ahiretlerinin de harâb olacağı tehdidleriyle sindirildiğini görmezlikten nasıl gelebiliriz?

Bir anekdotu da aktaralım, yeri gelmişken..

İran’da Şahlık rejiminin çöküşüyle sonuçlanan büyük inqılab hareketinin son demlerinde, hele de Şah’ın ülkeden kaçmasıyla artık dayanakları da kalmayan nice subaylar, o büyük inqılab hareketinin lideri, rehberi olan İmam Khomeynî’ye haber gönderip, bey’atlerini açıklamak istediklerini, ancaak, resmî vazifelerine başlarken, Şah’a bağlı kalacaklarına dair, Allah adına yemin ettiklerini, bu yeminin kendilerini bağladığını ve iki arada bir derede kaldıklarını bildirdiler..

İmam Khomeynî, o zaman, ’mevzuu, konusu bâtıl ve harâm olan bir hususda edilen yeminin bağlayacılığı yoktur..’  cevabını verdi..

Sözgelimi, bir kişiyi öldürmesi için kiralık kaatil olarak tutulan bir kişiye ettirilen yeminin bağlayıcılığı olur mu? Veya, bir kumar neticesinde ortaya çıkan alacak-verecek mes’elesinde yapılan yeminlerin bağlayıcılığı olur mu?

Kemalist-laiklerin ve ondan da önce İttihadçıların ve ondan da önce, asırlarımızı dolduran sulta uygulamalarının içinde yapılmış olan bey’at bildirim ve yeminlerinin bağlayıcılığı nedir? Aslolan, kişinin hak ve doğru olduğuna inandığı bir konudaki bağlılığının hür iradesiyle ortaya koymasıdır..