MARDİN’DE RİSALE-İ NUR-KÜRTLER VE MİLLİYETÇİLİK SEMPOZYUMU
6-8 Nisan 2012 tarihlerinde, Mardin Artuklu Devlet Üniversitesinde bir ilk yaşandı, diyebiliriz. Bir şölen havasında geçen sempozyum bir ilkti; çünkü 35 yıl hapis ve sürgün hayatı yaşayan bir İslam âliminin MÜNAZARAT adlı eseri bilim adamları tarafından etraflıca tartışıldı.
1906 tarihlerinde kaleme alınan Bediüzzaman’ın Münazarat adlı eseri, Osmanlı devletine ve devletin başındaki padişaha yapılan uyarılarla doludur. Bediüzzaman bu eserinde, modern çağın devlet felsefesini içeren uyarılarını sadece padişaha yapmıyor; Kürtlere, Ermenilere, Türklere ve Araplara da yapıyor. Ama kitapta yer alan soru-cevaplar Kürt aşiretleriyle yapılan bir röportaj niteliğini taşıdığı için yapılan uyarılar öncelikle padişaha, sonra Kürtlere ve diğerlerine hitap niteliğini taşıyor.
Kürtlere yaptığı uyarılarda “Artık siz de uyanın. Zaman hürriyet zamanıdır. İstibdat’tan en çok siz zarar gördünüz. O halde hürriyet ve demokrasiyi herkesten daha çok siz istemeli ve desteklemelisiniz. Eski hal muhaldir. Ya yeni hal ya da izmihlal (perişanlık) olacaktır” diyor.
Osmanlı padişahı Sultan Abdulhamid’e ve devlet büyüklerine, Halkın üzerine örttükleri zulüm perdesini kaldırmalarını, demokrasi ve özgürlüklere daha fazla imkân tanınmasını, gayri Müslim tebeaya hor bakılmamasını, onların da bizim gibi kaymakam ve Müdür olmalarına imkan tanınmasını ve Kürtçenin konuşulduğu doğu bölgelerinde, Arapça ve Türkçe’nin yanı sıra Kürtçenin de eğitim dili olarak yer aldığı bir üniversitenin kurulmasını tavsiye etmiştir. Bediüzzaman’ın yaptığı en önemli uyarı ise Türkler’in Ermenilerle dost geçinmeleri yönündedir. Der ki: “Bence şimdi Ermenilere kılıç çekenlerin kılıçları, döner onların torunlarına isabet eder.” Aynen dediği gibi oldu; bugün Türkiye’nin başı Ermeni meselesi yüzünden bir hayli derttedir.
Kürtlerin kendi dillerini rahatlıkla öğrenmeleri ve konuşabilmeleri için kendilerine imkân verilmesi gerektiğini de açık bir dille haykıran Bediüzzaman, bugün yaşadığımız sorunları o günlerde görmüş ve çözüm önerilerini de sunmuştur. İşte bu kahraman İslam âliminin hayatı, söyledikleri bu gerçekler yüzünden altüst oldu ve başı bir hayli derde girdi. 1925 yılından itibaren 1960 yılında Urfa’da vefat edene kadar hapis ve sürgün hayatı yaşadı. Şimdi ise ilk kez bir devlet üniversitesinde (Mardin-Artuklu) Bediüzzaman’ın, kimilerine göre devletin temel nizamlarını altüst eden görüşleri tartışılmaya başlandı.
İlk defa bir devlet Üniversitesinde Bediüzzaman ve Risale-i Nur Sempozyumu yapılmış oldu. İlkler bununla da sınırlı değil; ilk defa bir devlet üniversitesi rektörü, Bediüzzaman’ın talebelerini sempozyuma davet etti ve açılış konuşmasında onlara saygı ve hürmetlerini bildirdiğini ifade etti.
Yine ilk defa bir devlet Üniversitesinin Rektörü, üstadın talebelerinden oluşan bir oturum tertip etti ve oturuma bir profesör başkanlık etti. Ve ilk defa bir devlet Üniversitesinde Üstadın talebelerinden Abdullah Yeğin’e: “Ağabey konuşma sırası sizde, buyurun” denildiğinde Abdullah Yeğin ağabey “Bismillah” diyerek Üstadın ırkçılık ve milliyetçilik hakkındaki 26. Mektupdan ders yaptı.
Yine ilk defa bir devlet Üniversitesinde konuşan Üstadın talebelerinden Abdulkadir Badıllı, Kürtlerin farklı bir kavim olduklarını, bugüne kadar anadil ve benzeri birçok insanî haklardan yoksun bırakıldıklarını ve bu hakkın mutlaka kendilerine verileceğini açıkça ifade etti.
Badıllı ağabey’in konuşması dikkat çekiciydi. Şöyle dedi:
“Üstad İstanbul’a ilk geldiği sıralarda hem Türkçe hem de Kürtçe bir gazetenin çıkarılmasını için önayak olmuş, hatta kendisi o gazetede Kürtçe ve Türkçe bazı makaleler neşretmiştir. Üstad hiçbir zaman Kürt olduğunu asla inkar etmemiş ve “Kim ki babasını inkar ederse kafir olur” hadisini dikkate almıştır. Üstadın milliyetçilik hakkındaki görüşü şöyle: “Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başına bir millettir. Kimin himmeti kendi nefsi ise, yani diğergam değilse, o kimse insan değildir.”
“Şeyh Said isyanı denen olay, tamamen bir provokasyondur. Namuslarına karşı hassas olan Kürtlerin namusuna dil uzatıldığı takdirde bunu asla kabul etmeyeceklerini ve kim olursa olsun, namuslarına dil uzatanları öldüreceklerini bilenler böyle bir olay tertip etmişler ve iki jandarmanın öldürülmesini sağladılar. Olay bundan ibarettir. Bugüne kadar Kürt meselesi için 400 milyar dolar harcandı. Eğer T.C. devleti ve PKK üstadı dinleseler, PKK bir tek jandarmayı öldürmeyecekleri gibi, devlet de bir tek Kürdün öldürülmesine izin veremez.”
Üstad ayırımcı değildir. “Biz Kürtlerin hayatının saadeti, Türklerin hayatının saadetinden neşet eder” diyen bir Üstad ayırımcılık yapabilir mi? Bir zamanlar bazılar benim için de: “Abdulkadir Badıllı Kürtçüdür” dediler. Oysa ben Kürtçülük yapmadım ve yapmam. Ben sadece Kürtlerin de gasp edilmiş haklarının olduğunu söyledim. Üstadımın müsaade etmediği hiçbir düşünceyi ne söyledim ne savundum.”
“Zaman zaman bazı kimseler “Risale-i Nur, Üstadın talebeleri tarafından değiştirilmiştir. Kurdî kelimesi yerine, Nursî, Kürdistan ifadesi yerine, Vilayat-i Şarkiye tabirleri konmuştur” dediler. Bu iddia bir iftiradan başka bir şey değildir. Çünkü dikkat çekmesin ve nur talebelerinin başları, boş yere derde girmesin diye, bu kelimeler bizzat Üstad tarafından değiştirilmişlerdir. Hatta İki Mekteb-i Müsibet” adlı kitabındav yer alan “Biz ki Kürdüz” ifadesini “Biz ki hakiki Müslümanız” şeklinde değiştirdi.”
Üstadın talebelerinden Said Özdemir abi konuşmasında şöyle dedi:
“Ben Medine’ye yerleşmek üzere Üstadımdan izin almaya gittim. Üstad bana: “Niçin Medine’ye gidiyorsun?” dedi. Ben de: “Üstadım, zaman kötü ve çocuklarımın bozulmasından korkuyorum” dedim. Bunun üzerine Üstad: “Bak kardeşim, ben Mekke ve Medine’de de olsaydım vallahi buraya gelirdim. Türkiye âlem-i İslam’ın kalbi, kapısı ve anahtarıdır” dedi ve beni gitmekten vazgeçirdi.”
“Üstad daha sonra, SÖZLER adlı eserini yeni harflerle bastırmak için bana görev verdi. Ayrıca yanındaki paradan 1200 lira daha verdi. O zaman için iyi bir paraydı. Biz ağabeylerle Sözleri bastırdık ve Üstada götürdük. Üstad: “Bu kitabın fiyatı nedir?” dedi. Ben: “25 liradır Üstadım” dedim. Üstad hemen cebinden 25 lirayı çıkardı ve bana verdi. Ben: “Üstadım, zaten sizin verdiğiniz parayla bastırdık. Artık niye para veriyorsunuz?” dedim. Ama Üstad “Olmaz, o ayrı bu ayrı” dedi, parasız kitap almayı kabul etmedi ve SÖZLERİ eline alıp Allah’a şükretti.”