MAKAMLAR VE İHLAS
Bediüzzaman maddî veya manevî makamların ihlâsı kırabileceğini, kendisinden örnek vererek ihlâsın kırılmaması için siyasetten ve siyaset kokan maddî ve manevî bütün mertebelerden kaçtığını açıkça ifade eder.[1] Afyon mahkemesine yazdığı müdafaasında, elinden geldiği kadar nefs-i emmaresini hodfuroşluktan (kendini satmaktan) menetmeye çalıştığını, kendisine hüsn-ü zan eden talebelerinin hatırlarını yüz kere kırdığını, dafalarca "Ben mal sahibi değilim, Kurân'ın mücevherat dükkanının biçare bir dellalıyım" dediğini söyledikten sonra özetle şunları kaydeder: "Ben değil dünyevi makamları, şan ve şerefi şahsıma kazandırmak, hatta manevî büyük makamlar bana verilse bile, hizmetteki ihlâsıma zarar gelmesin diye o makamları korkarak da olsa redetmeye karar verdim."[2]
Bediüzzaman, hiç bir zaman benlik, şahsiyet, şahsi makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmanın Risale-i Nur mesleğinde bulunmadığını, Nur'daki ihlâsı bozmamak için manevî makamların verilmesi halinde bile o makamları bırakmak zorunda olduğunu ifade eder.[3] Hatta ilk kez Onda gördüğümüz bir fedakârlık biçiminden de söz etmek gerekir. Bediüzzaman, sadece maddî ve manevî makamları değil, aynı zamanda Uhrevî makamları bile Kurân hizmeti için terk ettiğini dile getiren belki de ilk mümindir. Talebelerin "Neden haklı olarak sana verdiğimiz manevî makamları şiddet ve hiddetle reddediyorsun?" şeklindeki sorularına özetle şöyle cevap veriyor: "Nasıl ki, ehl-i hamiyet bir insan, dostlarının hayatını kurtarınak için kendini feda eder, öyle de ehl-i imanın ebedi hayatını tehlikeli düşmanlardan korumak için luzum olsa -hem luzum var- değil yalnız layık olmadığım o makamları, belki hakiki hayat-i ebediyenin makamlarını dahi feda etmeye hazırım[4]
Bediüzzaman'a göre enâniyet çağı olan bu çağımızda büyük makamlar her şeyi kendisine tabi kılar. Hatta dünyevi makamlar için mükaddesatı dahi feda ettirir. Bir adama manevî bir makam verildiği zaman, halkın nazarında kendini muhafaza etmek ve o makama kendini yakıştırmak için bazı kudsî hizmetlerini o makama basamak ve vesile yapar. Böyle bir durumda olan bir kimsenin ihlâsı korumasının mümkün olamayacağını ifade eden Bediüzzaman şöyle der:
"Hakikat-i ihlâs, benim için şan ve şerefe ve maddî ve manevî rütbelere vesile olabilen şeylerden beni menediyor....Kemiyet keyfiyete nispeten ehemmiyetsiz olduğundan halis bir hadim olarak hakikât-i ihlâs ile, her şeyin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi on adama ders vermeyi, büyük bir kutbiyetle binler adamı irşat etmekten daha ehemmiyetli görüyorum."[5]
Bediüzzaman'ın, "Neden nur talebelerinin evliyalar gibi manevî zevkler ve maddî kerametlere mazhariyetleri görünmüyor?" şeklindeki bir soruya verdiği cevap maddî ya da manevî makamların ihlâsı nasıl bozduğunu açıkça ifade etmektedir: "Sebebi sırr-ı ihlâstır. Çünkü dünyada muvakkat zevkler ve kerametler, tam nefsini mağlup etmeyen insanlara bir maksat olup Uhrevî ameline bir sebep teşkil eder, ihlâsı kırılır. Çünkü amel-i Uhrevî ile dünyevi maksatlar, zevkler aranmaz; aransa sırr-ı ihlâsı bozar."[6]
[1] Emîrdağ Lahikası, II, 2197
[2] A.g.e., I, 1045
[3] A.g.e., I, 1068
[4] A.g.e., II, 1708
[5] A.g.e., a.y.
[6] A.g.e., II, 1713