KÜRTLERİN İSLÂMA BAĞLILIKLARI
Erken dönemlerde İslamla tanışan Kürtler oldukça İslamın tesirinde kalmışlardır. O kadar ki, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Amed (Diyarbakır), Erbil ve el-Cezire (Cizre) gibi kentler zamanla, Ehl-i Sünnet akidesinin klasik bir biçimde yaşatıldığı güçlü birer merkez haline gelmişlerdir. Başka bir deyimle, Kürtler, adeta diğer milletlerden daha ziyade İslamı büyük bir samimiyetle benimsemişler ve İslamı öğrenmek için önemli kurumlar tesis etmişlerdir.
Kürtlerin Ehl-i Sünnet itikadına bu denli sıkı taraftarlık göstermelerinde, Hanefî mezhebine göre daha tavizsiz bir mezhep olarak kabul edilen Şafii mezhebine bağlı olmalarının etkisi büyüktür. Çünkü Şafii Mezhebi, her vesileyle tabilerine Ehl-i Sünnet Vel-Cemaat taraftarlığını aksiyoner bir şekilde aşılayan bir mezheptir. Nitekim genel olarak Temel İslamî bilimlerin öğretildiği Kürt Medreselerinde, İslamın kaynak dilleri olan Arapça, Türkçe ve Farsçanın yanı sıra Şafii mezhebi de en iyi şekilde öğretilmekteydi. Dolayısıyla Kürtlerin Ehl-i Sünnet itikadına tavizsiz bir şekilde bağlı olmalarında, Şafii mezhebi öğretilerinin etkisi büyüktür.
Kuşkusuz Kürt Medreseleri sadece dinî ilimlere kaynaklık yapmıyordu; aynı zamanda tarikatların hatta Kürt milliyetçiliğinin de merkezleri sayılırlardı. Nitekim Kürt diliyle şiir yazan birçok Kürt şairinin medrese çıkışlı olması bu tezi güçlendirmektedir. Diğer taraftan, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde, şaşırtıcı biçimde İslamın dışında ve batıl bir dinde yaşayan Ezidîler, ya da İslamı keyfî ve indî bir şekilde yorumlayan Rafıdîler v.b. gibi birtakım Kürt gruplar da mevcuttur. Hatta Türkiyede yaşayan Kürt Alevîler (Rafidîler), Türkmen Alevilere göre Raşid halifelerin yolu olan Ehl-i Sünnetten daha çok uzaktırlar.
Bu itibarla Sıkı bir Sünnî geleneğe sahip olan Kürtler oldukça hoşgörülü bir ortamı da koruyabilmişler. Yani hem aşırı Sünnîleri hem de Sünnîlere karşı olan diğer grupları bünyesinde barındırmaktadır. Başka bir deyimle, hem Sünnî İslamı cansiperane müdafaa edenlerin hem de Sünnî İslamdan çok uzak bir noktada olan bazı din ve mezhepleri benimseyenlerin Kürt olması oldukça dikkat çekicidir. Bu durum, Kürtlerde var olan demokratik tercihin ne denli geçerli olduğunun da bir işaretidir. Gerçekten de Sünnî Kürtlerin yaşadıkları bölgelerde Hıristiyan Süryanîler ve İslamın dışında batıl bir mezhep edinen Ezidîler olduğu halde onlarla Kürtler arasında herhangi bir sorun yaşanmamaktadır.
Genel olarak Kürtler için Dindar bir kavim tabirini kullanmak yanlış olmaz. Çünkü Kürtlerin yaşadıkları tüm bölgelerde başta devleti idare edenler olmak üzere bütün Kürtlerde İslam dinine bağlılık temel bir prensip olarak karşımıza çıkıyor. Bilindiği gibi Eyyubi devletinin başına geçen Salahaddin Eyyubî dışında, devlet idare eden ve tarihte iz bırakan güçlü Kürt liderler bilinmiyor. Başka bir deyimle, Kürtlerin çok sayıda devlet kurdukları veya devlet idare ettikleri tarihçiler tarafından ciddî bir şekilde desteklenmemektedir. Ancak Kürtler, dış ilişkilerinde başka devletlere bağlı olup iç ilişkilerinde serbest olan ve bir nevi özerk bulunan emirlikler ve hanedanlıklar kurmuşlardır.
Ne var ki, Kürtlerin komşularıyla iyi geçinen bir kavim olmalarından olsa gerek, Kürt emirliklerinin yöneticileri, kendilerinden önce Müslüman olan milletlerin oluşturdukları yaşayış tarzlarını, din, hukuk, ahlâk, iktisat, örf-âdet ve diğer özelliklerini olduğu gibi benimsemişlerdir. Diğer bir ifadeyle Kürt liderler, himayesinde bulundukları İslam devletinde işlemekte olan sosyal ve hukuksal yapıları aynen almışlardır. Mesela Diyarbakır, Cizre, Hani ve Meyafarkin gibi merkezlerle Konya, Selçuk, Amasya ve Sivası hiçbir farkları yoktur. Buralarda emîrlik yapan Kürt liderlerin İslam dinine bağlı olduklarını, her emîrin yanında, kendisine Şeyhul-İslamlık yapacak bir Seydanın (Şeyhin) yer aldığını ve emîrin bu Seydaya/Şeyhe bağlı olduğunu biliyoruz. Gerek Faqiyé Teyrân gerek Ahmed Cezerî, gerekse Ahmed Hanînin şiirlerinde bu dindarlığın izlerini görmek mümkündür.
(Bu Konuya devam edeceğiz)