Kürt Sorununun Çözümünde Olmazsa Olmaz: Kültürel Haklar
Devlet güvenlik politakalarına mahkûm olmadığını görmeli ve daha fazla gecikmeden tam ve eksiksiz olarak kültürel hakları vermeli.
Kürt sorununun çözümünde olmazsa olmaz: Kültürel haklar
Kürt sorunundaki "yeni strateji" vesilesiyle yapılan açıklamalarda bir kez daha görüldü ki, taraflar çözümü zorunluluklar yerine kendi ideallerinde arıyorlar.
Hâlbuki çözüm için en iyi hareket noktası "olmazsa olmazlar"dır. Kürt sorununun çözümünde olmazsa olmaz ise, kültürel haklardır. Çünkü Kürt sorununun çözümü, her şeyden önce Kürt kimliğinin güvence altına alınmasını sağlayacak kültürel hakların, herhangi bir muhataba ve müzakereye gerek olmaksızın tam, eksiksiz ve gecikmeden verilmesine bağlıdır.
Bu iddianın, cevaplanması gereken önemli bir soruya yol açtığının farkındayım: Kürt sorunu ile PKK ve "hak talepleri"yle "statü talepleri" bu kadar iç içe geçmişken, dahası Kürt milliyetçiliği bu kadar yol almışken, bu hakların verilmesi gerçekten Kürt sorununu çözmeye yeter mi? Dahası, Kürt sorununun bu şekilde çözülmesi PKK terörünü sona erdirir mi?
Bu soruyu cevaplayabilmek için iki noktadan hareket edeceğim: Kürt sorununun ne olduğu ve Kürt milliyetçiliğinin kitleselleşme düzeyi. Bu sayede kültürel hakların Kürt sorununu niye, nasıl, ne kadar ve ne zamana kadar çözebileceğini tartışabiliriz.
Çözümler sorunun nasıl tanımlandığına göre değişir. Bu yüzden önce konuya Kürt sorununun ne olduğuyla başlamak gerekir. Günümüzde çok boyutlu ve girift bir hal almasına karşın özünde Kürt sorunu, farklı bir etno-kültürel kimliğin güvence altına alınması ve serbestçe ifade edilebilmesi sorunudur. Ve bu haliyle Kürt sorunu, öncelikli olarak bir "siyasi statü" meselesi değil, insan hakları gibi doğuştan sahip olunması gereken kültürel haklarla ilgili son derece "insani" bir sorundur. Çözümün odaklanması gereken asli ve acil sorun da budur.
Bu tanımlama, sorunun başka boyutları olmadığı anlamına gelmez. Elbette bu insani sorun, siyasetin yanlış uygulama ve talepleriyle kirletilmiş ve farklı boyutlar kazanmış olabilir. Fakat bu sorunun yol açtığı terör, milliyetçilik ve statü arayışı gibi diğer boyutların da halli her şeyden önce bu sorunun çözümüne bağlıdır. Kürt milliyetçiliğinin soruna artık sadece "insani bir kimlik sorunu" değil, aynı zamanda "siyasi bir statü sorunu" olarak baktığı doğru olsa bile, bu insani sorun çerçevesinde yapılması gerekenleri geçersiz kılmaz. Aksine tüm bu sonuçları ortadan kaldırmanız için de asli soruna odaklanmalı ve öncelikle onu çözmelisiniz.
Kürt milliyetçiliğinin toplumsallaşma düzeyi
Bu söylediklerimin geçerli olabilmesi için ikinci hareket noktamı oluşturan Kürt milliyetçiliğinin toplumsal karşılık bulma düzeyini ve gücünü ortaya koymamız gerekir. Çünkü kültürel hakların Kürt sorununu büyük oranda çözeceği öngörüsü, Kürt milliyetçiliğinin kitlesel destek bulma düzeyinin düşüklüğüne bağlıdır. Bir başka deyişle, bu düzeyin güçlü olması (mesela destek yarıdan fazlaysa) Kürt sorununun artık bir kimlik değil, statü sorunu haline geldiğini gösterir. Bu durumda ise, kimliğin korunması ve kültürel hakların verilmesi bu sorunu çözmede yetersiz kalacaktır.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye'de güçlü bir Kürtlük bilincinden ve gittikçe güçlenen bir Kürt milliyetçi ideolojisinden söz edebiliriz. Ama bu ideolojinin, halkın Kürtlük bilincini ne kadar kendi hedefleri doğrultusunda harekete geçirebildiği, onunla ne kadar örtüştüğü tartışmalıdır. Çünkü bu konuya ilişkin elimizde hem Kürtlerin toplumsal yapısına hem de siyasal eğilimlerine ilişkin önemli veriler var. Örneğin, Kürtlerin yaklaşık üçte birinin Türkiye'nin batı illerinde ve Türkler başta olmak üzere diğer etnik grupların da aynı oranda Kürt yoğunluklu illerde yerleşik olması, aynı dine mensubiyetin yanı sıra bu iki toplum arasındaki evliliklerin fazlalığı, hepsinden önemlisi her şeye rağmen toplumsal düzeyde yaygın bir Kürt-Türk çatışmasının yaşanmaması, Kürtlerin Türkiye'ye entegre olma düzeylerinin yüksek olduğuna ve geleceklerini halen Türkiye'de gördüklerine işaret etmektedir.
Bu sosyolojik durumun siyasal alanda da karşılığı olduğunu görüyoruz. Nitekim seçimlerde BDP'nin Kürt oylarının ancak üçte birini alırken, iktidar partisinin yüzde 50'den fazlasını alması, yukarıdaki sosyolojik gözlemleri doğrulamaktadır. Yani Kürt milliyetçiliğinin toplumsal tabanı sanıldığı kadar güçlü değildir. Ama bu Kürt kimlik bilincinin zayıf olduğu anlamına kesinlikle gelmemektedir. Aksine Kürtlerde yaygın ve güçlü bir kimlik bilinci söz konusudur.
O zaman şunu açıkça söyleyebiliriz: Kürt milliyetçiliğinin "kültürel hak" yerine, "siyasi statü" arayışı içinde olması, Kürtlerin çoğunun da aynı arayış içinde olduğunu göstermez. Bununla birlikte Kürtlerdeki kimlik bilincinin yüksek olması, kültürel hak taleplerinin de yüksek olduğu anlamına gelir ki, bu da demektir ki kültürel haklar çözümün olmazsa olmazıdır. Öte yandan, bu veriler değişmez değildir. Özellikle kimlik bilincinin yaygınlığı, halkın belli koşullar altında milliyetçi ideolojinin idealleriyle birleşebileceğine de işaret ediyor. Bu ise, sorunun önemli bir kısmının kültürel haklar yoluyla çözümlenmesinin ancak belli bir zamana kadar mümkün olabileceğini gösteriyor.
Bununla birlikte kültürel haklar her gündeme geldiğinde, bunlara karşı kuşku uyandıran iki eleştiri dile getirilir: (i) Kültürel hakların verilmesi Kürtler için yeterli olmayacak, hep daha fazlası istenecek, (ii) dahası, bu haklar verilerek Kürt milliyetçiliğine ve onun ayrılıkçı ideallerine katkı sağlanmış olacak. İlkiyle başlamak gerekirse, öncelikle kültürel hakların işe yaraması "güven eşiği"nin aşılmamasına bağlı. Bu aşılmadığı sürece kültürel hakların verilmesi, kitlesel düzeydeki hak taleplerini büyük oranda sona erdirir. Elbette marjinal çabalar devam edecektir. Önemli olan kitleselleşmenin önlenmesidir. Güven eşiği aşılmadan önce hakların verilmesi bu kitleselleşmeyi önler. Bu eşiğin aşılıp aşılmadığı ise, güçlü kimlik kaybı korkusu, taraflar arasında yoğun güven bunalımı ve toplumsal çatışmaların yaşanmasıyla anlaşılabilir. En somut haliyle bu durum kendini, çatışmanın siyasal alandan toplumsal alana inmesiyle, yani devlet-PKK çatışmasının Türk-Kürt çatışmasına dönüşmesiyle gösterir. Bu durumda artık kültürel haklarla sorunun çözülmesi gerçekten zordur.
Bu açıdan Türkiye'de henüz bu eşiğin aşılmadığı, ama bu eşiğe gelindiği söylenebilir. Bu nedenle özellikle yeni anayasaya bağlanmış "beklenti"lerin boşa çıkarılmaması ayrıca önem kazanıyor. Ve kanaatimce yeni anayasa güven eşiğinin aşılıp aşılmamasında bir milat olacak.
Kültürel haklar, Kürt milliyetçiliğine katkı mı?
Kültürel haklara yönelik ikinci eleştiriye gelince, bu hakların verilmesi hakikaten etnik milliyetçiliğe katkı yapmak anlamına gelir mi? Bu soruya şunu sorarak başlayabiliriz. Bu hakları vermediğinizde gerçekten etnik milliyetçiliği önlemiş olur muyuz? Benim cevabım hayır, aksine kışkırtmış oluruz. Çünkü milliyetçilik dediğimiz ideoloji, duygusal boyuttaki iki damardan beslenir: "Biz" ve "öteki". "Biz" damarı kesildiğinde, "öteki"likten beslenir. Bu damarsa, kimliğin düşmanlık ve nefret üzerinden üremesine, milliyetçiliğin radikalleşmesine ve daha kolay kitleselleşmesine yol açar. Kültürel haklar, bu kitleselleşmeyi önlediği gibi radikalleşmeyi de önler.
Son bir soru. Böyle bir çözüm PKK terörünü ve onun statü talebini sona erdirir mi? Şimdilik şu kadarını söyleyebiliriz: Kısa vadede hayır, orta ve uzun vadede büyük olasılıkla. Çünkü milliyetçiliğin doğası gereği nihai amacı sadece "kimliği koruyacak haklar" değil, aynı zamanda bu kimliği istediği gibi yönetebileceği bir "statü" elde etmek olduğu için PKK'nın kültürel haklarla yetinmesi çok zor olsa da, zamanla toplumsal tabanını kaybederek marjinalleşmesini bekleyebiliriz.
Ayrıca, devlet bu haklar konusunda yapması gerekenleri yapmadığı sürece, birileri bu haklarla gerekçelendirilmiş eylemlerine meşruluk kazandırabilecek ve istediği toplumsal tabanı kolayca kazanabilecektir. Kültürel haklar konusunda tatmin edici bir noktaya ulaşıldığındaysa, bunun üzerinden yapılacak siyaset de, şiddet de gerekçesini yitireceği gibi, kitlesel desteğini de kaybedecektir. Ve artık devletin terörle mücadelesi, hem Kürtler nezdinde hem de uluslararası düzeyde tartışmasız bir meşruiyet ve destek kazanacaktır.
Son olarak, bu haklar yoluyla çözüm üretilemezse zaten geriye tek seçenek kalıyor: Bugüne kadar uygulanıp da bir türlü istenen sonucun alınamadığı, muhtemelen de alınamayacağı güvenlik politikaları. Ama devlet buna mahkûm olmadığını görmeli ve daha fazla gecikmeden tam ve eksiksiz olarak kültürel hakları vermeli. Zaman daralsa da, etkisi görece azalsa da, çözümün burada oluşmasına çalışmalı. Çünkü bu başarılamazsa, çözümün olmazsa olmazını statü verilmesi oluşturacaktır.
ZAMAN