KORKUTARAK YÖNETMEK

KORKUTARAK YÖNETMEK

Yöneticilik zordur, bilirim. Ağır bir sorumluluktur. İş yapmak değil, yaptırmak sanatıdır. Birbirinden çok farklı birçok insanı sevk ve idare etmek, onlardan iş çıkarmak ne demektir, ancak yaşayanlar bilir.

            Çeşit çeşit yönetim tarzı vardır. Bunlardan en yaygını, maalesef en kötü olanıdır: Korku yönetimi...

Yönetici gerçekte güler yüzlü biri olsa bile işe başlar başlamaz bir maske gibi asık yüzünü takınır. Emri altındakileri sürekli eleştiririr, küçümser, alay eder, hakaret eder, tehdit eder ve ceza verir.

            Şimdi bir aile reisinin, bir okul müdürünün, bir kurum müdürünün, bir işin patronunun, bir komutanın, bir belediye başkanının, bir kaymakamın, bir valinin, bir devlet başkanının bu tarzı seçtiğini düşünün.

            O aile, o okul, o kurum, o işyeri, o ilçe, o il, o devlet ne hale gelir?

            Orada sevgiden, huzurdan, mutluluktan söz edilebilir mi? Orada yönetilenler, samimi olabilir mi, sorunlarını yöneticileri ile paylaşabilir mi, işlerin daha iyi gitmesi için düşüncelerini açıklayabilir mi, eleştirebilir mi, teklif getirebilir mi? Mümkün değil. Tam tersine amirine görünmemeye çalışır, mecburen göründüğü zaman da sahte gülücükler dağıtır ve her şey sütliman, her iş yolundaymış gibi davranır; her türlü sorunu halının altına süpürür.

            Orada sevgiden, huzurdan, mutluluktan söz edilebilir mi?

Bazı insanlar sevgiyle yönetmeyi bilmiyor. Saygı göstermeyi gereksiz, affetmeyi zaaf gibi görüyor. İşin kötüsü, bazıları bunun üzerinde düşünmezken, bazıları bunu bilinçli bir şekilde tercih ediyor.

            O zaman ne oluyor peki?

            Orada iş verimi artıyor mu? İşler daha mı düzgün yürüyor? Orada başarıdan söz edilebilir mi?

            Ne gezer?

Severek yapılan bir işten mi daha iyi sonuç alınır, korkarak yapılandan mı?

            Korkarak, nefret ederek iş yapanlar çok verimsiz olmanın yanı sıra çok tehlikeli de olabilirler. Kendilerine bu zulmü reva görenlerden intikam almak için her işi yapabilir, her komployu kurabilir ve amirlerine zarar verebilirler. Bazen her şeyi göze alıp açıkça tavır koyabilir, amirlerini perişan edebilirler. Hatta daha ileri gidip fiziki saldırıya geçebilir, dövebilir, öldürebilirler.

            Tarih bunun örnekleri ile dolu. En son Tunus, Mısır diktatörlerinin başına gelenleri gördük. Halkı, kendi resimlerini yırtarken, “irhal” (git, seni istemiyoruz, defol) diye haykırırken halini düşünüp gene de acımıştım Hüsnü Mübarek’e. Tarihte nasıl anılacak? En önemlisi öte tarafta hesabı nasıl verecek?

            Herkesin çıkarması gereken nice dersler var.

            Zalim anne ve babaların, zayıf düştükleri zaman evlatlarından nasıl bir muamele gördüklerini duyuyoruz, görüyoruz.

            Bazı kurum müdürlerinin, görevden ayrıldıkları zaman sokağa çıkamadıklarını, kimsenin yüzlerine bakamadığını duymuştum.

            Bazı okul müdürlerinin veda yemeğine kimsenin gelmediğini, bazıları ilden ayrılırken kimsenin uğurlamaya gitmediğini duymuştum.

            Ne hazin bir durum.

            Bir ara bir dergiye röportaj verirken, “mutsuzluğu tek kelime ile nasıl tanımlarsınız?” diye sormuşlardı. Tereddütsüz bir şekilde “sevgisizlik” demiştim. Etrafımdaki insanların benden korkması, maske takması, beni sevmemesi, beni istememesi, benim kötülüğümü istemesi, başım sıkışırsa sevinmesi, benim için korkunç bir şey. Bana gösterilecek saygının korkudan değil sevgiden olması benim için çok önemli.

            Korkutarak yönetmeye çalışanlara duyurulur.