Kâinatta ve İnsanda Denge (2)
Allah insanı kâinatın bir misal-i musağğarı/ küçük bir örneği olarak yaratmıştır. Bilim adamlarının ittifakıyla sabittir; eğer güneşin, ayın, gece ve gündüzün deveranında zerre miktar bir azalma-çoğalma olursa kâinatın dengesi bozulur. İnsan da tıpkı kâinat gibidir. Yemesinde, içmesinde, öfke ve şehvet kontrolünde ve zamanı kullanmasında bir israf olursa insanın maddi-manevi dengesi bozulur.
Kâinattaki dengeyi kıyamete kadar koruyup kollayan Allah’tır; fakat imtihanın bir sırrı olarak insanın kendi dengesini koruması ona bırakılmıştır. İnsan, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederek dengesini koruyabilir. İnsanın dengesi bozulduğu zaman, dengesiz insanlardan oluşan toplumun dengesi de bozulur. Onun için Allah kâinatın dengesi ile insanın dengesini birlikte zikretmiştir. Şöyle buyurur:
(وَالسَّمَاء رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْمِيزَانَ . أَلاَّ تَطْغَوْا فِي الْمِيزَانِ . وَأَقِيمُوا الْوَزْنَ بِالْقِسْطِ وَلا تُخْسِرُوا الْمِيزَانَ) “Göğü Allah yükseltti, denge ve ölçüyü de O koydu ki dengeden sapmayasınız; ölçüyü düzgün tutasınız ve eksik tartmayasınız.”[1] Bediüzzaman bu ayeti tefsir ederken şöyle der: “Rahman Suresinndeki ayette dört mertebe, dört nevi mizana işaret eden dört defa ‘mizan’ zikretmesi, kâinatta mizanın derece-i azametini ve fevkalâde pek büyük ehemmiyetini gösteriyor. Evet, hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de hakikî zulüm ve mizansızlık yoktur.”[2] Evet, ayette adalet ve israfsızlık manasına gelen “Mizan/denge ve ölçü” arka arkaya zikredilmiş ve zımnen insana, “Sakın Allah’ın koyduğu dengeden/adaletten sapmayın” buyrulmuştur.
Diğer taraftan Allah müminlerin vasıflarını anlatırken yine israfsızlığa ve dengeye işaret etmiş, şöyle buyurmuştur: (وَالَّذٖينَ اِذَٓا اَنْفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذٰلِكَ قَوَاماً) “Yine o iyi kullar, harcama yaptıkları zaman ne saçıp savururlar ne de cimrilik ederler; harcamaları bu ikisi arasında makul bir dengeye göre olur.”[3] Tefsirlerde israf, nicelikteki aşırılıktan ziyade nitelikteki aşırılık, yani “Allah’ın rızasına uygun olmayan, O’na isyan sayılan yollara, sağduyunun ve kamu vicdanının uygun bulmadığı şekillerde harcamada bulunmak”; cimrilik ise “imkânları elverdiği halde Allah rızasına uygun olan yerlere harcama yapmaktan kaçınmak” şeklinde açıklanmıştır. “Makul bir denge” diye tercüme edilen (قَوَاماً) kelimesi de “israftan ve cimrilikten uzak olarak gereken yerlere gerektiği kadar harcamada bulunmak” demektir.[4] Bu ayet harcama yapan müminlerin, cimrilikle müsriflik arasında dengeli bir noktada durduklarını açıkça ifade ediyor.
Bediüzzaman insan vücudunda dengenin korunabilmesi için zevk ve lezzet ayarı yapan ağızdaki dilin (kuvve-i zaikanın) önemine işaret ederek özetle şöyle der:
“Fâtır-ı Hakîm, insanın vücudunu mükemmel bir saray suretinde ve muntazam bir şehir misalinde yaratmıştır. Ağızdaki tatma duyusunu bir kapıcı, sinirleri ve damarları telefon ve telgraf telleri gibi yaratmıştır. Bu sinir ve damarların tatma duyusu ve vücuttaki mide ile bir haberleşmeleri vardır ki, tatma duyusu ağza gelen maddeyi o damarlarla haber verir. Bedene ve mideye lazım değilse “Yasaktır!” der, dışarı atar. Bazen de o madde zararlı ve acı ise hemen dışarı atar.”
“Evet, tatma duyusu ehl-i gaflet ve ruhen terakki etmeyen ve şükür mesleğinde ileri gitmeyen insanlar için bir kapıcı hükmündedir. Kapıcı lezzet alsın diye israfata ve bir dereceden on derece fiyata çıkmamak gerek.”[5]
O halde lezzetin ayarını yapan dile çok bahşiş vererek daha fazla zevk alsın diye israfta bulunmak mantığa da aykırıdır. Özellikle yeme ve içme ile ilgili yapılan bu tür israflar insan vücudunun dengesini bozar ve onu hasta eder.
İsraf haramdır ve bütün semavi dinlerde yasaklanmıştır. Miktarı ne olursa olsun yiyecek, içecek, giyim, kuşam ve en önemlisi de zamanda yapılan israf ülke ekonomisini zarara sokar ve toplumun dengesini bozar. İsrafın başrolde olduğu ekonomilerde milyonlarca insanın emeğiyle meydana gelen birikimler israfla heba edilmiş olur. Eğer israf bir gelenek-görenek halini alırsa ve insanlar ülke ekonomisinden bağımsız olarak, “Ben kendi malımı harcıyorum, kime ne?” düşüncesinde iseler bunun adı israf değil çılgınlıktır, sonucu da felakettir.
Hem öyle bir felakettir ki, kimse bu felaketin kendisini ne kadar etkilediğini hemen anlamaz. Fakat bir müddet sonra o müsrifler bile çevrelerinde işsiz ve fakir insanlar, bozuk yollar, bakımsız hastaneler, kirli ve bakımsız okullar, çöp içinde kalan kentler, umutsuz vatandaşlar görmeye başladıklarında rahatsız olurlar. Oysa bütün bunlar, ülke kaynaklarının pervasızca israf edilmesi sonucu meydana gelmiştir. Kaynakları israf edilen bir ülkenin ekonomisi dibi delik olan bir torbaya azık koymaya benzer. Akşama kadar torbanıza azık doldurursunuz sonuç hep hüsran olur. İşte israf ekonomisinde, ülke hazinesinin dibinde bilinmeyen ve kapatılamayan kara delikler oluşur.
Dünyanın en zengin memleketine sahipsiniz, yine de fakirleriniz çoktur. Dünyanın en büyük buğday ambarları sizin ülkenizde, ama ekmek yine de pahalıdır. Dünyanın en geniş ve güzel meyve bahçeleri sizin ülkenizdedir ama vatandaşın meyveye ulaşması bir lüks sayılır. Hâsılı, vatandaşın müsrifliği kaynak israfına yol açtığı için iki yakamız bir araya gelmez. İnsanımız, dolayısıyla toplum, kelle kulak sallayan bozuk bir motor gibi dengesiz olur.