Kendini Tanımanın Yolları (!)

Kendini Tanımanın Yolları (!)

Kendini tanımak, günümüz insanının en çok ilgi duyduğu konuların başında gelir. Hepimiz bir dönem kendini tanımanın yollarını anlatan kitaplar okuyup, seminerler dinlemişizdir. Birçoğumuz bu konuyla yakından ilgilenip, kendimizi daha iyi tanımak ve anlamak için çaba sarf etmişizdir. Genellikle danışanlarımla en uzun seanslarım da hep bu konu üzerine olmuştur. Gördüğüm yanlış bir algı var ki,  insanlar bu konuyla ilgili birkaç kitap okuyup, kişilik özellikleriyle alakalı 10 tane maddeyi alt alta yazınca işin içinden çıkabileceklerini sanıyorlar. Fakat işin aslı öyle olmuyor, nitekim birçoğumuz için tecrübe ile sabittir bu. Psikoloji ilminde iki kere iki dört etmez, bizim denklemlerimizin sabit bir formülü de yoktur. “Kendini tanımanın yolları nelerdir?” sorusunun cevabı tamamen kişiye özeldir, herkesin “kendi” farklıdır bu yüzden herkesin “kendini tanıma yolu” da farklı olacaktır.

Kişi “hayata” hangi açıdan bakıyorsa “kendisine” de aynı açıdan bakacaktır.  Mesela sanatçılar, kendilerini sanatla bulduklarını söylerler ve yaptıkları sanat eserleri onlar için kendilerini ifade etme biçimidir. Ya da bilim adamları kendilerini bilimsel bulgularla tanımlar ve bilimsel yargılarla ifade ederler. Bu insanlar “bir yönüyle” kendilerini tanımış olurlar.  Çünkü kişi hayata nasıl bir pencereden bakarsa aslında “kendine” de aynı pencereden bakar.  O pencere sadece kişinin hayata olan bakış açısı değil, aynı zamanda kendine olan bakış açısıdır. Kendini bir yönüyle değil de tam anlamıyla tanımak isteyen bir kişi önce hayata sonrada kendine karşı olan bakış açısını farklılaştırmak ve zenginleştirmek durumundadır. Salt bilimsel ya da salt sanatsal bakış açısı ile kendimizi tam anlamıyla tanımamız mümkün değildir. Çünkü hayata tek bir pencereden bakarsanız, kendinize de tek bir pencereden bakmış olursunuz ve bu pencere size sadece çerçevesine sığan bir parçanızı gösterebilir, tamamınızı değil. Genel olarak yaptığımız şu ki, gördüğümüz bir parçayla kendimizi tamamen bulduğumuzu zannediyoruz. Hâlbuki keşfedilmeyi bekleyen birçok faklı parçamız olduğunu gözden kaçırıyoruz. Bu farklı parçaları görebilmek için farklı pencereler açmak gerekir. Bu noktada kişilerin hayata olan bakış açılarını doğal olarak da rutinlerini ve alışkanlıklarını zaman zaman değiştirebilmeleri ciddi önem arz etmektedir. Mesela bir yazar, kendisinin yazı yazma konusundaki becerilerini çok iyi bilir ama eğer koşmayı hiç denememişse kaç kilometreyi kaç dakikada koşacağını bilemez ya da daha önce resim yapmayı hiç denememişse resim yapma konusunda kendisiyle alakalı hiçbir fikri yoktur.

Kısaca kendini tanımak isteyen bir kişi öncelikle hayata karşı bakışını değiştirecek, sınırlarını genişletecek, kendiyle alakalı “ben yapamam, edemem” demeyecek. Eğer denemelerinde başarısız oluyorsa bile bunu deneyip görecek. Kendisine bir şans vermiş olacak ve deneyerek kendini tanıyacak. Kitap okumuyorsa okumayı deneyecek, yazmamışsa yazmayı deneyecek, yemek yapmamışsa yapmayı deneyecek. Biz kaybettiğimiz bir eşyamızı arayarak buluruz, aklımıza gelen gelmeyen her yere bakıp dururuz. Kayıp eşyanın o çekmecede olmadığını bildiğimiz halde gidip bakarız “ya ordaysa” deriz. Bir umuttur aslında bizi o çekmeceye yönelten. Kendini bulmakta kayıp bir eşyamızı bulmak gibidir aslında kim olup kim olmadığımızı onu aramadan, tüm ihtimalleri değerlendirmeden, umut ışığı gördüğümüz her yolu denemeden ulaşabileceğimiz bir bilgi değildir. Aslında başarılı ya da başarısız her bir denememiz bizi bir parçamıza daha ulaştıracak ve kendimizi daha net görmeye başlamamızı sağlayacaktır. Baktığımız zaman bu deneme yanılma yoluyla kendini keşfetme yolcuğudur. Unutmayalım, kendimizi tanımanın binlerce yolu vardır bu da onlardan yalnızca biridir. Aslımızı kaybetmeden kendimizi bulabilmemiz dileklerimle...