Kazı bağırtmadan yolmak maharet işidir!

Kazı bağırtmadan yolmak maharet işidir!


Yazı yazmak ve yorumlamak için yazar, bazı gelişmelere ihtiyaç duyar. Ne yazacağını ve nasıl yorumlayacağına öyle karar verir.
Ama gel gör ki o kadar çok şey oluyor ki, bazen günde bir değil birçok yeni gelişmeler oluyor. Hangi birini neye göre yorumlayacağınızı şaşırıyorsunuz. Kendi memleketinden başlayarak ülkeye hatta globalleşen dünya baktığınızda yığınla yeni ve baş döndürücü gelişmelere şahit oluyorsunuz.
Sonra başlıyorsunuz; bu yanlış! Bu böyle olmamalıydı! Bunun zararları bariz, neden bu yapılıyor? Diye yazıp çiziyoruz. Ama sadece yazdığımızla kalıyoruz. Atı alan Üsküdar’ı da geçiyor!..
Biz kendi köşemizde otururken neyin yanlış, neyin zararlı olduğunu biliyoruz. Peki, o işi yapan bilmiyor mu? Aslında biliyor da hesabına geleni yapıyor! Tarım arazisini talan etmenin kötü olduğunu hangi idareci bilmiyor? Hava alanı yapılacak yerin uygunsuzluğunu dağdaki çoban biliyor da mühendis mi bilmiyor? Kahve köşesinde oturan vatandaş belediyede olan yanlışları görüyor da idare edenler görmüyor mu?
Aslında mesele bilip bilmeme meselesi değil. Birileri kazı yolarken ciyaklatmadan yoluyor. Biz de zan ediyoruz ki bilmiyorlar da biz akıl verelim diye çırpınıyoruz!.. Bunlar sadece halk arasında uydurulmuş hikâyelerdir. Herkesi herşeyi biliyor. Siz rahat olun!..
Kaz dedim, Hikâye dedim de akılıma padişahın hikâyesi geldi.
Gelin beraber o hikâyeyi okuyalım!
Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş.
Yanına Baş vezirini alıp yola çıkmış.
Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler.
Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. Padişah, ihtiyarı selamlamış:
-Selamünaleyküm ey Pir’i fani...
-Aleykümselam ey Serdar’ı cihan... Padişah sormuş:
-Altılarda ne yaptın?
-Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor... Padişah gene sormuş:
-Geceleri kalkmadın mı?
-Kalktık... Lakin ellere yaradı... Padişah gülmüş:
-Bir kaz göndersem yolar mısın? Yaşlı adam:
-Hem de ciyaklatmadan...
Padişahla Başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah Baş vezire dönmüş:
-Ne konuştuğumuzu anladın mı?
-Hayır padişahım... Padişah sinirlenmiş:
-Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım.
Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor. Adama sormuş:
-Ne konuştunuz siz padişahla... Adam, başveziri şöyle bir süzmüş:
-Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim. Başvezir, yüz altın vermiş:
-Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu?
-Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi. Vezir kafasını kaşımış.
-Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne emek?... Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.
-Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim. Vezir bir soru daha sormuş...
-Geceleri kalkmadın mı ne demek? Adam bir yüz altın daha almış.
-Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim... Vezir gene kafasını sallamış.
-Peki, "Bir kaz göndersem yolar mısın", o ne demek... Adam gülmüş…
Yoruma gerek var mı?
Kalın sağlıcakla!..